Yunus Emre DOĞAN
1993-2018
Şehir: Kilis
Doğum Yılı: 15.10.1993
Şehadet Yeri ve Tarihi: El Bab, 07.02.2018
Görevi: Uzman Çavuş

Gülizar Teyze, emektar tezgâhın önünde, oturağına oturmuş, bir kilim dokuyordu. Ağzında, oğlu Yunus Emre’ye, daha el kadar bebeyken söylediği bir ninni vardı… “Ninni deyip belediğim, al dolağı doladığım, bir Mevlâ’dan dilediğim, dilek kuşum sana ninni…” Bu ninnideki gibi, ne zaman gökyüzüne doğru kanatlanmış uçan bir kuş görseler, bir dilek tutarlardı oğlu Yunus Emre’yle birlikte. Dileklerinin, güvercinin kanatlarına tutunup, Mevlâ’ya kadar ulaşacağına inanırlardı ana oğul. Şimdi o bacak kadar çocuk büyümüş, bir de asker olmuştu. Düşmana karşı savaşıyordu gurbet ellerde. Gurur duyuyordu oğluyla Gülizar Teyze ama ana yüreğinin dilediği belliydi oğlu için, bir an önce, sağ salim eve gelsin istiyordu. Bu sırada elindeki kirkitlerle, ilmek ilmek dokuyordu önündeki kilimi. Her kilimin bir hikâyesi vardı Anadolu’da. Analar, bacılar, attıkları her ilmekte, her nakışta bir duygusunu aktarıyordu onlara. Bazen sevinç oluyordu bu, bazen keder, bazen de özlem. Bu defa ise Gülizar Teyzenin ilmeklerinde, endişe vardı daha çok… En küçük oğlu Yunus Emre, Fırat Kalkanı Harekatına katılmak için Suriye ElBab’a gittiğinde başlamıştı dokumaya bu kilimi. Her akşam, işi gücü bitirince, acıyan gözlerine rağmen oğlunun iyi haberini alana kadar, oturuyordu başında. Bugün haber gelmemişti daha, aklı fikri ondaydı. “Bir şey mi oldu acaba?” diye içi içini yerken, bağlanan düğümleri ayırmak için kullandığı bıçak elini kesiverdi. Kan durmaksızın akıyordu. Hiç durmayacak gibi ama kanayan eli değil, yüreğiydi sanki. Sızım sızım sızlıyordu… “Birşey oldu” dedi. “Yunus’uma bir şey oldu.” O sırada Hanifi Amca girdi içeri, rengi benzi atmış, yüzünde allak bullak bir ifadeyle, “Yunus Emre…” dedi “Yaralanmış.” Ayaklarının bağı çözüldü Gülizar Teyzenin. Ana yüreği hissetmişti oğlunun yarasını. ElBab’da düzenlenen operasyon sırasında, teröristlerin roketinden fırlayan bir şarapnel parçası, Yunus Emre’nin dizlerine isabet etmişti. Gülizar Teyze, kendi yarasını unutmuş, fırlamıştı evden. Sanki koşup Yunus’a yetişebilecek, yaralarını kendi elleriyle sarabilecekmiş gibi koştu… Hanifi Amca, hanımının peşinden gidip, durdurdu onu. Sakinleştirmeye çalışarak, “Dur hanım! Daha bir şey yok. Yunus Emre yürekli çocuktur, dayanıklıdır. İyi olacak… Korkma.” dedi, “Korkma…” Kendi de korkuyordu halbuki… Gece, güne dönüp, hava aydınlanınca, o kasvet de aralanmıştı sanki… Gerçekten de yaralanmıştı Yunus Emre ama hayati tehlikesi yoktu bin şükür. Kısa bir süre sonra Kilis’e getirildi tedavi için. Anası, babası, kardeşleri koşarak, Yunus’u görmeye geldiler hastaneye. Çok şükür iyiydi Yunus Emre, hızla toparlıyordu kendini. İyileşmek için büyük çaba sarf ediyordu. Çünkü tekrar ElBab’a dönüp, vatanına hizmet etmeye devam etmek istiyordu. Bir müddet uzak kalacaktı silah arkadaşlarından ama onları yalnız bırakmak içine hiç sinmiyordu. Bir an evvel iyileşip, düşmana karşı koymak için gücünü çarçabuk toplamaya çalışıyordu. Annesi ve babası ise oğullarına sağ salim kavuştukları için mutlulardı. *Yunus Emre, onların en küçük çocuklarıydı, göz bebekleriydi. Kalabalık bir aileye doğmuştu; en küçük kardeş olarak dünyaya gelmişti ama aklı başında ve olgun bir çocuktu. Kilis’te çiftçilikle geçinen ailesine çok bağlıydı. Daha küçücükken babasına işlerinde yardım eder, her işe o koşardı hiç “of” demeden. Çok çalışkan bir çocuktu. Sadece babasına değil, herkese yardım ederdi Yunus Emre. Adını verdikleri “Yûnus” gibi, “Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım” düşüncesini kendisine rehber edinmişti. Herkesin derdine, sıkıntısına çare olmaya çalışırdı elinden geldiğince. Hem arkadaşları hem de köylüleri tarafından çok sevilirdi. Dürüstlüğü ve alçak gönüllülüğüyle herkesin saygısını, sevgisini kazanmıştı o küçücük yaşında. Doğruluktan hiç ayrılmaz, asla yalan söylemezdi. Anaya ve ataya saygı onun için çok önemliydi. Peygamber Efendimizin,“Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı göstermeyen, bizden değildir.” buyurduğu gibi; yaşlılara, kendinden büyüklere hep hürmetle yaklaşırdı. Yaradan’ın yarattığı her şeye karşı büyük bir sevgi duyardı Yunus Emre. Çok vicdanlı, vefalı bir delikanlıydı. Her fırsatta köylerindeki kabristana gider, kendi büyüklerini ziyaret ettikten sonra, epeydir uğranmamış, toprağı kurumuş çiçekleri solmuş kabirlerin başında dua okur, susuz bırakmazdı hiçbirinin çiçeğini, toprağını. Ölüye de diriye de özen ve saygı göstermeyi bilen bir çocuktu daha küçüklükten itibaren. Bir defasında bir şehit kabrini görmüş, şehitliğin ne anlama geldiğini sormuştu babasına. Hanifi Amca uzun uzun anlatmıştı ona; “Ahirette” demişti “Peygamberlikten sonra en büyük rütbe şehitliktir oğul. Allah rızası için, din, vatan, millet uğruna canını vermek demektir ve bu makama erişmek şereflerin en büyüğüdür.” diye anlatmıştı uzun uzun. Pür dikkat dinlemiş, çok etkilenmişti duyduklarından Yunus Emre. Akşam eve gittiklerinde, annesine “Anne” demişti “Ben büyüyünce çiftçi olmayacağım.” Annesi merakla “Ya ne olacaksın?” diye sormuştu. Yunus Emre kendinden emin bir şekilde, “Şehit olacağım” demişti. Daha o zaman kararını vermişti Yunus Emre, şehadet şerbetinden içmeye… * Yaraları iyileşmeye başlamıştı Yunus Emre’nin. Güçlü yapısıyla hızla toparlamıştı kendisini. Artık dönmek istiyordu birliğine. Silah arkadaşlarının yanında, onlarla omuz omuza çarpışmak için.Oysa annesi Gülizar Teyze ve babası Hanifi Amca, onun biraz daha dinlenmesinden yanaydı. Gülizar Teyze oğlunun daha gücünü tam toplayamadığını düşünüyordu. Ana yüreği işte; ona bakmak, sevdiği yemekleri yapmak, yedirip içirmek, öyle teslim etmek istiyordu görevine ama Yunus Emre’nin bekleyecek bir dakikası bile yoktu. Üstelik Gazi rütbesi taşıyordu artık, milletine, devletine karşı sorumluluğu daha fazlaydı. Annesinin ısrarlarına rağmen, “Silah arkadaşlarımı yalnız bırakamam anacığım, yaralarım iyileşmese de göreve geri dönmem lazım.” deyip, apar topar görevine geri döndü Yunus Emre. Şehadete doğru yürüyordu. *Yunus Emre göreve başladıktan bir süre sonra, El Bab’daki Harekatı başarıyla tamamlayıp, bir sonraki durağı Afrin’e geçti. Afrin’de, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kahramanca görev yaptığı Zeytin Dalı Harekatına katılmak üzere gönüllü olarak görev almıştı Yunus Emre.Harekat boyunca, Türk Ordusu kahramanca çarpışarak,teröristleri etkisiz hale getiriyor, bölgeyi savunuyordu. Düşmanın zulmüne maruz kalan halk, Şanlı Türk Askeri sayesinde rahat bir nefes alıyordu. Operasyon sırasında Yunus Emre’nin iki komutanı şehit olmuştu. Bu olayın üzüntüsü, Yunus Emre’yi çok sarsmıştı. O ve silah arkadaşları, bir an önce komutanlarına yapılanın karşılığını vermek istiyorlardı. Bu sırada operasyon da son hızla devam ediyor, teröristlerin yer aldığı bölgelerde yoğun çatışmalar yaşanıyordu. Kahraman yiğidimiz Yunus Emre, korkusuzluğu ve cesaretiyle teröristlerin etkisiz hale getirilmesinde büyük bir başarı gösteriyordu. Hayatı pahasına gönüllü olarak yer aldığı bu harekatta elinden gelenin fazlasını yapmaya çalışıyordu. Çünkü söz konusu olan vatandı, milletti, bayraktı… * O gece, 7 Şubat 2018’de, uzun bir zamandan sonra ilk kez,yarım kalmış kilimin başına geçti Gülizar Teyze. Yunus Emre, yaralanıp Gazi olduğundan ve Zeytin Dalı Harekatı için Afrin’e gittiğinden beri hiç geçmemişti o tezgâhın başına. Sanki yine oturursa, kötü bir şey olacak, Yunus Emre’nin yaralandığı gece yaşadıkları korkuyu tekrar yaşayacaklar gibi hissediyordu. Gelgelelim o gece, iradesi dışında bir şey, sanki onu savurup, boş bir sayfa gibi, oraya kilimin başına getirmişti. Yine aklına düşmüştü oğlu. Hiç çıkmıyordu ki zaten. Fakat bu gece, başka bir hal vardı üstünde. Bağrı yanıyordu sanki. Besmele ile başladı ilmekleri tek tek atmaya. Haftalardır, tek bir ilmek atmadığı kilimi, o gece, geç vakitlere dek dokudu, hiç yorulmadan… Sanki bir çift güvercin kanadı olmuştu elleri, hızla gökyüzüne doğru uçuyordu, bir dileği Mevla’ya ulaştırmak için… Aynı anda, Suriye’deki Darmık Dağı’nın bulunduğu bölgede, bir operasyona gidiyordu Yunus Emre ve silah arkadaşları. Yunus, birliğinden çıkarken, gökyüzünde, ayın şavkına yansıyan büyükçe bir kuş gördü, gecenin o vakti. Annesinin çocukken ona söylediği ninniyi hatırladı. “Ninni deyip belediğim, al dolağı doladığım, bir Mevlâ’dan dilediğim, dilek kuşum sana ninni…” Bu sırada yanına, silah arkadaşı, can yoldaşı Ömer geldi. Yunus Emre, eliyle göstererek, “Ömer, bak” dedi, “Gördün mü şu uçan kuşu?” Ömer baktı, gece vakti kuşlar yuvalarında olurdu ama sahiden görmüştü o da… “Gördüm kardeşim.” diye cevapladı onu. Yunus Emre heyecanla, “Dilek dile hemen” dedi, “Ben çocuk ken anam, ne zaman bir kuş gör sek, dilek diletirdi bana. ‘Her kuş uçtuğunda, dilek kapıları açılır, kuşların kanatları gönlündekini Mevla’ya ulaştırır’ derdi.” Ömer gülümsedi, “O zaman dileyelim bakalım.” dedi ve iki yiğit delikanlı, uçan kuşa bakarak, yüreklerindekini söylediler aya doğru… Allah, ikisinin de dileğini çoktan kabul etmişti… Piyade Uzman Çavuş Yunus Emre Doğan, o gece, canından çok sevdiği vatanını savunabilmek adına gönüllü olarak katıldığı Zeytin Dalı Harekatının on dokuzuncu gününde şehadet şerbetinden içti. Silah arkadaşı Ömer Bilal Akpınar ile birlikte. Yunus, bu hayatta hem gazi hem de şehit rütbesi alarak, ailesine büyük bir gurur bıraktı. Kur’anı Kerim’in, “De ki: “Sizin bizim hakkımızda beklediğiniz, ancak iki güzellikten biridir. Bizim sizinle ilgili beklentimize gelince, Allah ya katından bir belâ gönderecek veya sizin cezanızı bizim elimizle verecektir. O halde sonucu siz de bekleyin, biz de sizinle birlikte bekleyelim.” (Tevbe Suresi 52. Ayet) İşte Yunus’a iki iyilik de gelmişti Yüce Rabbimiz tarafından. Şehit Piyade Uzman Çavuş Yunus Emre Doğan ve bütün yiğit şehitlerimiz, vatan topraklarının bölünmez bütünlüğü için mücadele vererek, şanlı bir destan yazmışlar ve şehadet mertebesine ulaşmışlardır. Vatan, millet ve bayrak aşkıyla canlarını hiçe sayan tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet, yakınları vemilletimize sabırlar diliyoruz. Ruhları şad, mekanları cennet olsun…