YILMAZ DİKMEN
1971-2015
Şehir: Samsun
Doğum Yılı: 13.02.1971
Şehadet Yeri ve Tarihi: Şırnak, 30.08.2015
Görevi: Polis

Reyhan Hemşire, o sabah her zamanki gibi erken kalkmıştı. Çocukları uyandırmak için odalarına gitti ama Kübra ve Atakan çoktan kalkmış, hazırlığa başlamışlardı bile. Belli ki babaları uyandırmıştı. Hiç ihmal etmezdi Yılmaz çocuklarını. Görevi nedeniyle Samsun’dan ve ailesinden uzakta olmasına rağmen, her sabah onları kendi uyandırırdı telefonla dahi olsa. Yılmaz, vatana sevdalı, milleti için yaşayan idealist bir polis memuruydu. İlk aşkı vatanı, ikinci aşkı ise ailesiydi. Çok düşkündü evlatlarına ama görev gereği hep uzaklardaydı. Şimdi de Silopi’deydi. Polis ve ordu iş birliği içinde terör örgütünün kazdığı çukurları kapatıyor, barikatları kaldırıyor, halkın güvenliğini yeniden sağlamaya çalışıyorlardı. Amirlerinin sevdiği, güvendiği, operasyonlarda mutlaka tercih edilen, gözü kara, becerikli, yaman bir polisti. Yılmaz’ın birçok görevi vardı. O sıralarda farklı ekiplerin Grup Amirliği görevini yürütüyordu. Kendini hiç sakınmadan, bütün zor görevleri üstlenir, terörist yuvalarını cehenneme çevirmek için en önde giderdi. Rahat, güvenli yerleri seçmektense, görev yeri tercihinde ilk sıraya Şırnak’ı yazmıştı. Reyhan Hemşire buna itiraz etmiş, yanlarında kalsın istemişti çocukları da bahane ederek ama Yılmaz için vatanın her toprağı kutsaldı. Nerede ihtiyaç varsa oraya gitmeye ama deydi. Polis Akademisinden mezun olurken ettiği yemin, hâlâ ezberindeydi o gün ki gibi; o yeminden dönüş yoktu. Vatan ve millet söz konusuydu çünkü. Uğruna canlar verilmiş en kutsal, en büyük emanetlerimize sahip çıkmaya kararlıydı. Silah arkadaşlarını da daima korurdu. Operasyonlarda, genç polis ar kadaşlarına geri çekilmelerini söyleyip, çatışmaya tek başına devam edecek kadar fedakâr bir polisti. Karısı da çocukları da gurur duyuyordu onunla ama korkuyorlardı aynı zamanda, bir gün onu kaybetmekten… * Reyhan Hemşire, yatak odasına gitti hazırlanmak için. Bu sırada yatağın başucunda duran çerçeveye takıldı gözü. Yılmaz’la düğün günlerinden bir fotoğraf duruyordu içinde. Gülümseyerek eline aldı çerçeveyi. O günden bu yana, birbirlerinin her anında yan yana olmuşlardı karı, koca. Şimdi, görev icabı ayrı düşmüşlerdi ama Yılmaz’ın eli hep üzerlerindeydi. Koca bir çınar gibi, yanlarında olmasa da gölgesiyle bile onları koruyor, kolluyordu. Heybetli, sert bir görünüşü vardı Yılmaz’ın. İlk başta görenler ondan çekinirdi ama tanıdıktan sonra yumuşacık bir kalbi olduğunu anlarlardı. Hayırsever, şefkatli ve merhametli biriydi. Zor durumda kimi görse yardımına koşardı. Evsiz insanlara yardım eder, öksüzleri, yetimleri doyurur, kimsesizlere destek olurdu. Yüce gönüllü, maneviyatı zengin, sözünün eri bir adamdı. Bir o kadar da nefsine hakimdi. Hiçbir şeyin fazlasını istemez, hakkı olandan çoğuna tenezzül etmezdi. Öyle görmüştü ailesinden; hiçbir güçlükten şikâyet etmez, asla yakınmazdı. “Her şey Allah’tan” diye kabul eder, onun takdirinden ötesini sorgulamazdı. “…Hakkınızda hayırlı olduğu halde bir şeyden hoşlanmamış olabilirsiniz. Sizin için kötü olduğu halde bir şeyden hoşlanmış da olabilir siniz. Yalnız Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara Suresi, 216. Ayet) ayetini kendisine ilke edinmişti. *Silopi’deki hendek kapatma birimine geçtikten sonra polis arkadaşları ile bir eve çıkmıştı Yılmaz. Şartlar zordu ama ay yıldızlı bayrağımızı evin dışına asamaması dışında hiçbir şeyden yakındığını duymamıştı Reyhan Hemşire. Teröristlerin dikkatini çekmemek için, bayrakları dışarı asamıyorlardı, o yüzden odasını Türk Bayrakları ile donatmıştı. Bir defasında çocukları ve Reyhan Hemşireyle görüntülü konuşurlarken, odasındaki bayrakları tek tek göstererek, “Bir gün şehadete erersem, bunlardan birine sararsınız beni.” demişti. Kızı, babasına sitem etmişti o konuşma sırasında. “Herkesi düşünüyorsun, bir tek bizi düşünmüyorsun baba.” diye… Yılmaz onu uzun uzun dinlemiş, sonra her zamanki güzel ve yumuşak üslubuyla, “Bir babanın evladına bırakacağı en büyük armağan vatanıdır. Siz vatansız kalmayın diye ben canımı bile veririm.” demişti. Ne yapıyorsa, önce milleti sonra ailesi için yapıyordu. Başta kendi çocukları olmak üzere, memleketin bütün çocuklarının esaret altında olmaması ve özgürce yaşayabilmesi için kendi canından geçmeye hazırdı. *Reyhan Hemşire, elinde çerçeve bunları düşünürken telefon çaldı, arayan Yılmaz’dı. Bu saatlerde aramazdı pek ama özlemişti karısını, “Çocukların sesini duydum, bir de senin sesini duymak istedim” dedi. Reyhan Hemşire özlemle, “İyiyim” diye yanıtladı. “Çocuklarla uğraşıyorum. Oğlan yine eşofman altını bulamadı. Onu aradık ama bulduk şükür.”Yılmaz keyifle gülerek, “Keşke yanınızda olsaydım şimdi. Çok özledim hepinizi.” dedi. Reyhan Hemşire, “Biz de seni özledik. Keşke biraz daha toparlasaydın, tam iyileşemeden, çok acele gittin göreve.” diye cevap verdi. Yılmaz, bir süre önce, kulağının yanından geçen bir roket yüzünden geçici duyma kaybı yaşamıştı. Şükür ki, roket ona isabet etmemiş, kıl payı kurtulmuştu. “Ya yine birşey olursa? ne yaparız? Ne yaparım?” diye dertleniyordu Reyhan Hemşire. Yılmaz şefkatle, “Şehit karısı olur, bu gururla yaşarsın hayatının sonuna kadar, daha ne olsun?” diyordu gülerek. Reyhan Hemşire ise hoşlanmıyordu onun söylediklerinden, endişeleniyordu kocası için. Şehitlik yüce mertebeydi, biliyordu ama çocukları babasız kalsın istemiyordu. İzninin bitmesine yakın, tekrar rapor alıp evde dinlenmesini istemişti bu yüzden. Çocuklar da çok endişeliydi babaları için ama Yılmaz kabul etmemişti; “Arkadaşlarım orada çatışırken, ben daha fazla elim kolum bağlı oturamam.” deyip, bir an önce göreve dönmek istemişti. Ne de olsa adı gibi “yılmaz” bir savaşçıydı o. * Yılmaz, o son konuşmalarında, her zamanki gibi bir ihtiyaçları olup olmadığını sordu karısına. Yokluğunda her şeyle Reyhan Hemşire tek başına mücadele etmek zorundaydı, buna üzülüyordu Yılmaz, ama görev aşkı ve sorumluluklar her şeyden önce geliyordu. O sırada göreve çağrıldı Yılmaz, acil kapatması gerekiyordu. Telefonu kapatırken bir an “Reyhan” dedi. Reyhan Hemşire “Söyle Yılmaz.” Yılmaz bir an durakladı ve “Sizi çok sevdiğimi unutmayın olur mu? Allaha emanet olun.” deyip kapattı telefonu. Reyhan Hemşire o an bunun son konuşmaları olduğunu bilmiyordu ama içine bir ateş düşmüştü. Sanki kocasının şehadete ereceğini hissetmişti. * Reyhan Hemşire, hastanede yoğun bir gün geçiriyordu yine. İşine çok bağlı, çok severek yapan bir hemşireydi o. Zaten sevilmeden yapılabilecek işlerden değildi hemşirelik. İnsan hayatıyla, sağlığıyla uğraşıyorlardı, sorumlulukları çok büyüktü. Öyle oluyordu ki bazen, gün boyu telefonuna bakacak fırsatı bile olmuyordu. O gün de öyle olmuştu, bir an “Çocuklardan bir haber var mı?” diye düşünerek, telefonunu aldı eline. Çocuklar aramamıştı ama defalarca, görümcesinin eşi aramıştı. Şaşırdı Reyhan Hemşire. Hemen geri aradı, kötü bir şey olduğunu hissetmiş, sabah kocasıyla konuşurken yüreğine düşen ateş, yeniden harlanmıştı. Bu sırada karşı taraf telefonu açtı. Reyhan Hemşire, neler olduğunu sordu. Karşıdaki ses; endişesini gizlemeye çalışarak, “Yılmaz yaralanmış.” dedi. Reyhan Hemşirenin o an eli ayağı tutmaz oldu. Dünya sanki başına yıkıldı. Yılmaz, karısı Reyhan Hemşireyle telefonda konuştuktan hemen sonra, Silopi’deki karakola gelen ihbar üzerine yola çıkmıştı. Bölücü teröristler, keskin nişancı ile iki polisi vurmuştu… Yılmaz, silah arkadaşlarını yaralı olarak bırakmaya razı olmamış ve onlara yardım etmek için hiç düşünmeden, yürekli bir şekilde yanlarına koşmuş, onları kurtarmak için kendi canını tehlikeye atmış, fakat teröristler tarafından, uzun namlulu silahlarla açılan ateş sonucu şehadet şerbetini içmişti. Kutsal vatan topraklarının bütünlüğü için, canından vaz geçerek yaptığı ulu görev sonucunda şehadet mertebesine ulaşan Yılmaz Dikmen, ailesine vasiyet ettiği gibi, Silopi’deki odasında asılı duran ay yıldızlı bayraklar dan birine sarılı olarak helallik almaya geldi baba ocağına son kez. Bütün ailesi onunla gurur duyuyordu, o artık Peygamber Efendimize komşu olmuştu. * Reyhan Hemşire, Yılmaz’ın şehadetinden bir müddet sonra evlerinde, kocasının eşyalarını toparlıyordu gözleri yaşlı. Anılara boğulmuştu, adeta hasreti yüreğinden taşıyordu. Giysilerini kokladı, göğsüne bastırdı, sonra kendi kendine “Ah be Yılmaz. Neden bırakıp gittin bizi böyle?” diye mırıldandı. Bu sözleri söyler söylemez bir şey oldu. Açık duran pencerenin önünde, odaya girdiğinden beri sanki onu izleyen bir güvercin, aniden havalandı. Perdeleri de hareket ettirerek uçup gitti. Bu sırada kenarda duran, düğün fotoğraflarının olduğu çerçeve de yere düşüverdi perdeler değince. Reyhan Hemşirenin yüreğinden havalanmıştı sanki o kuş. Öyle bir ferahlık çöktü içine, sanki Yılmaz uğramış da gitmiş gibi bir histi bu. Yerlerdeki cam kırıklarını toplamak için çerçevenin yanına gittiğinde, bir kâğıt buldu. Yılmaz’ın şehit olmadan evvel, ailesine bıraktığı son sözlerinin yazılı olduğu bir nottu bu. O güvercin, pencerenin önünden havalanmasaydı, belki de hiçbir zaman bulamayacaktı o notu Reyhan Hemşire ama Yılmaz, hiçbir işini yarım bırakmadığı gibi bunu da yarım bırakmamıştı. Çok sevdiği ailesine olan son sözlerini, ne yapmış etmiş, onlara ulaştırmıştı yine. “Canım ailem… Daima yanınızdayım; çünkü şehitler ölmez. Hakkınızı helal edin…” * Şehit Polis Memuru Yılmaz Dikmen gibi, korkusuzca vatanını savunan tüm şehitlerimiz için Allah’tan rahmet, yakınlarına ve geride kalanlara başsağlığı diliyoruz. Bu millet, bu yurdu bizlere vatan yapan şehitlerimizin, dökülen kanları sayesinde, ilelebet var olmaya devam edecektir. Ülkemizde barışın ve huzurun devam etmesi için şanlı bir tarih yazan kahraman polislerimizi rahmet ve minnetle anıyoruz. Ruhları şad olsun.