YAKUP YİLMAZ
1994-2017
Şehir: Sakarya
Doğum Yılı: 08.05.1994
Şehadet Yeri ve Tarihi: Erzurum, 17.06.2017
Görevi:
Jandarma Uzman Çavuş

Serin bir geceydi. Marmara depremi sonrası, evsiz kalanların sığındıkları çadır kentte sessizlik hakimdi. Evleri ağır hasar gören beş çocuklu Yilmaz ailesi de o çadırlardan birinde kalıyor du. Yedi kişi için yerleri dardı, imkanları kısıtlıydı belki ama o büyük felâketten canlarını kur tarmışlardı ya, “Buna da şükür” diyorlardı. Vakit gece yarısını geçmişti. El ayak çekilmiş, çadır kent sessizliğe bürünmüştü. Yilmaz ailesinin çadırında da herkes uykudaydı, beş kardeşin en küçüğü olan dört buçuk yaşındaki Yakup dışında… Çadırın dışına, kâh uzaktan geçen arabaların farlarının, kâh devriye gezen bekçinin fenerinin yansımasıyla oluşan ışık gölge oyunlarını izliyordu neşeyle. Bu sırada içeri bir aydınlık doldu. Yakup, merakla ışığın kaynağına doğru baktı, hiç korkmamıştı. Zaten korkusuz, cesur, yiğit bir çocuktu, depremde bile hiç ağlamamıştı. Çadıra dolan ışığın içinde bir dede göründü. Yakup, sanki bir tanıdığa gider gibi, dedeye doğru küçük ama aceleci adımlarıyla yürüdü. Dede, sevgiyle elini uzattı, küçük çocuğun başını okşadı, tam üç kere. Sonra sessizce “Evladım Allah’a emanet ol. Sen benim askerimsin.” dedi. * Depremin üzerinden yıllar geçmiş, bu süre zarfında Yakup ve ailesi beraberce yeniden bir hayat kurmayı başarmışlardı. Babası oduncuydu Yakup’un. Beş çocuğunu çok zor şartlarda çalışarak büyütmüştü ama çocukları anlayışlı, kendini bilen, tok gözlü evlatlardı. Özellikle de Yakup… Çok mülayim bir çocuktu, yaşının üstünde bir olgunluğa sahipti. Kardeşlerin en küçüğü olmasına ve bütün ailenin üzerine titremesine rağmen hiç şımarmamıştı. Öyle yüce gönüllü bir çocuktu ki, bazen sokakta arkadaşları paylaşamadıkları bir gofret, bir çikolata yüzünden birbirleriyle didişirken o, kavga bitsin diye kendi hakkından vazgeçer, payını arkadaşlarının arasında bölüştür ürdü. Fedakâr, güzel huylu, çok düşünceli bir çocuktu Yakup. Allah’ın yarattığı her varlığa büyük bir sevgi ve saygı beslerdi. En çok da vatanına ve milletine. Çocukluğundan itibaren asker olmak istiyordu. Kafasına koymuştu daha küçücükken. Bir gün, anacığının yanına gidip, “Anaların duası kabul olur, dua et şehit olayım.” demişti annesine. Emine Hanım, bu lafa öfkelenmiş, “Ben seni toprağa vermek için büyütmedim oğlum.” demişti. Yakup ise kendinden emin, “Oğlunu emanet edeceğin toprak, vatan toprağı be anacığım. Feda olsun senin bu oğlun vatana!” demişti. Milleti huzur içinde uyuyabilsin diye, al bayrak dalgalanmaya devam etsin diye canından vazgeçecek kadar bağlıydı vatanına ve bayrağına Yakup. Allah yolunda, vatan ve millet uğruna ölümü hiçe sayarak kahramanca, cengâver ce, yiğitçe savaşmanın, onlar uğruna ölmenin çok büyük bir erdem, çok büyük bir ayrıcalık olduğunu gayet iyi biliyordu. Şehadet şerbetini içen her bir şehit gibi, o da bu milletin mukaddes değerleri için her şeyini vermeye çoktan hazırdı. Yakup, o konuşmadan sonra vatani görevini yapmak için askere gitti. Yıllardır, sanki bu an için yaşıyordu. Öyle bir parlıyordu ki gözleri, annesi onu hiç böyle mutlu görmemişti.Eşyalarını almış, kapıdan çıkarken bir an durup, ağlayan annesine tekrar sarılıp kulağına fısıldadı, “O kumruyu hatırlıyor musun?” diye… Annesi bir an düşünüp “Küçükken, yolda bulup da günlerce bakıp, iyi ettiğin kumru mu?” diye sordu. Yakup, “Evet…” anlamında başını salladı, sonra devam etti sözüne “Eğer gün olur da geri dönemezsem, bil ki o kumru ne yapıp edip, dağları, taşları aşıp, kilometrelerce uçup sana iyi olduğum haberini getirecek. Tıpkı Yakup Peygamber oğlunu ararken, kumruların ona yardım etmesi gibi, o da sana yardım edecek… O yüzden bana bir şey olursa, kendini sakın paralama, ağlama.” dedi ve son kez anacığına sarılıp gitti. O an annesinin yüreğinden sanki bir tel koptu… * Dualarla uğurlandı Peygamber Ocağına Yakup. On iki ay başarıyla görev yaptıktan sonra da tezkeresini alıp baba ocağına döndü; döndü ama çok geçmeden, “Anneciğim! Ben uzmanlık sınavına girdim. Eğer cevap olumlu gelirse tekrar askere gideceğim” deyiverdi. Annesi çok üzüldü, ağladı, “Gitmeni istemiyorum, izin vermiyorum.” dedi… Yakup, onun elini tutup, “Anne! Sen Bismillahirrahmanirrahîm’in harf sayısını biliyor musun?” diye sordu. Annesi bir an düşündü, saymaya çalıştı ama hesaplayamadı bir türlü. “Bilmiyorum oğlum. Kaç harfmiş? Hem neden soruyorsun ki şimdi?” diye sordu merakla… Yakup, “Anlatacağım anacığım… Sabırlı ol hele.” dedi sonra bir an durup, dalgın bakışlarla anlatmaya başladı, “Deprem zamanı çadırlarda kalırken, bir rüya görmüştüm hani… 4,5 yaşında ya vardım ya yoktum. Bildin mi?” Annesi bir an düşündükten sonra, “Bildim, bildim…” dedi ve ekledi, “Nur yüzlü bir dede gördüm dediydin hani. Nurlar içinde gelmişti, başını okşamıştı senin.” Yakup başıyla onayladı. “O rüya o kadar değildi ana. Yani aslına bakarsan, rüya da değildi. Sana öyle demiştim…” Annesinin tüyleri diken diken oldu o anda. İçine bir ürperti geldi. Besmele çekti hemen üç kere arka arkaya. Bu sırada Yakup devam etti, “Ben uyanıktım o dede geldiğinde. Senin koynunda yatıyordum, battaniyenin altında. Babam, sen, kardeşlerim, hepiniz derin uykudaydınız.” Annesi yine bir an ürperip, “Tövbe bismillah.” dedi içinden birkaç kere. Yakup devam etti, “Çadırın içi birdenbire ampul yanmışçasına aydınlanmıştı ama öyle böyle bir aydınlık değildi. İçeriye nur dan bir dede girmişti. Yüzü ve bedeni bembeyaz ama sakalları simsiyahtı. Sadece ara ara beyaz kıllar vardı. O çocuk aklımla yaklaşıp, beyaz kılları tek tek saymıştım. Tam on dokuz taneydi.” bir an durdu “Bismillahirrahmanirrahîm’in on dokuz harfi anne.” dedi ve ekledi, “Yani her bir tel, bir harfe karşılık geliyordu.” Sonra bir an durdu “Anne…” dedi ve devam etti, “O dede üç kez başımı okşadı o gece. Sonra da kulağıma eğilip, ‘Evladım Allah’a emanet ol. Sen benim askerimsin.’ dedi ve geldiği gibi gözden kayboldu, ışığını da alıp giderek…” Yakup, bir an duraksadıktan sonra, “O yüzden bana bir daha ‘gitme’ deme olur mu anne? Çünkü benim gitmem gerek!” dedi kesin ve net bir tavırla. Oğlu, bunları anlatınca anacığının boğazında kelimeler düğüm düğüm oldu. Ne dese ne konuşsa bilemiyordu. Çok etkilenmişti Yakup’un anlattıklarından. Sadece derin bir iç çektikten sonra, “Evladım! Hakkında hayırlısı neyse Rabbim sana onu nasip etsin. Ne git diyebilirim artık ne de gitme… Takdir Allah’ın.” diyebildi. Yakup, annesinin bu sözleri üzerine anacığına sımsıkı sarıldı ve “Sadece asker olursam giderim” dediği o kapıdan sözünü tutmuş bir asker olarak, ülkemizi, düşmanın şerrinden korumak için göğsünü gere gere çıkıp gitti. Artık, birçok cephede ülkemizi muhafaza ediyordu Yakup, silah arkadaşlarıyla beraber. Bu devlete, bu millete, bu bayrağa ihanet edenlerle çarpışıyordu korkusuzca. 15 Temmuz darbe girişimi zamanı, evlerinin önündeki asılı al bayrak solmuştu. Emine Hanım “Oğlum bir bayrak al da solan Türk Bayrağımızı değiştirelim.” demişti Yakup’a. Yakup annesine sevgiyle bakıp, “Anne, sen iste, bütün sokağı bayraklarla donatayım ben.” demiş ve sözünü tutmuştu. 17 Haziran 2017’de bütün mahalleyi al bayraklarla donatmıştı Yakup… * Yakup, Erzurum Şenkaya Çamlıalan’da, Jandarma Uzman Çavuş olarak görev yapmakta iken 17.06.2017 tarihinde, bölgesinde teröristlerle çıkan çatışma sonucu şehadete erdi.Gördüğü rüya ile şehit oluşu arasında geçen zaman tam on dokuz yıldı… On dokuz yıl önce şehadete doğru, “Bismillahir rahmanirrahîm” demişti sanki.Aslında Yakup ailesine o rüyası ile on dokuz yıl önce, şehit olacağı haberini çoktan vermişti, fakat onlar bunu ancak oğulları şehit olunca anlamışlardı. * Yakup’un cenazesi, şehadetinin ardından helallik almak için Sakarya’daki evlerine getirilmişti. Hep istediği gibi, ay yıldızlı bayrağa sarılıydı tabutu… Bütün mahalle, bütün sokaklar anasına o gün söylediği gibi al bayrağımızla donatılmış, binlerce insan onu minnetle ve dua larla uğurlamaya gelmişti. Annesi Emine Hanım, kalabalığın içinden geçip, doyamadığı evladının tabutuna sarılıp, onun yüzünü, saçını okşar gibi tabutunu okşayıp, severken beyaz bir kumru uçup konuvermişti tabutuna, tam da oğlunun başucuna… Emine Hanım, uzun uzun kumruya bakmış ve evladının sözlerini hatırlamıştı; “Eğer gün olurda geri dönemezsem, bil ki o kumru ne yapıp edip, dağları, taşları aşıp, kilometrelerce uçup sana iyi olduğum haberini getirecek. Tıpkı Yakup Peygamber oğlunu ararken, kumruların ona yardım etmesi gibi, o da sana yardım edecek…” demişti Yakup. Beklediği o kumru gelmişti işte, şehidinden haber getirmişti gözü yaşlı ama yüreği gurur la dolu anacığına… Gözlerinin yaşını silerken, bir kere daha anlamıştı aziz şehidimizin anneciği, yiğit oğlu emin ellerdeydi, vatan toprağına emanetti artık.Kahraman Şehidimiz Jandarma Uzman Çavuş Yakup Yilmaz gibi, vatanımızın bölünmez bütünlüğünü ve Türk Milleti’nin bağımsızlığını korumak için canlarını hiçe sayan aziz şehitlerimizi saygıyla anıyoruz. İnanıyoruz ki onlar, bir müminin ebedi yaşayacağı en güzel makamdadır lar. Ruhları şad, mekanları cennet olsun.“Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker! Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer. Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i… Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi… ” Mehmet Âkif Ersoy