UĞUR BORA
1992-2020
Şehir: Tokat
Doğum Yılı: 01.02.1992
Şehadet Yeri ve Tarihi: Hakkari, 30.05.2020
Görevi: Piyade Uzman Çavuş

Tokat, Niksar’ın Yolkonak Kasabasında sabahın çok erken saatleriydi. Hava öyle soğuktu ki, insanın içini titretiyordu. Uğur, sabah ezanından önce uyanmıştı yine bu sabah. Evi ile okulu arasındaki mesafe çok uzundu, ilk derse yetişmesi için evdeki herkesten erken kalkması gerekiyordu. Üzerine, bu hava için ince sayılacak montunu giydi, ayağına ayakkabılarını geçirdi aceleyle. Çantasını sırtına attı, kapıyı çekip çıktı. Dışarının soğuğu içini titretti bir an ama aldırış etmedi. Dayanıklı bir çocuktu. Karlara bata çıka yürürken, ıslanan ayakkabıları geri koyamazdı onu okula gitmekten. Derslerinde çok iyiydi, zeki bir çocuktu. Tüm hocaları severdi Uğur’u. Okulunun müdürü de Uğur’un bu kadar yolu yürümesine kıyamaz, okul çıkışlarında eve bırakırdı bazen motosikletiyle. Yürürken soğuktan kızarmış burnunu sildi elinin tersiyle Uğur. Yan komşuları kapının önüne çıkmıştı her sabahki gibi, “Günaydın Emine Nine.” diye seslendi Uğur. “Günaydın yavrum” dedi yaşlı kadın, “Allah zihin açıklığı versin.” Hem Uğur’un hem de kardeşlerinin küçüklüğünü bilirdi Emine Nine. Hiç çocuğu olmamıştı ama kasabadaki her çocuğun üzerinde emeği vardı, en çok da Uğur’u severdi. Her sabah okula yolcu etmek için erkenden kapıya çıkardı o yüzden. Uğur, yeni doğduğunda kapılarına gidip annesine, “Bu çocuk çok çile çekecek, çektiği çileler kadar da iyi bir çocuk olacak. Yaşı on sekiz oldu mu, bir ceviz ağacı diksin, sonunda hak ettiği huzuru en yüksek mertebede bulacak.” demişti. Uğur’un annesi şaşırmıştı komşusunun söylediklerine. İçi ürpermişti bir anda ama kötüye yormak istememişti kadıncağızın sözlerini. “Vardır bir hayır.” diye düşünüpkendisini rahatlatmıştı. Gerçekten de ninenin söylediklerinde büyük bir hayır vardı, bunu ileride anlayacaklardı. * Zaman su gibi akmış, Uğur, on sekizini doldurmuş, liseden mezun olmuştu. Emine Nine’nin ömrü yetmemişti Uğur’un ceviz ağacını diktiğini görmeye ama annesi, unutmamıştı komşusunun söylediklerini. Oğlunun on sekizinci yaş gününde, eline bir fidan tutuşturup, “Koş da arka bahçeye dikiver bunu” demişti. Uğur, ninenin vasiyetinden habersiz, annesine yardım etmek niyetiyle ceviz fidanını bahçeye dikmişti özenle ve o gece bir rüya görmüştü. Rüyasında, evlerinin arka bahçesindeydi Uğur. Diktiği fidan kocaman bir ceviz ağacına dönüşmüştü. Işıklar içinde üniformasıyla bir Mehmetçik yaklaşıyordu Uğur’a. Yüzünü göremiyordu ama sesini çok net hatırlıyordu; “Sen ve ben aynı kaderi paylaşıyoruz. Vatan bize emanet.” dedikten sonra ışıklar içinde kayboluyordu. Sabah, Uğur, manevi açıdan çok yoğun bir hisle uyanmıştı. Bu rüyayı görmesinin, muhakkak bir anlamı vardı. Hem de tam on sekizine bastığı günün gecesinde…Kimseye anlatmadı, çünkü artık biliyordu. Hayatta ne yapmak istediğine karar vermesi için bir işaretti bu rüya. Asker olacaktı. * Rüyanın üzerinden birkaç gün geçmişti ki, Uğur, küçük kardeşiyle birlikte tarladan dönerken, Gülseren’i gördü. Ağır gelmişti kıza elindeki yük. Uğur anladı onun yorulduğunu, yardımına koşmak istedi ama sonra cesaret edemedi. Mahcup bir gençti Uğur, rahatsız etmek istemedi. Onun yerine aklına yazdı Gülseren’i. Günü gelince evleneceği kızdı o ama önce yüreğinde yatan en büyük arzuyu gerçekleştirmesi gerekiyordu; Şanlı Türk Ordusu’na katılıp vatan topraklarını ve milletini düşmandan koruyacaktı. Bir an önce uzmanlığını yapmaya karar verdi, bu kararı annesine ve babasına da açtı. Ailesi zaten Uğur’un çocukluğundan beri yanlarında kalıp, çiftçilikle uğraşmayacağını biliyorlar dı. Milletini, bayrağı, namusu ve şerefini temsil etmek için günün birinde o kapıdan çıkıp gideceğini çoktan kabul etmişlerdi. Uğur, eşyalarını topladı büyük bir coşkuyla. Bir Türk bayrağı vardı odasında asılı duran, onu da katladı, bavuluna koydu. Artık hazırdı gitmeye. Uğur’u heyecanla ve gururla yolladılar İstanbul’a. Annesi hiçbir oğlundan esirgemezdi analık sevgisini. Sabah akşam bütün evlatları için dua ederdi. Şimdi Uğur uzaklara gidiyor diye endişeliydi ama bir yandan içi rahattı, ettiği dualar oğlunu tüm musibetlerden koruyacaktı.Uğur, İstanbul’a gittiğinde anacığının duaları gerçekten de korudu onu. 2016 yılında İstanbul Tuzla’da, Piyade okulundaydı. 15 Temmuz gecesi, terör örgütünün alçak darbe girişiminde Uğur, olacakları önceden fark etmiş, hem kendisinin hem de arkadaşlarının güvenliğini sağlarken, vatanı bölmeye çalışan bu örgütün, hain planlarını gerçekleştirmesine izin vermemişti. Uğur, bu badireyi atlattıktan sonra kasabasına Piyade Uzman Çavuş Uğur Bora olarak dönmüştü. Artık Türk bayrağını üniformasının cebinde taşıyordu. Yalnız ailesi de değil, tüm kasaba gurur duymuştu Uğur’la. Uğur, bu arada ikinci arzusunu da gerçekleştirmiş, köyde görüp beğendiği o kızla, Gülseren’le evlenmiş, mutlu bir yuva kurmuştu. Uğur, evliliklerinden kısa süre sonra eğitimi için Isparta’daki birliğe gitmişti. Gülseren, ayrı kaldıklarına üzülse de bir yandan kocası için seviniyordu. Bir de bebekleri olacaktı üstelik. Fırsat buldukça telefonla konuşuyorlardı. Bir akşam Gülseren’e bir telefon geldi. Arayan Uğur’du. Gülseren, Uğur’un sesini duyunca kalbinde yeşeren özlemi anladı iyice. Uğur, Gülseren’e bir haber vereceğini ama endişelenmemesi gerektiğini söyledi. Yıldırım çarpmıştı Uğur’u ama iyiydi, bir şeyi yoktu. Karnı burnunda Gülseren, neye uğradığını şaşırmıştı, eli ayağı titremişti… Uğur son derece emin bir tonda, “Anacığımın duaları koruyor beni, sen merak etme” demişti. Gülseren’in elinde değildi ki merak etmemek. Hem de çok merak ediyordu, sağ salim bebeklerini kucaklarına alsınlar istiyordu. * Çok geçmeden Uğur, Isparta’dan memleketine döndü. Akabinde kızları Nehir doğdu, babalık pek yakışmıştı Uğur’a. Gözü gibi bakıyordu ona. Gece gündüz kucağından indirmiyordu ama kızına doyamadan yine yollar görünmüştü çiçeği burnunda babaya. Hakkari’ydi şimdiki görev yeri. Çukurca’ya doğru yola çıkması gerekiyordu. Vedalaştı ailesiyle, karısı ve kızını öptü, doyamadı bir daha, bir daha öptü, kokularını aklına kazımak ister gibi… Birliğine vardığında, zorlu şartlara rağmen çabucak uyum sağladı Uğur. Soğuğu, sıcağı, karı, fırtınası insanı yıpratıyordu ama Uğur pes edecek bir insan değildi. Hem, vatan aşkı her şeyin üstesinden gelmesini sağlıyordu. Bir gün, silah arkadaşı Birol’la birlikte nöbettelerdi. Hava serindi. İki arkadaş etrafı kolaçan ediyordu. Derken ileride bir hareket fark ettiler. Hemen dikkat kesildiler. Birol daha iyi görebilmek için yaklaşmak istedi. Uğur da peşindeydi hemen, iki adım ya vardı ya yoktu aralarında. İkisi de nefesini tutmuş, ne olup bittiğini görmeye çalışıyordu. Birol bir adım daha attı, Uğur işte o zaman fark etti. “Dur” diye bağıramadan Birol çoktan ilerlemişti. Sonra kulakları sağır eden bir patlama sesi duyuldu. Mayına basmıştı Birol, Uğur’un gözü önünde bir arkadaşı şehadete ermişti. Bir yandan kulakları uğulduyor, bir yandan da içinde anlatılamaz bir acı ve öfke duyuyordu. Uğur, birkaç gün sonra, kendine geldiğinde babasıyla konuştu. Birol’u, patlayan o mayını anlattı. Babası en az oğlunun başına gelse üzüleceği kadar üzüldü delikanlıya ama şehadete ulaşmanın herkese kısmet olmayacağını da anlattı oğluna. Uğur “Biliyorum baba.” dedi “Birol iyi makamda. Peygamberimize komşu oldu. Belki anacığımın duaları benim de bir gün bu vatan uğruna şehadet şerbetinden içmeme yardım eder…” dedi. Turan Bey’in yüreği sızladı ama oğlunun bu isteği karşısında destek olmaktan başka yapabileceği bir şey yoktu. Bir gece, rüyasında yine aynı ağacı gördü Uğur. Bu sefer ceviz doluydu ağaç. Cevizleri toplamaya başladı, annesine reçel yaptırmak için. O arada yıllar önce gördüğü rüyadaki gibi Mehmetçik tekrar geldi ışıklar içinde, yine yüzü ışıktan görünmüyordu. Cevizlerden o da bir iki tane alıp, ceplerine attı ve sonra “Seni bekliyoruz kardeşim…” dedi. Tam gidecekken Uğur “Bir dakika!” diye bağırdı arkasından, asker durdu. Uğur bu sefer yaklaştı ona, omzuna dokundu, yüzünü göstermesini isteyerek. Asker yüzünü döndüğünde, Uğur karşısındakinin, gözlerinin önünde şehadete eren silah arkadaşı Birol olduğunu anladı… Uğur rüyasından çok etkilenmişti. Babasını aradı, kim bilir belki de helalleşmekti isteği. Rüyayı ve gönlünde duyduğu heyecanı anlattı. Babası huzursuzlanmıştı, dayanamayıp, “Dön haydi memleketine.” deyivermişti. “Bak anacığın, ağacından topladığımız cevizlerle reçel yaptı, sen seversin diye. Hem karın, kızın da çok özlüyorlar seni… Bitsin bu hasretlik artık.” Uğur’un kalbi ailesine duyduğu özlemle attı yine ama mesleğini bırakmayı aklından bile geçirmezdi, “Baba, ben görevimden vazgeçmem. Yüce Rabbim’in dinine, Peygamberine yardım edene, Yüce Rabbim de yardım eder inşaallah, sen gönlünü ferah tut.” dedi sonra ekledi “Hem bayramda yanınızdayım kısmetse, bir geleyim o zaman yeriz ceviz reçelini de.” Turan Bey, ne söylerse söylesin fayda etmeyeceğini anlamıştı. Uğur, telefonu kapatmadan önce, hakkını helal etmesini istedi babasından. Babası, gözleri dolu dolu “Helal olsun yavrum.” dedi. Son konuşmaları bu oldu. Uğur, babasıyla konuştuktan sonra, bir operasyona gidecekti. Vakit dardı ama abdestini aldı, namazını kıldı. Savaş sırasında bile namaza dururdu Türk Asker’i. Tıpkı Bedir Savaşı’nın, en güç anında bile topluca namazını kılan İslam ordusu gibi. Sonra, sanki şehadete ereceğini hisseder gibi kızına ve karısına bir mektup yazıp, kişisel eşyalarının üzerine bıraktı ve göreve gitti. Uzun bir çatışma sonucunda teröristler bozguna uğratıldı. Uğur bütün silah arkadaşlarıyla beraber büyük bir mücadele verip düşmana karşı koymuştu ama yaralı arkadaşları vardı. Onları geride bırakamazdı. Yardım etmek için geri dönerken düşürüldüğü pusuda şehadet şerbetinden o da içti. Vatanını korumak uğruna ölümü göze alan kahraman Türk Askerimiz sayesinde bu vatan hala birlik ve beraberliğini muhafaza etmektedir. Şehit Piyade Uzman Çavuş Uğur Bora ve onun gibi canlarını bizler için feda eden tüm Mehmetçiklerimize Allah’tan rahmet diliyoruz. Mekanları cennet, ruhları şad olsun…