Tunahan KARTAL
1992-2016
Şehir: Zonguldak
Doğum Yılı: 15.04.1992
Şehadet Yeri ve Tarihi: Hakkari, 15.05.2016
Görevi: Uzman Çavuş

“Anneciğim akşamüstleri sobaya kömür atma, geri tepmesin. Sobayı da yak mutlaka, üşütüp hasta olma. Odunu kömürü de sakın düşünme; ısınmana bak. Oğlun hepsini halledecek inşaallah.” Tunahan, bu satırları o inci gibi yazısıyla annesi için tuttuğu deftere yazmıştı. Birkaç ay sonra vatani görevini yapmak için Peygamber Ocağına gidecek, çakı gibi asker olacaktı. Yokluğunda biricik anası zorluk çeksin istemiyordu. Ne de olsa o zamana kadar hiç ayrılmamışlardı ana oğul. Tunahan, daha bebekken annesiyle babası boşanmış, o günden sonra baş başa kalmışlardı. Tüm zorlukları birlikte göğüslemişler, birbirlerinin sığınacak limanı, gölgesinde soluklanacak çınarı olmuşlardı ama ayrılık vakti gelip çatmıştı. Tunahan, görev yerine hareket ederken fedakâr anneciğine sarılıp, “Sakın arkamdan ağlama, dayanamam.” demişti. Bağdagül Ana, yüreği yansa da gözyaşlarını içine akıtarak, “Ağlamam. Ben seni bugünler için yetiştirdim. Sen de her Türk evladı gibi vatan borcunu ödeyeceksin. Seninle gurur duyuyorum.” deyip gözlerinden, yanaklarından öpmüş, kokusunu içine çekmişti evladının. Bu hayattaki tutunacak tek dalı olan bir tanecik oğlunu sevinç gözyaşlarıyla uğurlamıştı. Annesinin tek oğluydu Tunahan, heybetli duruşuna rağmen onun kınalı kuzusuydu. Yeni doğduğunda, çocuğu olmayan halası evlat edinmek istemiş ama canından bir parça olan evladını kimselere vermeyi kabul etmemişti anacığı, oğluna sahip çıkmıştı. Büyüdüğünde de o anasına sahip çıkacaktı; haliyle ve tavrıyla daha minicikken belliydi bu. Annesine hiç kıyamazdı Tunahan, onu hiç üzmemişti. Vicdanlı, namuslu,maneviyatı çok yüksek bir delikanlıydı. Her sabah uyanıp abdestini alır, namazını kılar, anacığının kahvaltısını hazırlar, her hafta mutlaka anneannesinin ve dedesinin kabrine gider, dua okurdu. Emekleri çok büyüktü üstünde; on yaşına kadar onların yanında yaşamıştı annesiyle beraber. Anneannesiyle dedesinin vefatından sonra ise ana oğul birlikte Kozlu ilçesine gidip bir ev tutmuşlar ve dededen kalan maaşla kirada yaşamaya başlamışlardı. Tunahan’ı fitrelerle, burslarla okutmuştu Bağdagül Ana, dişinden tırnağından artırarak. Tunahan da annesinin yüzünü bir gün bile kara çıkarmamıştı. Sırf o çok istiyor diye üniversiteyi kazanarak Elektrik Elektronik Meslek Yüksek Okulundan mezun olmuştu. Hem okuyor hem de anacığına destek olmak için haftanın yedi günü durmaksızın çalışıyordu. Annesini kimseye muhtaç etmemeye yemin etmişti, çok şükür geçinip gidiyorlardı. Yoklukta da mutlu olabilmeyi başarabiliyorlardı. Ne de olsa ana oğul yan yanalardı ve bundan daha büyük mutluluk yoktu. Bağdagül Ana, daha çocukken biliyordu oğlunun büyük adam olacağını. Belki de babasız yetiştiği için yaşıtlarından daha çabuk olgunlaşmış, büyümüştü; büyümek zorunda kalmıştı. Her zaman ne istediğini bilir; en zorlu, en engebeli yollardan geçerken bile yolundan hiç şaşmaz, kestirmeyi hiç seçmezdi. Oğlunun askere gidişinin ardından gün saymaya başlamıştı Bağdagül Ana. Sayılı gün çabuk geçerdi ya hayatta tutunacak tek dalı oğlu olunca, geçmiyordu bir türlü zaman. Yine de sabredecekti; vatan için bütün asker annelerinin görevi buydu, sabırla beklemek… Fakat beklediğinden daha uzun sürecekti oğlunun geri dönüşü. Tunahan, annesinden habersiz çavuşluk sınavlarına girip kazanmıştı. Bağdagül Ana, bunu öğrendiğinde başta içerlemişti biraz evladına, gönül koymuştu. Ne de olsa daha fazla ayrı kalmak istemiyordu oğlundan. Diğer yandan onun yüreğindeki memleket sevdasının ne kadar büyük olduğunu da gayet iyi biliyordu. Hasret ciğerini yakıp kavuracaktı belki ama onu doğuran anası bile olsa, oğlunu bu ilahi yolundan çevirmek, Rabbi ile arasına girmek haddine değildi. Tunahan, şehitlik makamına ermeden bir hafta önce anacığının rüyasına girmişti; “Hazırlan geliyorum anne, seni de alacağım yanıma.” demişti. Bağdagül Ana, uyanmış, bir an oğlu gerçekten yanında mı diye etrafına bakınmıştı. Rüyaydı gördükleri. Besmele çekip bir su içmişti. Neydi ki şimdi bu rüya? O yaz planları vardı oğluyla, temmuzda kız istemeye gideceklerdi. Eylül gibi de düğün dernek kuracaklardı kısmetse; ona yordu. Tunahan bir gün izne geldiğinde annesine bir kızı sevdiğini ve onunla evlenmek istediğini anlatmıştı. Bağdagül ana şaşırmış, çok da memnun olmuştu. Şaşırmıştı çünkü çocukluğundan beri ketum bir yapısı vardı oğlunun, ser verip sır vermezdi. O yüzden bilmiyordu onun gönül aleminde olup bitenleri. İşinden gücünden de bahsetmez, hiçbir sıkıntısını dile getirmezdi ama o gün ilk defa kendini açmıştı. Heyecanla, “Anacığım, temmuz ayının ortasında güzel bir ev alabileceğiz inşaallah. Kızı istemeye de ondan sonra gideriz senin de iznin olursa.” demişti. Nasıl izni olmayacaktı ki? Dünyada bir tek oğlu vardı, şimdi bir de kızı olacaktı. Çok sevindi Bağdagül Ana, yüreği pırpır etti; ne de olsa biricik oğlu evleniyordu. Hemen plan yapmaya başladı; temmuza ne kalmıştı ki şunun şurasında. Kız istemeye giderken götürecekleri tepsiden, gelinine takacağı bileziğe kadar hepsini bir bir düşündü. Anlı şanlı bir düğün yapmak istiyordu oğlu için lakin heyecanı fazla uzun sürmedi. Çok değil, bir hafta sonra Tunahan’ın şehadet haberi düştü ocağına. Tunahan, en son izne gelişinde sanki hissetmiş gibi, “Bir gün şehit olursam sakın üzülme anne. Çünkü o güne kadar bir tek benim annemdin ama o günden sonra tüm Türkiye’nin annesi olacaksın.” demişti. Bağdagül Ana itiraz edecek olmuştu gelgelelim oğlunun gözündeki vatan aşkını görünce susmuştu. Öyle bir aşktı ki bu, coşkun bir nehir gibi taşıyordu yatağından. Sonradan anlayacaktı; o ziyaret aslında Tunahan’ın veda ziyaretiydi anacığına. Şimdi de anacığı oğluna iadei ziyarette bulunmaya gidiyor du. Tunahan’ın şehadet şerbetin den içtiği topraklara; son görev yerine gitmek için çıkmıştı yola Bağdagül Ana. Tunahan, rüyada söylediği gibi annesini almaya gelmemişti daha ama annesi dayanamamış oğluna gidiyordu işte; oğlunun cennet vatan uğruna canını feda ettiği coğrafyaya. Zorlu bir yolculuktan sonra Yüksekova’ya ulaşmışlardı. Derin vadilerin ve yüksek rakımlı dağların içinden geçerek Dağlıca’daki kışlaya vardıklarında hava kararmak üzereydi. Anlamı büyüktü bu yolculuğun, bir kavuşma vardı sonunda. Zap suyunun Dicle’yle buluşması gibi bir kavuşma; Bağdagül Ana’yla oğlu kavuşacaktı, az kalmıştı. Askeri aracı süren er, “Yaklaştık anacığım” diye seslendiğinde Bağdagül Ana, sanki oğlunu görecekmiş gibi heyecanlandı. Pencereden dışarı baktı; yüksek rakımlı dağlar arasındaki karakol seçiliyor, sanki gri gökyüzünün altında nurlanmış gibi parlıyordu. Bir an oğlunun orada, kendisini beklediğini hayal etti, “Annem” diye boynuna sarılışını, sevdiği kızı soruşunu, heyecanla gelecekle ilgili planlarını anlatışını düşledi. Bağdagül Ana, oğlunun son sohbetini edip, son çayını içtiği, son kez silahını kuşanıp düşmanın üzerine kurşun olup yağmak için son defa ant içtiği karakola doğru yürüyordu. Kim bilir o duvarlar arasında Tunahan gibi kaç sevdalı yürek, ailesini, anasını, babasını özleyen kaç evlat, çocuğuna hasret kaç baba daha Allah yolunda canını feda etmeye hazırdı? Bağdagül Anayı tabur komutanı başta olmak üzere oğlunun silah arkadaşları sımsıcak gözler le karşıladı. Sanki kendi analarını görmüş gibi ışıl ışıl bakıyordu hepsinin gözleri. Bağdagül Ana da kendi oğlunu görmüş gibi baktı vatanı için canını siper etmiş bu aslanların her birine; hepsinde oğlunun yüreği atıyordu. Tunahan, bütün bu yiğitler nefes aldıkça yaşamaya devam edecekti. Tek tek kucakladı hepsini, oğlunun kokusunu duyar gibi öpüp kokladı. Tunahan’ın silah arkadaşları, Bağdagül Anayı içtenlikle ağırlıyorlardı. Kadıncağız Tunahan’ın en sevdiği meşhur cevizli kömecinden getirmişti onlara. İstemişti ki onlar yedikçe oğlunun da ruhu doysun. Arkadaşları öve öve bitiremediler Bağdagül Ananın elinin lezzetini. Dağda nöbet tuttukları gecelerde Tunahan’dan methini duymuşlardı zaten anacığının yaptığı yemeklerin. Evdeki sohbetleri, onu büyütürken yaptığı fedakarlıkları tek tek anlatmıştı Tunahan onlara… Bağdagül Ananın gözleri doldu, oğlu demek buralar da da hep anasıyla yaşamıştı. Bağdagül Ana da oğlunu, çocukluğunu, hayallerini sonra şehitlik haberini aldığında yaşadıklarını anlattı yanaklarından gözyaşları ip gibi dökülürken. Tunahan’ının ona söylediklerini hatırlayarak ayakta durmaya çalıştığını, ağlayıp düşmanları sevindirmemek için nasıl uğraştığını, yazdığı mektupları satır satır yüzlerce defa okuduğunu, onlara tutunarak hayatta kaldığını, oğlunun kendisini hem bu hayatta hem de ahirette değerli kıldığını ve her gün her gece onun annesi olduğu için Rabbine şükrettiğini uzun uzun anlattı. Çaylar içildikten sonra oğlunun dinlendiği koğuşa, yemek yediği yemekhaneye, çay aldığı kantine gittiler hep beraber. Onun yattığı yatağa, oturduğu sandalyeye, geceleri uyku tutmadığında gözünü diktiği duvarlara baktı tek tek. Her yere kokusu sinmişti sanki evladının. Doya doya içine çekti. Tunahan’ın nöbet beklediği mevziye geldiklerinde komutanı acılı fakat vakur duruşundan bir an bile taviz vermeyen Bağdagül Ananın omzuna dokunarak, “Oğlun operasyondan hemen önce yanıma gelip, ‘Komutanım, bir mümin için cephede iki güzel netice vardır; biri şehitliğe ulaşmak, diğeri gazilik onurunu taşımak’ demişti.” Bağdagül Ana gözleri yaşlı dinlerken komutan devam etti, “O yiğit, teröristlerin üzerine gözünü bile kırpmadan yürürken, ereceği mertebenin anlamını çok iyi biliyordu. Düşmana teslim olmadan hem Rabbini, hem milletini, hem de anasını şereflendirdi. Hepimize nasip olur inşaallah.” dedi. Bağdagül ana gururdan yaşaran gözlerini silerken “Oğlumun dediği gibi; ben eskiden bir tek Tunahan’ın anasıydım, şimdi bütün Türkiye’nin anasıyım. Çok şükür. Bin şükür.” dedi. Terör örgütünün yuvalandığı o dağları, onlar için cehenneme çevirmek üzere ezandan ve vatandan taviz vermeyerek, hak yolunda şehadet mertebesine ulaşan; gözünü hiçbir şeyden sakınmayan şehidimiz Uzman Çavuş Tunahan Kartal ve diğer yiğit şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyoruz. Tunahanlar ölmez, şehitler ölmez!