Serhat GENÇER
1973-1994
Şehir: Kırıkkale
Doğum Yılı: 13.05.1973
Şehadet Yeri ve Tarihi: Şırnak, 08.01.1994
Görevi: Deniz Piyade Astsubay Çavuş

Serhat, her gün talim yaptıkları deniz kenarındaydı yine. Harekât haberi gelmişti o gün. Birliğinden ayrılıp mesleği gereği başka bir şehre gidecekti. Sevdiği kız geldi aklına bir an. Buruk gülümsedi. Kavuşamamışlardı bir türlü. Belki başka bir mesleği olsa, her şey daha farklı olabilirdi. Bir yuva kurabilir, çocukları olabilirdi ama Serhat seçimini çoktan yapmıştı. Aşkını kalbine gömüp canı pahasına vatanını savunmaktı onun kaderinde yazılı olan… Hem onun gönlündeki en büyük aşk vatanı ve bayrağıydı. Başka hiçbir aşk, bunların önü ne geçemezdi. Uzun uzun baktı ufka doğru, kızıldı şimdi gökyüzü, güneş batmaya hazırlanıyordu. Havanın kızıllığı denize de vuruyor du. Yakamozlar her yerde, sanki gökteki yıldızlara göz kırpar gibiydi. Çok güzel görünüyordu ama bir o kadar da manidardı. Yıllar önce bu vatan için dökülen kanları, Kurtuluş Savaşını, vatan toprakları uğruna canını feda eden atalarımızı düşündürdü Serhat’a bu manzara.Daha yaşı küçücükken salonda duran o kocaman ansiklopedileri alır, babasından kendisine okumasını isterdi. Özellikle Gazi Mustafa Kemal Atatürk’le ve İstiklâl Savaşımızla ilgili kısımları büyük bir merakla dinler, bir yandan da kafasında canlandırırdı babasının okuduğu her paragrafı. O şanlı savaşları, kazanılan zaferleri büyülenmişçesine hayal ederdi. Daha o zaman karar vermişti Serhat, vatanını canı pahasına savunmaya. Babasına söylemişti bu kararını daha küçücükken. “Ben de Atatürk gibi, bütün atalarımız gibi vatanımı korumak istiyorum baba” demişti, babası da “Koruyacaksın tabii, senin gibi cesur ve şerefli bir çocuktan da başka bir şey beklemezdim zaten.”diyerek ona güven ve cesaret aşılamıştı. Serhat babasının bu desteğini de alarak, “Sana söz babacığım, büyüyünce benimle gurur duyacaksın” demişti. Bu, babasına verdiği en büyük sözdü. Son derece iyi huylu bir çocuktu Serhat. Her zaman ağırbaşlıydı, cömertti, hoşgörülüydü. Büyük bir merhamet duygusuna sahipti. Affedici ve uzlaşmacı bir yapısı vardı. Kimseye kırılmaz, kin tutmazdı. Kimseyi kıracak şekilde de davranmazdı. Hele babasını ve ailesini bir gün bile üzüp, incitmemişti. Ailesinin her ferdini ayrı ayrı severdi Serhat ama babasının yeri, onun için bir başkaydı. Küçüklüğünden beri babasını sadece babası olarak değil, bir arkadaş gibi de seviyor, aynı zamanda da çok saygı duyuyordu. Büyük emeklerle kendisini yetiştirmiş, okullara yollamış, hiçbir fedakârlıktan kaçınmayarak büyütmüştü evladını babası. Şimdi onun kendisi için yaptığı fedâkarlıkların karşılığını, vatanını savunarak, milletinin birlik ve beraberliği için elinden geleni yaparak verecekti Serhat da. Bunları düşünürken, gözlerinin önünde alabildiğine uzanan denize bir daha baktı Serhat, hayalleri bu engin denizlerde gerçekleşmek için onu bekliyordu.* Yorgun argın ayrılıyordu her idmandan sonra deniz kenarından Serhat. Bu deniz, onun ve arkadaşlarının kendilerini sınadığı bir alan haline gelmişti adeta. Her çalışma bambaşka bir meydan okuma gibiydi onlar için ama Serhat ve onun gibi kahraman deniz piyadeleri alışmışlardı bu tempoya. Çoğu insanın altından asla kalkamayacağı zorluklara cesurca göğüs geriyorlardı. Uzun zamandır çalışıyorlar, kapsamlı şekilde komando eğitimi alıyorlardı olası görevler için. “Timsahlar” diyorlardı onlara. Tıpkı bir timsah gibiatik ve dikkatliydiler en tehlikeli zamanda bile. Avının yakınına gelmesini bekleyip ansızın yakalayan ve güçlü çenesi aracılığıyla kuvvet uygulayan bir timsahı avlanırken izlemek gibiydi deniz piyadelerini eğitimde görmek. Deniz Piyade Astsubayı Serhat Gençer, karargâhı Foça’da olan Amfibi Deniz Piyade Tugay Komutanlığında görevliydi. Henüz 21 yaşındaydı ama mesleğine gönül vermişti. Hiçbir zorluk onu hedefinden ve hayallerinden vazgeçiremez, babasına verdiği sözden geri döndüremezdi. Şimdi Timsahlar, Foça’daki karargâhı, silah arkadaşlarına emanet edip “Özel Amfibi Deniz Piyade Taburu” adıyla, Şırnak’taki Cudi Dağı bölgesine gideceklerdi. Orada “İç Güvenlik Harekâtı” kapsamında, teröristlere karşı Türkiye Kömür İşletmeleri’ne ait linyit sahalarını koruyan Maden Karakolu’nda görevli olacaklardı. Serhat bunca zaman hep denize yakın olmaya alışmıştı. Şimdi görev onu ülkenin öbür ucuna götürüyordu ama onun için vatanın her karış toprağı aynıydı. Burada da aynı azamet ve azimle mesleğini yerine getirecek, milleti ve vatanı için canı pahasına mücadeleye devam edecekti, bundan kimsenin şüphesi yoktu. Çünkü o kararlılığı ve yiğitliğiyle, hem astları hem de üstleri tarafından çok sevilen ve çok sayılan bir askerdi. Yeni görevine de hemen uyum sağlamış, büyük başarılara imza atmaya başlamıştı bile. Babası, terör olayları yüzünden, oğlunun yeni görev yeri Şırnak olduğundan beri biraz tedirgindi. Serhat, onun bu endişesini biliyor, o yüzden fırsat buldukça arayıp, kendinden ve iyi olduğundan haber veriyordu ama babasının içi bir türlü soğumuyordu. Aklı hep oğlundaydı. Teröristler iyice gemi azıya almışlar, sivil, asker demeden kan döküyorlardı. Terör olayları artmış, haberlerde ülkedeki huzursuzluktan bahsediliyordu. Serhat ve arkadaşları, bir nebze olsun bu huzursuzluğu engellemek, insanların rahat bir nefes almasını sağlamak için oradaydı. Bu nedenle kahramanca operasyonlara katılıyor, en ön saflarda yer alıyorlardı. Bu onların göreviydi ama baba yüreği onun için endişelenmeden duramıyordu. Her gece oğlu için dua ediyor, bir an önce sağ salim geri dönmesini diliyordu. Serhat’ın yüreğinde de hem ailesine hem de sevdiği kıza dair dinmek bilmez bir özlem vardı. Foça’daki Amfibi Deniz Piyade Tugay Komutanlığı’nı bırakıp Şırnak’a gelmek de bu özlemi iyice perçinlemişti. Serhat o gece, içinden taşan özlemi biraz olsun dindirebilmek için hemen oturup ailesine bir mektup yazmıştı.Şırnak’a geldiğinden beri, içinde tuhaf, adını koyamadığı bir his vardı. Büyük bir sevinç duyuyordu derinlerinde. Neden olduğunu bilmiyordu o an ama sanki Allah’a ve yıllarca babasından dinlediği, vatan için, bu topraklar için kanını dökmüş aziz şehitlerimize her gün biraz daha yakın hissediyordu kendisini. Bir askerin en büyük maksadının ve mutluluğunun şehadete ulaşmak olduğunu çok daha iyi anlıyordu. Mektubuna bu düşünceleri yazmayı planladı, sonra ailesini üzeceğinden korktuğu için vazgeçti yazmaktan. İçten içe hissediyordu Serhat, yakın bir zamanda şehit olacaktı ve belki de yazdığı bu son mektup, kendi şehadet haberinden sonra ulaşacaktı ellerine. O gece Miraç Kandiliydi ve önemli bir operasyon daha vardı. Mevziye gideceklerdi. Serhat, operasyona gitmeden önce, sivilken imam olduğunu bildiği bir askerini çağırdı yanına. “Bugün Miraç Kandili” dedi, “Sivilken imamdın, hadi beraber namaz kılıp Yasin Suresi’ni okuyalım…” Asker hemen kabul etti, birlikte abdestlerini alıp namaz kıldılar. Sonra da dualarını okudular büyük bir huşu içinde. Miraç gecesi, Serhat son namazını kılmış, manen kendini şehadet için hazırlamıştı. * Mevziye gitmeden önce Serhat, ailesine yazdığı o son mektubu arkadaşı Astsubay Ömer Şahin’e uzatırken, “Bunu aileme yollar mısın yarın?” diye sordu. Ömer Şahin, şaşırdı, “Görevden gelince kendin yollarsın, neden bana veriyorsun ki?” dedi. Serhat huzur içinde gülümsedi ona, “Bugün mevziden dönemeyeceğim. Dün gece rüyamda rahmetli dedemi gördüm, onu çok severdim.” dedi,“Beni yanına çağırdı, herhalde şehadet makamına ereceğim” diye ekledi. Ömer, Serhat’ın bu söylediklerine inanmak istemedi. “Mevziye her giden şehit mi oluyor?” dedi, “Mektubu alamam, kendin yollarsın.” diye tekrarladı. Serhat, Ömer’in mektubu almayacağını anlayıp başka bir askere döndü, mektubu ona uzattı, “Oğlum, bu mektubu al, postaya ver” dedi. Asker hemen başıyla onaylayıp mektubu aldı ve gitti. Serhat derin bir nefes aldı, sonra dışarıda kendisini bekleyen timinin yanına gitti. Operasyon için hazırlardı. Mevziye gittiklerinde yoğun bir çatışmaya dahil oldular. Serhat ve askerleri ne kadar karşı koysalar da teröristler saldırılarına devam ediyordu. Adeta bir roket sağanağı başlamıştı deniz piyadelerine karşı. İki saat, durmaksızın ateş ettiler. Çatışma boyunca Serhat önce dedesini düşündü, kendisine rüyasında söylediklerini anımsamaya çalıştı. Sonra ailesi geldi gözünün önüne, onlarla yüz yüze vedalaşamamıştı ama yazdığı mektup her şeyi açıklıyordu. O yüzden içi rahattı. En son sevdiği kız geldi aklına, kavuşamadığı ama hasretini çektiği kız. Onun aşkını da kalbine gömmüştü. Tüm sevdikleri için, vatanı, milleti ve bayrağı adına karşı koydu düşmana. Teröristleri etkisiz hale getirebilmek için elinden geleni yaptı ve bu sıcak çatışmanın sonunda, Deniz Piyade Astsubayı Serhat Gençer ve onunla birlikte dokuz kahraman piyademiz şehit oldu. 8 Ocak 1994 gecesi, Miraç Kandilinde Serhat, arkadaşlarıyla birlikte şehadet mertebesine erişti. Serhat’ın ailesine yolladığı mektup, altı ay sonra ellerine geçti. Oğullarından geriye bir tek bu mektup kaldı. “Sevgili ailem… İlk önce hepinizi çok sevdiğimi söylemek istiyorum. Bu mektup ancak ben şehit olduktan sonra elinize geçecektir. Beni asla unutmayın, hep kalbinizin bir köşesinde saklayın. Şunu asla unutmayın. Allah’ın verdiği canı Allah’tan başkası alamaz. Bu yüzden üzülmeyin. Ben burada öldümse, Allah yolunda, vatan, namus ve millet yolunda öldüm. Benimle gurur duyun ve gülün asla ağlamayın. Eğer ağlarsanız, ben yattığım yerde rahat edemem. Dedeme de hepinizin selamını söylerim. Kendinize çok iyi bakın. Sizleri çok seviyorum. Hepinizi de çok özledim. Oğlunuz. Yazacak başka bir şey bulamıyorum.” Dz. P. Astsb. Serhat Gençer Şehit Deniz Piyade Astsubay Serhat Gençer ve onun gibi canı pahasına vatanını koruyan tüm kahraman şehitlerimiz sayesinde bu vatan, birlik ve beraberliğini muhafaza etmeye devam etmektedir. Şehitlerimizin her biri önce Allah’a, sonra kalbimize emanettir. Onların fedakârlığı, bu ülkenin bütünlüğünü korumaktadır. Allah hepsinden razı olsun. Tüm şehitlerimizin mekanları cennet, ruhları şad olsun…