Zeki Amca bir mağarada yürüyordu. İçerisi zifiri karanlıktı. Birkaç adım ilerledikten sonra, uzakta, bir kıpırtı fark etti. Elindeki feneri oraya doğru tuttu. Oğlu, Sabri, yerde yatıyordu, sanki yaralı gibiydi. Yerinden kalkacak hali yoktu. Babasına sesleniyor du acıyla; “Çok susadım baba,Allah rızası için bana bir bardak su ver…” diye. Zeki Amca koşarak oğlunun yanına gitti, onun saçlarını sevdi. Kan ve terden, yapış yapıştı oğlunun başı, “Tamam oğlum, sabret! Bulacağım.” dedi. Etrafa bakındı, oğluna götürecek bir avuç da olsa su bulabilmek için her yeri dolaştı ama yoktu, mağaranın içi kupkuruydu. Dışarı çıktı, yakında bir dere akıyordu. Koştu, avucunu alabildiğince suyla doldurdu. İçeri, oğluna taşımaya çalışırken büyük bir patlama sesi duyuldu. Sonra toz ve alevler yükseldi mağaranın olduğu yerden. Zeki Amca “Sabri!” diye haykırırken uyandı. *Yaşlı adamın kalbi, sanki yerinden çıkacak gibiydi. Belli ki rüya görmüştü ama sahici gibiydi… Canı kadar sevdiği oğlu Sabri’nin ona ihtiyacı vardı rüyasında. Hemen elini telefona attı. Aramak istedi ama gecenin bu vakti aranmazdı ki. Polisti oğlu, bütün gün yine görev başında didinmiş, suçluların peşinde koşturmuştu. Uyandırmak olmazdı. Belki de gecenin bu vakti, bir operasyondaydı. Her zamanki gibi onun aramasını beklemeye karar verdi. Tekrar koydu başını yastığına, bir o yana bir bu yana dönüp durdu ama bir türlü uyku tutmadı. Belki biraz hava almak iyi gelir diye düşünüp, evlerinin bahçesine çıktı, hanımını uyandırmadan. Saat gecenin üçüydü. Düzce Darıyeri Yörükler Köyü’ndeki evinin bahçesinde huzursuzca dolaşıyordu şimdi Zeki Amca. Hava buz gibi soğuktu. Bir an içititrer gibi oldu ama umursamadı yaşlı adam. Aklı, Şırnak Silopi’de görev yapan, polis memuru oğlu Sabri’deydi. “Üşüyor mudur acaba?” diye düşündü. Sonra kendi kendine mırıldandı, “Allah’ım sen koru evladımızı, bir avuç suya muhtaç etme inşaallah.” diye tekrarlardı içinden defalarca. Sabri’nin tayini çıkmadan evvel her şey ne iyiydi halbuki? Mudurnu’da görevliydi o vakitler oğulları, yakınlardı birbirlerine. Sık sık gidip geliyorlardı. Şimdi ise hasret yüreklerini dağlıyordu. Onlar anası ve babası olarak bu kadar özlem çekerken, geliniyle, torunu nasıl dayanıyordu kim bilir? Torun daha küçüktü ama babasına çok düşkündü. İyi bir eş, iyi bir babaydı Sabri. Ailesine karşı her zaman çok şefkatli ve sorumluluk sahibiydi. Onlara sevgisini, ilgisini göstermekten hiç çekinmezdi. Öyle hakiki ve içtendi ki, etrafında hep örnek bir baba olarak işaret edilirdi.Karısını da oğlunu da hiç kırmaz, daima güler yüz gösterirdi. İleride, oğluna her bakımdan iyi bir eğitim ve gelecek vermek istiyordu. Onu vatana, millete hayırlı bir evlat olarak yetiştirmeyi görev addetmişti kendisine. İyi bir aile babası olmasının yanında, çok da iyi bir insandı Sabri. Güzel ahlâk sahibi, büyüklerine karşı saygılı, etrafındakilere karşı hoşgörülü, uyumlu ve adı gibi “sabırlı” bir insandı. Karşısındakini can kulağıyla dinler, hiçbir konuda tek taraflı düşünmezdi. Adildi; bu adalet duygusu sayesinde, işinde de arkadaş çevresinde de herkes ona çok güvenirdi. Arkadaşları,amirleri her konuda ona danışırlardı. Dara düşen, sıkıntısı olan Sabri’yi arardı. Annesi hastalanan, kaza yapan, borcunu ödeyemeyen herkes ondan yardım isterdi. O da elinden geldiğince yardıma koşardı. Hayatta bir tek gayesi vardı Sabri’nin; “İyi bir insan” olmak. Çünkü biliyordu ki, polislik mesleğine girdiğinden beri, hep ulaşmak istediği şehadet şerbetinden tatmanın ilk kuralıydı, iyi ve güzel ahlâk sahibi bir insan olmak. “Allah’ım! Senden düzgün bir yaşantı, temiz bir ölüm ve rezil rüsva olmadan sana dönebilmeyi istiyorum.” (İbn Ebi Şeybe, Duâ, 1, No: 29134) Peygamber Efendimizin bu duasını kendisine rehber edinmiş, hayatını iyi bir insan olmaya adamıştı. Onun yardımlaşma, şefkat ve merhamet dolu bir kalbi vardı. İhtiyacı olana, mazluma, evsiz yurtsuz kalana kol kanat gerer, yaşlılara ve yoksula her zaman yardım ederdi. Tıpkı Peygamber Efendimizin, “Asıl, elde tuttuğumuz değil, dağıttığımız bizimdir.” buyurduğu gibi, elindekini konu komşuyla, eş dostla, tanıdık tanımadık herkesle paylaşmayı görev bilirdi. Bunları düşünürken, Zeki Amca gökyüzüne baktı. Dolunay, sessiz geceyi ışıl ışıl aydınlatıyordu. Sabri’yle aralarında kilometreler vardı belki ama bir an onun da aynı aya baktığını düşününce, sanki çok yakında hisseti oğlunu. İçine düşen ateşi söndürmek ister gibi, derin bir nefes alıp, soğuk havayı ciğerlerine çekti. Sonra içeri girdi. * Aynı gece, Sabri, büyük bir susuzluk hissiyle uyanmıştı uykusundan. Karmakarışık rüyalar görmüştü. Babasını hatırlıyordu bir tek. Ona su getirmek istiyordu ama o suyu bir türlü oğluna ulaştıramıyordu. Hemen başucunda duran litrelik plastik şişeyi aldı ve kana kana içti Sabri. Dudakları kurumuştu. Bütün şişeyi bitirdi yine de susuzluğu dinmedi. Başka suyu da yoktu odasında. Gözlerini kapatıp, tekrar uyumaya çalıştı ama bir işe yaramıyordu, sabah erkenden göreve gidecek olmasına rağmen, uyuyamıyordu bir türlü. Yataktan kalktı. Pencereyi açıp dışarı baktı. Ay, sanki güneşi kıskandırmak ister gibi parlıyordu en tepede. Belki şimdi babası da bahçeye çıkmış, aynı aya bakıyordu… O an anladı Sabri, yüreğine kor gibi düşen özlem ateşi yüzündendi susuzluğunun sebebi. Babasını aramak istedi hemen, gece geç olmuştu ama biliyor du, babası da uyumuyordu şu anda ve nedendir bilinmez, ondan helallik almak için büyük bir istek duyuyordu. Zeki Amca heyecanla çalan telefonuna sarıldı. Kalp kalbe karşıydı işte. Oğlu, Sabri arıyor du. Telaşla açtı telefonu “Oğlum! İyi misin?” diye sordu hemen. Sabri, her zamanki gibi neşeli sesiyle, “İyiyim babam! Korkma!” dedi, “Uyku tutmadı da sesini duymak istedim.” Rahatlamıştı Zeki Amca, “İyi yaptın, çok iyi yaptın.” dedi keyifli. Sonra Sabri, “Baba.” dedi, “Rüyamda seni gördüm. Bana su getirmeye çalışıyordun ama getiremeden uyandım.” Zeki Amca bunu duyunca, neye uğradığını şaşırdı. Böyle bir tesadüf nasıl olabilirdi? Oğluyla aynı gece, aynı rüyayı görmüşlerdi… Zeki Amca, “Ben de aynı rüyayı gördüm.” diyemedi, dillendirmekten korktu belki de. Bu sırada Sabri, devam etti konuşmaya, “Uykudan, öyle büyük bir susuzlukla uyandım ki, senden hayır dua almak için aradım. Ne olur, bu gece benim için dua et baba.” dedi. Zeki Amca’nın yüreğine bir ağırlık çöktü sanki ama belli etmek istemedi halini, “Ederim tabii oğlum, etmem mi hiç?” diyebildi sadece. Tüyleri diken diken olmuştu. Baba, oğul gördükleri bu rüyanın bir anlamı olmalıydı ama neydi? Telefonu kapatırken, “Ne olur, dikkat et kendine.” dedi Zeki Amca, teröristleri kastederek. Sabri, babasını rahatlatmak isteyerek, “Merak etme baba, korkulacak bir şey yok. Hem, şehadet şerbetinden tatmayı Allah nasip ederse, o kaderi sevinçle karşılar, doya doya yaşarım.” dedi. Öyle büyük bir bayrak ve vatan sevdası vardı yüreğinde. Oğlunun bu sözleri üzerine, Zeki Amcanın gözünden bir damla yaş aktı. Gurur duyuyor du onunla ama korkuyordu da onu kaybedecek olmaktan. * Zeki Amca, ertesi gün, her cuma olduğu gibi, camiye gitmek için evden çıktı. Oğlu için dua edecekti yine. İmam, cuma hutbesinde, şehit cenazelerinden ve şehitler kervanına katılanların eriştiği o yüce mertebeden bahsediyordu. “Şehit, Allah yolunda mücadele eden, onun için canını veren ve Allah’tan gelen bir lütuf sayesinde, Peygamber Efendimize komşu olacak yegâne insandır.” dedikten sonra şu ayeti okudu; “Onlar, Allah’tan gelen bir nimet, bir lütuf sebebiyle ve Allah’ın, müminlerin ecrini zayi etmeyeceği müjdesinden dolayı sevinç içerisindedirler.”(Âli İmrân Suresi,171. Ayet) Bir an tüyleri ürperdi Zeki Amcanın, dün gece olanları ve oğlunun söylediği o son sözleri hatırladı; “Şehadet şerbetinden tatmayı Allah nasip ederse, o ka deri sevinçle karşılar, doya doya yaşarım.” demişti Sabri. Zeki Amca o an, yüreğinin kendisine bir mesaj verdiğini anladı. Oğlu, şehadete doğru yürüyordu. *10.11.2015 günü, Sabri Altınbaş, polis arkadaşlarıyla birlikte, görev bölgesine intikal etmek için zırhlı araca bindi. Araç, içindeki cesur polislerimizle beraber, Silopi sokaklarında, halkın güvenliğini sağlamak için yol alıyordu. Biraz sonra, Sabri, rüyasın dan uyandığındaki o susuzluğu hissetti yine dilinde, damağında ama bu defa daha kısa sürdü, çünkü ta Düzce’deki babası, Sabri için dua ediyordu. Sabri zırhlı araçta derin bir nefes aldı. Kalbi büyük bir maneviyatla dolmuştu. Sanki imamın cuma hutbesinde söylediği gibi, şimdiye kadar şehadet mertebesine ulaşan tüm şehitlerimiz, Sabri’ye, gideceği yerde, hiçbir keder ve korku bulunmadığını müjdeliyorlardı. Sabri gülümsedi. Tam bu sırada, aniden kulakları sağır eden bir patlama sesi gel di. Teröristlerin, yol üstünde kur dukları bombalı tuzak, zırhlı araç üzerinden geçerken, patlatılmıştı. Yiğit Polis Memuru Sabri Altınbaş, bu pusu sebebiyle, son nefesini verirken mütevekkil ve sevinçliydi. Çünkü Allah’ın onun için bahşettiği o büyük makama giderken, şehit arkadaşları onu karşılamak üzere bekliyorlardı… Sabri de Peygamber Efendimize komşu olmuştu. Şehadet şerbetinden tatmış, artık susuzluğu geçmişti. *Şehit Polis Memuru Sabri Altınbaş ve onun gibi kahramanca, hayatı pahasına ellerinden geleni yaparak vatanımızın birlik ve beraberliğini koruyan bütün şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyoruz. Vatan, millet ve bayrağımızı korumak adına canını feda ederek bir destan yazan, tüm kahraman şehitlerimize borcumuz büyüktür. Ruhları şad, mekanları cennet olsun.