Günlerden, 27 Şubat 2018 Salı. Baharın eli kulağında… Rıdvan, askeri araçta arkadaşlarıyla beraber yol alırken, bir an Erciş’i düşünüyor, memleketini… Erciş’in havası sertti, bahar geç gelirdi. Fakat, iklimi latif Afrin’de, bahar mevsimi kendini hissettirmeye başlamıştı bile şimdiden. Öyle bir mevsimdi ki bahar, insana coşku ve heyecan veriyordu. Kış boyu uyuyan doğa, bahar mevsimiyle uyanıp kutsal bir döngü yeniden başlıyor, karıncalar yuvalarından çıkıyor, çiçekler sürgün veriyor ve yüce Allah’ın nefesini üflediği her canlı semaya duruyordu bereketle… Her ne kadar Suriye bir ateş çemberinin içinde de olsa, baharın heyecanı sadece Rıdvan ve arkadaşlarının içinde değil, bölge halkının da içinde bir coşku yaratıyordu. Sanki Türk ordusu gelmese, Afrin’e bahar gelmeyecekti. Ağaçlar meyve vermeyecek, koyunlar kuzulamayacaktı. Komşu ülkeden gelen askerleri halk bağrına basmış, onları kurtarıcı olarak görüyordu. Uzatılan zeytin dalına dört elle sarılmış, gelecek güzel, huzurlu günleri bekliyorlardı. Öyle sahiplenmişlerdi, öyle minnettarlardı ki Türk Askerine, acılarına ortak oldukları gibi, mutluluklarına da ortak olsunlar istiyordu halk. O yüzdendir ki, bir sünnet düğününe davet edilmişlerdi o gün. Davete icabet etmemek, kendilerine sonsuz bir inançla güvenen bu insanları yüzüstü bırakmak, gönüllerini kırmak olmazdı. Düğün bitmiş, dönüş yoluna geçmişlerdi Rıdvan ve silah arkadaşları. Biraz olsun tebessüm etmek, ateş çemberinden bir an için bile olsa çıkmak hepsine iyi gelmişti. Sanki memleketlerinde bir düğünden döner gibi, sılayı hissetmişlerdi yüreklerinde…Bütün aileleri, komşuları, arkadaşları oradaymış gibi gelmişti hepsine… O sırada telefonu çalmıştı Rıdvan’ın, annesiydi arayan. Konuşurken kadıncağız, telefonda zırhlı araç ve ıslık seslerini duyunca endişelenmişti. Rıdvan, annesine endişe etmemesini, düğünden döndüklerini, bu seslerin eğlence sesi olduğunu söyledi her zamanki coşkulu sesiyle… Annesi rahatlamış, oğluna dualarını yollayarak kapatmıştı telefonunu ama bu, Rıdvan’ın sesini son duyuşu olacaktı anneciğinin… Çünkü aslanlarımız, iki gün sonra, Afrin’i kan gölüne çevirenlere karşı operasyona çıkacaklar, gözünü budaktan sakınmayan kor kusuz Rıdvan, yine kendini sakınmadan şehadet şerbetinden tadacaktı… *Çocukluğundan beri öyleydi Rıdvan, korkusuz, gözü kara, hareketli, kıpır kıpır, yerinde duramayan bir delikanlıydı. Onu sadece izlemek bile yorucu bir işti bazen. Aynı zamanda soyadı gibi çevikti de. Keçileri bile kıskandıracak türdendi çevikliği. Kimsenin gözüne kestiremediği yerlere tırmanır, dağları, bayırları tek solukta iner, çıkardı. Yüreği ağzına gelirdi annesinin, “Bir gün başına bir iş gelecek bu çocuğun.” diye ama gelmezdi çok şükür. Bir o kadar da tedbir liydi çünkü. Ne yaptığını iyi bilir, adımlarını hep doğru atardı. Liseden mezun olduktan sonra, özel bir şirkette muhasebeci olarak başladığı iş, hiç de uygun değildi mizacına. Rıdvan’ın bir masanın başında, saatlerce oturması, faturalar ve rakamlarla boğuşması olacak iş değildi. Gönlünde yatan aslan belliydi onun; asker olmak. Vatanı için gerekirse seve seve can vermek… İşte bu yüzden, uzman çavuşluk sınavının açıldığını duyduğu gün, çocuklar gibi sevinmişti. Sınava başvurdu, kazandı ve nihayet Peygamber Ocağının daimi bir neferi oldu. Yola çıkmadan, tanıdığı herkesi tek tek dolaşıp vedalaşmıştı Rıdvan. Ellerinden, gözlerinden öpmüştü. Ne de olsa mahallenin en sevilen delikanlısıydı. Hem akıllı, hem yardımsever, hem de merhametliydi. Ardından kimse kötü düşünmedi, herkes onu Allah’a ve büyük Türk ordusuna emanet etti. Artık Peygamber Ocağında pişecek ve “er” olacaktı. İlk görev yeri, İzmir’di Rıdvan’ın. Erciş’ten hareket eden otobüsle, bir nehir gibi kıvrıla kıvrıla giden yolda seyrederken, yolcuların kimi uyuyor, midesi kazınanlar yola çıkmadan hazırladıkları yolluklardan birkaç lokma atıştırıyor, dalmış, uzaklara bakıyordu. Rıdvan ise, canından çok sevdiği yurdunun topraklarını baştan uca ilk kez görüyor, hayranlıktan büyülenmiş bir şekilde, her kilometresini aklına kazımaya çalışıyordu. Bir daha unutmamak için! İstiklâl Şairimiz Mehmet Âkif’in dediği gibi; kim bu cennet vatan uğruna feda olmazdı ki? Rıdvan da seve seve, feda olmaya gidiyordu işte cennet vatanı uğruna… Heyecandan içi kıpır kıpır dı. Van’dan ilk kez çıkmıyordu ama ilk kez yaşamak için başka bir şehre gidiyordu. Daha şimdiden içini sıla hasreti kaplamıştı. Annesi geldi aklına, mahallesi, her kaldırımını ezbere bildiği sokakları… Ancak hayallerinin peşinde gidiyordu Rıdvan. İçinde en ufak bir pişmanlık yoktu. Nihayet yıllardır özlemini çektiği şanlı Türk ordusunun üniformasını giyecekti. * İlk görev yeri olan İzmir’de, neredeyse hiç kalmayacaktı Rıdvan… Görevlendirme ile Trabzon’a, Mardin’e ve sonra da ilk sınır ötesi görevi olan Suriye’deki Afrin’e gidecekti. Onun için fark etmezdi nerede görev yapacağı. Vatan için gittiği her karış toprak aynıydı onun için. Eskiden, masa başında çalışırken her gün şikâyet eden Rıdvan, askerlik görevini yaparken nerede, hangi durumda olursa olsun en ufak bir serzenişte dahi bulunmuyordu. Mutluydu, mutluluğu gözlerinden okunuyordu. Hayalini yaşıyordu ne de olsa, milletinin yılmaz muhafızıydı o artık. Askerde de ateş parçası gibiydi Rıdvan. Hem komutanları hem de arkadaşlarının saygısını ve sevgisini kazanmıştı. Herkes bilirdi ki, bir görev aldıysa kimsenin arkasına dönüp bakmasına gerek yoktu, o işi hakkıyla yapardı Rıdvan. Dürüstlüğüyle, azmi ve cesaretiyle güven veren bir yapısı vardı. Gencecik yaşına rağmen kırk yıllık asker gibi mesleğinin bütün inceliklerine hâkim olmuştu. Uzman olduktan sonra vatanını, milletini, bayrağını korumayı, mazlumlara yardım etmeyi, haksızın karşısında dikilmeyi Erciş’te kalan çocukluk arkadaşlarına da tavsiye ediyordu büyük bir coşkuyla. Öyle bir anlatıyor du ki, anlatırken adeta yaşıyor, hepsini imrendiriyordu kendisine ve askerliğe. Birçok arkadaşı Rıdvan’dan etkilenmiş, sınava girmiş ve uzman çavuş olmuştu. Memnundu Rıdvan, böyle ulvi bir göreve birilerini heveslendir diği ve vatan savunması için yeni yiğitleri ateşlediği için. Vatan aşkının yanında bir aşkı daha vardı yüreğinde, o da nişanlısı. Hangi delikanlının yüreğinde bir sevda barınmazdı ki? Nişanlısı ile bir aile kurma isteğiyle yanıp tutuşuyor, Afrin dönüşü, düğün hazırlıklarına başlamayı planlıyordu. Her asker gibi Rıdvan da kısa zamanda bir şeyi iyi öğrenmişti; askerler hayatı ertelemezlerdi. Şehadet şerbetini ne zaman içecekleri bilinmez, o nedenle de hayatlarında ertelemeye, geciktirmeye yer yoktu! Rıdvan da bu nedenle, bir an önce evlenmek, çoluğa çocuğa karışmak, kendisi gibi vatanına, milletine hayırlı evlatlar yetiştirmek istiyordu. İyi bir evlat, iyi bir yurttaş, iyi bir asker olmayı başarmıştı. Sırada ise iyi bir baba ve iyi bir eş olmak vardı. Afrin dönüşü, döner dönmez bunu da gerçekleştirecekti inşaallah… Ailesi ve nişanlısı ise Rıdvan için endişeleniyorlar, uyku uyuyamıyorlardı. Özellikle de Afrin’e görevlendirildikten sonra. Annesi ve babası, binbir emekle, dal gibi bir fidan yetiştirmişlerdi ve daha ağaç olamadan kırılsın istemiyorlardı. Bir gün babası dayanamadı, telefona sarıldı, “Oğlum, annen de ben de senin için çok endişeleniyoruz… Acaba…” derken Rıdvan, lafın nereye gideceğini anlamış, babasının sözünü kesmişti; “Sakınbana dönmemi söyleme; ben bu yoldan ancak şehit olunca dönerim baba!” diyerek kararlılığını net bir biçimde ifade etmişti. Sanki bilir gibi söylemişti bunu Rıdvan. Çünkü çok değil, bu konuşmadan birkaç gün sonra, 1 Mart 2018 Perşembe günü, eğemediği fidanı, ağaç olamadan kırdı düşman. Babasının, anasının, bir rüzgâr değse dalına, içlerinin titrediği, bir yaprağı dökülse canlarının yandığı oğullarını, daha yirmi altısında, körpecik bir fidanken toprağa düşürdüler. Gurbette, vatanı ve milleti için mücadele eden anasının kahraman oğlunu, cennetin kapısında bekleyen Melek Rıdvan, gözyaşları içinde karşılayıp, mekânına kabul etti, adaşını, Rıdvan’ı. Milli şairimiz, Mehmet Âkif Ersoy’un dizelerinde; “Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? ‘Gömelim gel seni târîhe’ desem, sığmazsın.” dediği üzere, sığmazdı tarihe, hiçbir şehidin yüreği gibi Rıdvan’ın da o kocaman, cesur yüreği. Rıdvan gitmişti fakat, arkasında büyük kahramanlıklar ve kurtulmuş hayatlar bırakmıştı… O, her daim yüreğimizde yaşayacaktı ama yüreğimizden taşan anısına hürmeten, memleketindeki hastaneye şehidimizin adı verilecekti arkasından… Çocukken annesiyle el ele tutuşup gittiği hastanenin adı, Erciş Şehit Rıdvan Çevik Hastanesi olacaktı şehadetinden hemen sonra… Ne gururdu ailesi için… Tıpkı canıyla birçok silah arkadaşına ve bu millete şifa verdiği gibi, adıyla da şifa dağıtmaya devam edecekti artık Rıdvan. Cenazesine yetişememişti silah arkadaşları, Rıdvan kardeşlerininbıraktığı yerden devam ediyorlardı mücadeleye fakat ilk fırsat ta kalkıp Erciş’e geldiler onlar da. Şehit kardeşlerinin önünde selam durdular, dua edip namaz kıldılar. Şehadet şerbetini içişinin senei devriyesinde, Kur’an ve Mevlidi okundu ve hatırası için altı yüz fidan dikildi. Şehit Rıdvan Çevik Hatıra Ormanı oldu adı. Rıdvan’ı, bir fidanken kırdılar belki ama o bir orman oldu, yaşıyor anılarda ve yüreklerde daima. Aziz şehidimiz Uzman Çavuş Rıdvan Çevik gibi, vatan uğruna hiçbir fedakarlıktan kaçınmayarak, al bayrağını savunan ve dünyanın her yerinde onu büyük bir özveriyle dalgalandıran bütün şehitlerimize minnettarız. Onların bıraktığı bu kutlu emaneti, ay yıldızlı bayrağımızı, yarınlara aktarmak ve sonsuza kadar dalgalandırmak bizim en mukaddes görevimizdir. Bütün şehitlerimize Allah’tan rahmet, yakınlarına ve Türk Milleti’ne sabır diliyoruz. “Gök kubbenin altında yatar, al kan içinde, Ey yolcu, şu topraklar için can veren erler. Hakk’ın, bu velî kulları taş türbeye girmez; Gufrâna bürünmüş, yalınız Fâtiha bekler.” Mehmet Âkif Ersoy Ruhlarına El Fâtiha…