Hürriyet, tehdit altındaysa bazen bir millet topyekûn ayaklanır, bazen ise bir kahraman çıkar, tarihin seyrini değiştirir. Bir kişi, bir milleti harekete geçirir. Seyit Ali Onbaşı… Çanakkale’de, kendi ağırlığının en az üç katı olan top mermisini topa yerleştirip en donanımlı düşman gemisini, boğazın en derinlerine gömerek, varlık yokluk savaşının seyrini değiştirenlerden. Hasan Tahsin… Bir kurşun sıktı düşmana İzmir’de ama o kurşun sadece tek bir kurşun değildi, bir işaret fişeğiydi. Bir direnişi başlattı, silkindi millet ve döktü düşmanı denize. Ulubatlı Hasan… Bizans surlarına bayrağı dikerken biliyordu şehit olacağını ama sur larda bayrağı gören sipahiler,yeniçeriler inandılar İstanbul’un alınabileceğine ve Peygamber Efendimizin müjdelediği o şehirlerin en kıymetlisi, en güzeli yurt oldu asırlarca Türk’e ve Müslüman’a. Sümeyye Hatun… Öncelerieline bir diken batacak diye korkan o mübarek kadın, Allah’ın yolunda yürümeye başladıktan sonra, müşriklerin yaptığı işkencelere rağmen imanından geri dönmedi. Acımasızca şehit ettiler ya, o bir kez olsun şüphe etmedi inancından ve rehber oldu yürekli mümin kadınlara… Ve Ömer Halisdemir… O meşum gecede atılmasaydı eğer bir adım öne, binlerce neferi toprağa girecekti milletimizin. Yirmi metre kalmıştı gözü dönmüşlerin muvaffak olmasına, o son yirmi metreyi yürütmedi onlara. *1974 yılında Niğde’de doğdu Ömer Halisdemir. Bor ilçesi’nin Çukurkuyu Beldesi’nde. Şirin mi şirin bir Anadolu beldesi Çukurkuyu ama iyi bilir şehidi,şehadeti. Nüfusu iki bin beş yüzü bulmasa bile, bugüne bu gün, elli yedi evladını şehit vermiş bir beldedir. Hemen her sokağı bir şehidin adını taşır. Herhanede ya bir şehidin annesi yaşar ya kardeşi ya amcası ya nenesi. Ömer de şehitler vermiş bir ailenin yedi çocuğunun üçüncüsüydü. Zor koşullarda büyümüştü, bütün köy çocukları gibi. Okuldan çıkar, hayvan otlatmaya giderdi. Annesi koyunların yünlerini eğirir, iplik yapar satardı evlatlarını okullarda okutmak için. Temiz bir Anadolu çocuğuydu; hile, riya, yalan bilmeyen… Kanaatkar, ruhu temiz, ihaneti tanımayan… Aslında subay olmaktı hayali Ömer’in. Bir defasında ilçedeki terzinin vitrininde, tadilat için bırakılmış bir subay üniforması görmüştü de gözünü ayırmamıştı, kendini o üniformanın içinde hayal etmişti günlerce. Lakin, fedakâr yapısı, onu bir an önce hayata atılmaya zorlamıştı. Çarçabuk bir iş sahibi olması, para kazanması, ailesine, kardeşlerine gün yüzü göstermesi gerekiyordu. Askerlik görevini yaptıktan sonra, uzman çavuşluk sınavına girip kazanmıştı. Çalışkandı Ömer, azimliydi. Hayalini kurduğu ay yıldızlı üniformayı sırtına geçirmeyi başarmıştı. Hırslı, zeki ve disiplinli bir gençti. Askerliğin ne demek olduğunu, gereklerini çarçabuk kavramıştı. Çalışkanlığı ve azmiyle kısa sürede komutanlarının gözüne girmeyi başarmıştı. Astsubaylık sınavını öğrenince, Zekai Aksakallı Komutanının da yönlendirmesiyle sınava girmiş ve kazanmıştı. Ancak astsubay olmak da kâfi gelmemişti ona. Mesleğinin en iyisi olmalıydı, en yenilmezi, en durdurulmazı. Ne kadar eğitim varsa katıldı, geliştirdi kendini. Bordo berelilerin, özel tim ve komandoluk kurslarını tamamladı. Türkiye’nin en seçkin askerleri arasındaydı artık ama yine yetmedi. Vatanın sadece karası değil, denizi de savunulmalıydı; balık adamlık kursunu tamamladı. Sadece karası ve denizi değil, hava sahası da savunulmalıydı; paraşüt kursunu tamamladı. Sadece bu kursları tamamlamakla kalmadı, ustalaştı, uzmanlaştı ve alt devrelerini, kendisi gibi yiğitleri yetiştirdi. Sadece askerlik değil, hayat dersi de verdi onlara… Yalnız hocaları değil, ağabeyleri oldu, tıpkı kardeşlerine olduğu gibi… Komutanı Zekai Aksakallı’nın sağ koluydu Ömer. Ağabey, kardeş gibiydiler. Sayısız kere ölümüne görevlere gidip, adeta ölümü aldatıp dönmüşlerdi. Kurşun olup yağmışlardı düşmanın üzerine. Yıllarca beraber savaşmışlardı, sırt sırta, omuz omuza. Dile kolay, on dokuz yıl görev yapmıştı Özel Kuvvetler Komutanlığının emrinde, Türk ordusunun en seçkin biriminde. Kolay değildi bordo bereli olmak. Şırnak’ta, Silopi’de, Kuzey Irak’ta görev yaptı. Düşman neredeyse oradaydı Ömer Halisdemir. Bir kere olsun şikâyet etmedi, bir kere olsun sızlanmadı. Her görevine giderken geri dönmeme ihtimali olduğunu biliyordu ama gitmeye devam etti. Sanki hayat onu 15 Temmuz 2016 gecesine hazırlıyordu, en büyük ihanetin gecesine. *“İstikbalde dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dâhili ve harici bedhahların olacaktır.” demişti Gazi Mustafa Kemal Atatürk, gelecek kuşakları uyarmak için. Düşmanın farklı silahları vardı çünkü. Dışarıdan yıkamayacağını anlayınca, içerideki uzantılarını devreye sokardı düşman. Yine öyle olmuştu. Bizden, içimizden gibi davranan bir çete, devletin içine sızmış, planlarını uygulamak için vakit kolluyordu ve o vaktin 15 Temmuz 2016 olduğuna karar vermişlerdi. Bizler, sıradan insanlar için olağan bir gün iken onlar, milletimizin ve devletimizin huzurunu bozacak o hain planlarını devreye sokmak istemişlerdi. Devletimizi istiyorlardı, geleceğimizi istiyorlardı. Özgürlüğümüzü, egemenliğimizi, bize ait, iyiden, güzel den yana ne varsa elimizden alıp yerine şerri koymak istiyorlardı. Gerçekten de 15 Temmuz gecesi, planlarını uygulamaya koydular. Planın en önemli parçalarından biri de Ankara, Gölbaşındaki Özel Kuvvetler Komutanlığının ele geçirilmesiydi. Bu komutanlık ihanet planlarının merkezindeydi. Ankara’nın, ülkenin yönetiminin yakınındaydı. En iyi eğitimli askerler bu birliğin bünyesindeydi. Özel Kuvvetler Komutanlığını ele geçirmek demek sayısız silah, mühimmat, teçhizat ve personele sahip olmak demekti ve bu görevi ifa etmesi için sözde bir Tuğgenerali memur etmişlerdi. Özel Kuvvetler Komutan Yardımcısı, helikopterle gelip önce karargâhı ele geçirecek sonra Ankara’ya yürüyecekti devletimizi yıkmak için. Önündeki en büyük engel ise Özel Kuvvetler Komutanı Korgeneral Zekai Aksakallı’ydı. Bir yandan karar gâha doğru harekete geçerken bir yandan da gerçek bir vatansever olan Zekai Komutana engel olmaları gerekiyordu. Zekai Komutanın aracını sıkıştırdı darbeciler. Zekai Komutan ele geçmedi, darbecilerden kurtuldu ve bir eve karargâh kurup karşı operasyonu yönetmeye başladı. Zekai Komutan derhal, en güvendiği adama, Ömer Başçavuş’a ulaştı. Gece boyunca, zaten defalarca görüşmüşlerdi operasyonun yürütülmesi ile ilgili. İşlerinin ne kadar zor ne kadar tehlikeli olduğunun farkındaydı. Ömer Halisdemir’e, “Sana, vatanımız ve milletimiz adına tarihi bir görev veriyorum. Bu işin sonunda şehadet var, hakkını helal et.” demişti. Defalarca ölümle yüz yüze gelmiş, ona meydan okumuş iki kardeş konuşuyordu adeta. “Helal olsun komutanım.” diye cevap vermişti Ömer Halisdemir. İlk hedef, albay rütbesi takan bir darbeciydi. Ömer Halisdemir’den onu etkisiz hale getirmesini istedi fakat darbecilerin albayı, iyi korunuyordu, hedefe ulaşmadan imha edilebilirdi. Zaman akıllı davranma, soğukkanlı olma zamanıydı. Görevin ne kadar mühim olduğunu biliyorlardı. Bir hatanın bedeli çok büyük olabilirdi. Sonra darbecilerin Tuğgeneralinin karargâha doğru harekete geçtiğini öğrendiler.O kişi, yıllarca şanlı Türk ordusunun içinde görev yapmıştı. Ömer Halisdemir’i tanıyor ve ondan korkuyordu. Talimat vermişti, “Ömer tehlikelidir, ona dikkat edin.” diye. Tehlikeliydi Ömer Başçavuş, doğruydu. Eğer vatanına biri el uzatırsa, çıkarırdı pençelerini… Ömer Başçavuş, görevini layıkıyla yerine getirmekte ustaydı ve yine aynı görev aşkıyla darbecilerin bindiği helikopterin inmesini bekliyordu sabırla. * Onurlu bir asker ve insandı Ömer Halisdemir. Allah korkusu vardı her şeyden önce. Kul hakkı yemez, kimsenin hakkına, kanına girmezdi. “Her ne yaparsanız yapın, kutsal bir görev gibi yapın. Allah’a hesap verecek gibi yapın.” derdi hep öğrencilerine. Şimdi hainlerden hesap sorma zamanıydı. * Helikopter pistine gitti. İki er nöbet tutuyordu. “Nöbetiniz bitti, gidin buradan.” dedi. Arada kalmalarını, zarar görmelerini istemedi yıllarca gözü gibi koruduğu Mehmetçiğin. Darbecilerin Tuğgeneralinin bulunduğu helikopterin inmesini beklerken, görevini nasıl ifa edeceğini düşündü. Çok iyi bir nişancıydı, kara taşın üstünde gezen kara karıncayı vururdu ama hedefin etrafı kalabalık olacaktı. Suçlu olup olmadığını bilmediği insanların kanına giremezdi. Ahirette hesabını nasıl verirdi? Kul hakkı yemezdi Ömer Halisdemir, yedirmezdi de. Öyle görmüştü babasından, atasından. Masum birine kıymak istemezdi… “En iyisi” dedi, “Hedefin yakınına grmek.” Canı pahasına da olsa, hedefini, amacına ulaşmadan öldürmek… Helikopter nihayet karargâha ulaştı. On dört kişi indi, Tuğgeneral de içindeydi. Onu karşılayanlar da vardı. Karargâha doğru ilerliyorlardı. Karargâha girmeleri demek ülkeyi mahvetmeleri demekti. Engel olmalıydı. Ne yaptı etti, sızdı yanına Ömer Başçavuş. Darbeci Tuğgeneral, çelik yelek giyiyordu. Bu arada yirmi metre kalmıştı karargâha. Yani sadece yirmi adım… Sonra ihanet planı başarıya ulaşacaktı. “Ya şimdi ya hiç.” diye düşündü Ömer Halisdemir. “Komutanım”, diye seslendi. Darbeci komutan ona döndü ve gördüğü son şey Ömer Halisdemir’in, adalet ve hak dağıtan yüzü oldu. Ömer Başçavuş, çelik yeleğin yanından ciğerine iki kurşun sıktı. Oracıkta yığıldı kaldı. Hemen ardından, Ömer Başçavuş, “Zekai Paşa’nın emriyle vurdum!” diye bağırdı. Başka kimseye ateş etmek istemiyordu; çünkü kim hain, kim piyon, kim kurban bilmiyordu ama sözde Tuğgeneralin yanında olan başka bir darbeci, Ömer Halisdemir görevini tamamlamış, başka kimseye zarar vermeden oradan uzaklaşmak isterken, silahını ona yöneltti ve arkasından kurşun yağdırdı. Ömer Başçavuş vurulmuştu! Fakat vurulurken, fitili de ateşlemişti Ömer Halisdemir. Liderlerini yitiren darbeciler ne olduğunu anlamaya çalışıyor, ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Kışlada olan bitenden habersiz asker ler de neler döndüğünü anlamışlardı Ömer Başçavuş’un eylemi sonucu. Direniş başlamıştı Özel Kuvvetler Komutanlığında ve muvaffak olamamıştı darbeciler. * Sanıyor ki düşmanlar, bu canım vatana el koyabilirler. Sanıyorlar ki sahipsiz, savunmasız bu bayrak… Ama değil… Görüyor lar, her zavallıca denemelerin de, her çırpınışlarında, yiğitler çıkıp gösteriyor bu memleketin sahibinin kim olduğunu! Ne de olsa bin yıl önce yurt eyledik biz bu toprakları. Bir defterimiz var bizim, üzerinde nice kahramanın adı altın harflerle yazılı. Son sayfasında da 15 Temmuz Destanını yazan şehitlerimiz, gazilerimiz ve Ömer Halisdemir var! Çukurkuyu’nun evladı, tüm Türkiye’nin evladı Ömer Halisdemir! Şimdi her gün, kilometrelerce öteden gelip binlerce kardeşi, dua ediyorlar kabrinin başında, teşekkür ediyorlar ona. Çocuklarına onun adını veriyorlar. Bir Ömer Halisdemir’i aldılar bizden belki ama binlerce Ömer Halisdemir doğdu yeniden… Yeniden… Allah razı olsun senden Aziz Şehidimiz Ömer Halisdemir, dosta düşmana bir kez de sen gösterdin bu toprakların sahibinin kim olduğunu! Allah senden ve tüm şehitlerimizden razı olsun. Nur içinde yat!