Ömer Bilal AKPINAR
1992-2018
Şehir: Karabük
Doğum Yılı: 23.02.1992
Şehadet Yeri ve Tarihi: Suriye, 07.02.2018
Görevi: Piyade Astsubay Kıdemli Çavuş

Askeri araç, kahraman yiğidimiz Piyade Astsubay Kıdemli Çavuş Ömer Bilal Akpınar’ın, Karabük’teki taziye evinin önünde durdu. Ömer, Nazlı hilalimiz göklerde dalgalanmaya devam etsin diye, görev yaptığı Afrin’de terör örgütü üyeleriyle girilen çatışmada, yiğitçe çarpışırken şehadet şerbetini içmişti. Ömer’in silah arkadaşı, üstünde üniforması, yüreğinde şehidinin özlemi, gözlerinde ise teröre duyduğu öfke ile araçtan indi. Parkasının yakasında, kardeşinin toplu iğneyle tutturulmuş resmi asılı duruyordu hâlâ. On binlerin tek yürek olduğu cenazeden beri çıkarmamıştı yerinden. Pencerelerinde al bayrağımızın asılı olduğu taziye evine vardığında, büyük bir kalabalık karşılamıştı onu. Ömer’in cenazesinde tek yürek olan onca insan, şimdi çocukluğunun geçtiği, bahçesinde oyunlar oynadığı bu evde, onun için içtenlikle dualar okuyor, saygı duruşunda bulunuyordu. Derin bir sessizlik hakimdi etrafa. Kapı önünde, birikmiş ayakkabıların arasından geçip salona doğru ilerlerken, Ömer’in annesinin teröre, oğlunu kendisinden alanlara isyanı duyuluyordu; “Şubeye vardım da künyen okundu, Emirdağı başımıza yıkıldı, Dostlar ağladı da düşman bakındı, Dön gel oğlum dön gel kurban olayım.” İçeri girdiğinde, Ömer’in acılı anasıyla göz göze geldiler. Kadıncağız oturduğu yerden kalkıp “Yavrum!” diye atıldı, oğlunun arkadaşının boynuna. Yirmili yaşlarında, vatanı için canını hiçe sayarak ebediyete intikal eden oğlunu sarmalar gibi sarmaladı onu Ülker Teyze. Sanki Afrin’e, göreve gitmeden önce gelip, onlarla son kez vedalaşan oğlu, sağ salim geri dönmüştü evine. Öyle öpüp kokladı. Ne de olsa bütün Mehmetçikler, şehit anaları için oğul toprağındandı. Hepsi evlatlarından birer parçaydı. Ömer’in kanının aktığı toprağın kokusunu almak ister gibi yüzünü, saçlarını koklarken, genç adam vitrinde bir çerçevenin içinde duran çocukluk fotoğrafını fark etti arkadaşının. Başında babasının kepi ile asker selamı veriyordu. Belli ki daha o yıllarda kafasına koymuştu Ömer, babası gibi asker olup vatana hiz met etmeyi. Sahiden de öyle olmuştu. Liseden mezun olunca, Uluslararası İlişkiler Bölümünü kazanmasına rağmen yine de askerliği seçmişti Ömer. Annesi onun asker olmasını hiç istememişti. Yalvarsa da yakarsa da Ömer kararından dönecek gibi görünmüyordu. O güne kadar anacığını hiç üzmeyen, sözünden hiç çıkmayan Ömer, “Ben askerlik mesleğinden başka bir meslek yapmam, yapamam!” diyerek askeri okul sınavlarına herkesten habersiz başvurmuştu bile. Balıkesir Astsubaylık Yüksek Okulu sınavlarına gitmek üzere yola çıktıklarında, annesi hâlâ oğlu sınavı kazanmasın diye dua ediyordu. Bir çay bahçesinde mola verdiklerinde, Ömer annesinin çayına iki küp şeker atıp karıştırırken, “E anacığım, duanı etmeyecek misin artık bana?” demişti. Anası çayından bir yudum alacakken donup kalmış, “Ediyorum ya oğlum, etmem mi hiç?” deyivermişti ama bakışlarını hemen kaçırmıştı oğlundan. Ömer, şakayla karışık, “Ediyorsun etmesine ama sınavı kazanmayayım diye ediyorsun.” diyerek çayından hüüp diye bir yudum çekmişti. O an, anneciğinin başından aşağı kaynar sular boşalmış, oğlunun arkasından iş çeviriyor gibi hissedip, pek utanmıştı. Bunu fark eden Ömer, annesinin gönlünü almak istercesine elini tutmuştu. Kadıncağızın, neden asker olmasına karşı çıktığını biliyordu. Oğlunun yeri yurdu belli olsun, bir aile kursun, huzurlu olsun diyeydi bütün çabası. Evladı iyi olsun diyeydi ama Ömer, vatanı için çalışmazsa iyi olamazdı ki. “Üzülme anacığım.” demişti yarı şaka yarı ciddi, “Ben şehitlik mertebesini hakedecek bir insan değilim. Haberlerde adım okunmaz korkma.” diye teselli etmişti annesini. Nihayetinde anası iyice bellemişti artık, oğlunun içindeki vatan sevdasını. İçi yansa da kavrulsa da her gün diken üstünde otursa da bundan böyle oğluna destek olacaktı. O vakitten sonra oğlu önce Allah’a, sonra vatana emanetti. * Ömer’in anası, oğlunun silah arkadaşının boynuna sarılmış, ağlarken, genç adamın gözleri dolu dolu olmuştu ama acıdan çok, şehit anasının yüzündeki ifadeye olan hayranlıktandı bu. Vatan için, gözünü dahi kırpmadan, canını verecek bir evlat yetiştirmenin verdiği gurur ve çok sevdiği oğlunu kaybetmenin verdiği acı, bir sanat eseri gibi karşısında duruyordu. Sadece Ülker Ana da değil, bütün ailenin vakur duruşu, olayı kabullenişi ve Ömer’le duydukları gurur karşısında, hayranlık duymamak elde değildi. Kayıplarına rağmen, mücadele ve azimle vatanı savunan Mehmetciğin cesareti ve hiç ötesini düşünmeden, şehadete koşarkenki kararlılığı, onlara da sirayet etmişti belli ki. Hepsi de şehitleri Ömer’in ve binlercesinin yolundan gitmeye hazırdı. Bu sırada iki çocuk girdi dış kapıdan içeri. Hem başsağlığı hem de teşekkür etmeye gelmişlerdi aileye. Ömer’in babası buyur etti onları. Şehidimizin ruhuna gitsin diye gelen pide lerden ikram edilirken, çocuklar dan ufak tefek olanı “Ömer abi, her ay burs yollardı bize.” diye lafa girdi. “Durumumuz yok diye bizi okutuyordu yıllardır.” Diğer çocuk da boğazını temizleyip çekingen bir şekilde, “Dar günümüzde, o bizim yanımızda oldu, şimdi de biz şehidimizin yanında olmaya geldik.” dedi. Bu sözler üzerine Ömer’in babası, “Allah sizden razı olsun.” deyip alınlarından öptü çocukları. Ömer’in, daha üç ay önce düğün dernek yaparak evlendiği karısı Nur da gözyaşlarına hakim olamadı. Meğer onca zaman Ömer, o helal maaşıyla, kimseye duyurmadan, öğrencilere burs verir, ihtiyacı olana giyecek, yakacak yardımı yaparmış da haberi yokmuş hiçbirinin… Mesleğe adım attığında da Özel Kuvvetlere girmeyi o kadar çok istemişti ki, eğer kazanırsa iki kurban keseceğine dair adak adamıştı… Özel Kuvvetlere girdikten sonra, adağını yerine getirebilmek için ihtiyaç sahipleri ni ararken, bir hayırsever olan Zehra Hanım’la tanışmış ve sözünü yerine getirmişti. Payları hazırlayıp, kendi elleriyle teslim etmişti müşkül durumdakilere. Bir elin verdiğini öbür el görmez diye düşünüp, gizli saklı yapmıştı bu yardımları. İhtiyaç sahiplerini gezerken gördüğü mütevazı sofralardan o kadar etkilenmişti ki, eve döndüğünde, “Anacığım, bundan sonra evde sadece tek çeşit yemek yap olur mu?” demişti. Kendi sofralarının bolluğundan utanarak… İşte Ömer böylesine merhametli, nefsine hakim, gönlü bol biriydi. *Ellerini öpen çocukları yolcularken, Ömer’in babası bir kez daha gurur duymuştu oğluyla. Her hareketi, her tavrıyla hayatına girdiği herkesin öğretmeni olmuştu Ömer. İyi ahlâkı, güzel huyu ve vicdanıyla ailesi başta olmak üzere herkese çok şey öğretmişti. Son ve daimi dersini ise şehadetiyle vermişti işte. “Ben,” dedi gururla Ülker Teyze, “Oğluma Hz. Ömer ile Hz. Bilal’in ismini verdim. Oğlum bu hayatı, Hz. Ömer gibi yaşadı, Hz. Bilal gibi tebliğ etti.” Kadıncağızın bu sözleri üzerine, Ömer’in silah arkadaşının gözünden bir damla yaş aktı. Şehitlik makamı, günün birinde kendisine de nasip olur muydu bilmiyordu ama şundan emindi, bir insan için doğumu ne kadar önemliyse, son nefesini vereceği gün de o kadar önemliydi. Ömer gibi, kutlu bir amaç uğruna bu dünyadan ayrılmak, ancak Allah’ın cennet katına kabul ede ceği insanlara nasip olurdu. Körlemesine atış altında bile, kanının son damlasına kadar vatanı için çarpışan Ömer gibi yiğitlere de böylesi bir veda yaraşırdı ancak…*Genç adam, Ülker Teyzenin elini tuttu ve “Anneciğim! Bundan sonra ben de senin bir oğlunum ama bil ki…” dedi ve selam durarak, saygıyla; “Şehit Piyade Astsubay Kıdemli Çavuş Ömer Bilal Akpınar, büyük bir kahramandı! Afrin’de, vatanına, namusuna, bayrağına, milletine, özgürlüğüne zarar verilmesin diye kanının son damlasına kadar çarpıştı. Milleti, barış ve huzur içinde yaşasın diye, düşmana gereken cevabı kanıyla, canıyla, korkusuzca verdi. Tıpkı Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşında dedelerimizin yaptığı gibi. Sizleri şehit anası, şehit babası olmakla onurlandırdı. Bu vatan için, kendinden vazgeçecek kudrette bir evlat yetiştirmek büyük, çok büyük bir gururdur. Allah sizden razı olsun.” deyip, bundan böyle kendi anası babasından ayrı tutmadığı bu iki mübarek insanın ellerine sarıldı, saygıyla öptü. Şehidin naaşı toprağa verilecekti. Ailesi, onu memleketleri olan Afyonkarahisar’a götürmeyi düşünürken, Ömer’in canı kadar sevdiği kız kardeşi Beyza araya girip, “Anne, abim her zaman ‘Bir gün bana bir şey olursa, beni Safranbolu’ya gömün’ demiyor muydu? Nasıl onu Afyonkarahisar’a götürmeyi düşünürsünüz?” diye rahatsızlığını belirtti. Aynı gün, sanki Allah’tan bir işaret gibi, çocukluk arkadaşı Burak da Ömer’in vasiyet olarak bıraktığı mesajı aileye ulaştırmıştı. Mesajı, daha kınası bile kurumamış eliyle, sesi titreyerek, Ömer’in eşi Nur okumaya başladı; “Kardeşim. Senden ricamdır, bu mektup, bana bir şey olana kadar sende kalsın. Kardeşim, bu savaş, haç ile hilalin, imanla inkârın, hak ile batılın, küfür ile tevhidin savaşıdır. O yüzden anneme, babama, kardeşime, Nur’a söyleyin, üzülmesinler kesinlikle. Hayatlarının geri kalanını rahat geçirsinler. Anneme, o istediği evi alsınlar. Dua etsin arada bir. Üzülmekle hayatını bitirmesin. Babam da Beyza da haklarını helal etsin, üzülmesinler. Nur’a söyleyin, ben ona doyamadım ama eğer gidersem hakkını helal etsin. Üzülmesin, öbür tarafta birbirimize kavuşacağız inşaallah. Beraber planladığımız, gezilecek yerleri gezsin, benim yasımı tutmakla ömür geçirmesin. Aileme iyi baksın. Beni Safranbolu’ya gömsünler kardeşim. Babamlara söyleyin, devletin bağladığı aylığın yüzde onunu yine Zehra Teyze’nin oraya versinler. Hakkınızı helal edin.” Nur, gözyaşlarını içine akıtarak tamamladı mektubu. Ağlamayacaktı, çünkü eşi Ömer, hep istediği makamdaydı şimdi. Yiğit şehidimiz Ömer Bilal Akpınar, vasiyeti üzerine Safranbolu’daki ikametgahına uğurlandı. Şehidimizin mekânı cennet olsun, kabri nurlarla dolsun! Cumhuriyetimiz, onun gibi fedakâr, korkusuz ve yüce gönüllü nice kahramanların şehadeti sayesinde ilelebet var olacaktır. Çünkü şehitler ölmez! Vatan bölünmez!