Şehit; kutsal değerleri uğruna canını feda eden Muhammed; övülmüş, bir çok güzel huylara sahip.Ali; şanlı kimse, onur bakımından en üstün. Mevlüt; doğma, dünyaya gelme, doğulan zaman, kutlu müjdelenen. Dündar; gözeten, koruyan asker. İşte böyle bir yiğit, Muhammed Ali Mevlüt Dündar, ismi ile müsemma; kutlu, hazır, nazır, güzel huylara sahip, şanlı, gözeten, koruyan ve onurlu bir Özel Harekat Polisi. En çetin harplerin yaşandığı, şanlı ordumuzun cesaretinin destanlaştığı nice savaşlar gören bu topraklardaki kahramanlık destanlarını yazanlardan biri de o… Cepheden cepheye koşup, vatanın kurtuluşu için elinden geleni yapan bir cengâver. * 1 Mayıs 1992’de, güzel bir bahar sabahı, Karaman merkezde, İdris ve Gülten çiftinin altı çocuğundan beşincisi olarak doğmuştu Muhammed Ali Mevlüt. İlköğretim ve lisenin ardından, azmi ve çalışkanlığı ile Balıkesir Polis Okulunu kazanmış ve 45. Dönem Özel Harekat polisi olmuştu. Doğumunda, ona verilen Muhammed adının müjdelediği bütün o güzel huylara sahipti. Yardımsever, sevecen, vatan ve millet sevdalısı bir gençti. Mesleğine tutkuyla bağlıydı. İlk görev yeri Trabzon’un ardından, Hakkari iline atanmış, polis ve askerimizin omuz omuza, açılan hendekleri kapatarak, kurulan barikatları kaldırarak geniş bir bölgeyi teröristlerden temizlemek üzere katıldığı Hendek–Barikat Operasyonları başta olmak üzere pek çok başarılı operasyonda aktif olarak görev yapmıştı.Nesilden nesile aktarılan, Mehmet Âkif Ersoy’un ölümsüz dizelerinde söylediği gibi; “Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi, Bedr’in aslanları ancak bu kadar şanlı idi.” Muhammed Ali Mevlüt de şanlı ve bir o kadar gözü kara, mert ve yiğit delikanlıydı… 15 Temmuz darbe girişimi günü, İstanbul Havalimanında darbecilerle mücadele sırasında yaralanmış, fakat “Vatana hizmet her şeyden önce gelir.” diyerek, sonrasında, daha tam olarak iyileşmeden Hakkari’deki görevine geri dönmüştü. Aynı özveri ve heyecanla işinin başına geçmiş, mücadelesine devam etmişti. Ta ki 28 Haziran 2017 tarihine kadar. * Sabahı bayram olan, zorlu ve uykusuz bir geceydi o gece. Gülten Hanımın eşi İdris Bey ateşlenmişti. Gülten Hanım, bir türlü düşüremiyordu eşinin ateşini. Çareleri yoktu, ne yaptılarsa olmamıştı, o yüzden apar topar hastaneye gittiler. Doktorlar, İdris Beyin ateşini düşürebilmek için sabaha kadar müşahede altında kalmasını istediler. Gülten Hanımın aklı çocuklarda kalmıştı. Ertesi sabah, çoluk çocuk, hep birlikte kahvaltı yapacaklardı. Üstelik, yiğidi Muhammed Ali Mevlüt de gelecekti bayramlaşmaya. Gülten Hanım, çok özlemişti evladını. “Çok şükür.” diyordu bir yandan, oğluyla kavuşacakları için ama diğer yandan, ciğerinin orta yerine bir kor düşmüş, için için yanıyordu sanki. Evladının tayini Hakkari’ye ilk çıktığında başlamıştı bu yürek yangını. Oradaki görevini neredeyse tamamlamış, şimdi yeniden, bu defa Ankara’ya tayini çıkmıştı ama yine de Gülten Hanımın ana yüreğini kavuran ateş, harlandıkça harlanıyordu. Muhammed Ali’nin kardeşleri, “Üzülme anne, bak aslanlar gibi bitirdi, Ankara’ya çıktı tayini, geliyor artık.” deseler de Gülten Hanımın içi hiç rahat değildi. Muhammed Ali de “Biletimi aldım anam, nasipse bayrama oradayım.” demişti telefonda, yüreği pır pır etmişti Gülten Hanımın ama sonra, kalbi sıkışmış, sanki kötü bir şey olacak da bayramlaşamayacaklar gibi gelmişti. Yakında tayin olup ayrılacak bile olsa, son ana kadar görevinin peşinden gideceğini biliyordu oğlunun. Önemli ve zorlu görevlerden hiçbir zaman kaçmazdı Muhammed Ali. Daha sonra, oğlunun şehadet haberi geldiğinde arkadaşlarından öğrenecekti, o gün de izne çıkmadan hemen önce, yine zorlu bir göreve gitmek üzere hazırlanmıştır… Tayinci olduğu için görevden muaf olmasına rağmen, “Bensiz olmaz.” demiş ve Hakkari’nin Oğul Köyü kırsalında, terör örgütüne karşı düzenlenen operasyona katılmıştı. Göreve çıkmadan önce abdest almış, tek tek arayıp, arkadaşlarıyla helalleşmişti ve “Bu benim son görevim.” demişti. Hatta görev yerinde, değerli bazı eşyalarını ve kıyafetlerini arkadaşlarına dağıtmıştı kullanmaları için. Onun da içine doğmuştu demek ki bu kutlu muştu. “Zaten, bir önceki gelişinde, bir şeyler olduğu belliydi.” diyordu annesi Gülten Hanım ama pek üzerinde durmamıştı. Ansızın, eli kolu dolu, poşetlerle gelmişti eve ağabeyiyle birlikte. Sanki marketi satın almıştı. Aynı günün akşamında da “Ana, bugün bağrına yatayım, kokunu içime çekeyim.” demişti. Gülten Hanım, “Anasının kuzusu.” deyip, öpmüş, koklamıştı evladını ya, doyamamıştı. Gitme vakti geldiğinde, anneciğinin elini öpmüş ve helallik almıştı. Eşikten çıkıp, merdivenleri yarılamıştı ki bir anda geri dönüp, merdivenleri yeniden çıkıp, sımsıkı sarılmıştı anneciğinin boynuna. “Hiç böyle yapmazdı, bir anda iner merdivenleri ve hızlı adımlarla giderdi hep.” demişti sonradan Gülten Hanım. Oğlunun şehadet haberi geldiğinde fark etmişti ki aslında o gün, Muhammed Ali, son kez gelmişti baba ocağına, helalleşmek için ama kimse, anlayamamıştı… * İdris Bey ve Gülten Hanımın hastanede geçirdikleri o gece, doktor yanlarına gelmiş ve İdris Beyin ne zaman hastalandığı hakkında sorular sormaya başlamıştı. Gülten Hanım, durumu anlatmış, yine memleketi Karaman olan, Şehit Özel Harekat Polisi Hakan Yılmaz’ın şehadetinden sonra okunan selalarda, “Özel Harekat Polisi” dendiğini duyunca fenalaştığını söylemişti eşinin. Üzüntüden hastalanmıştı İdris Bey. Oğlunu çok sever di. Zaten çocuklarının hepsine çok düşkün ve ilgili bir babaydı her zaman. Oğullarının hepsinin isimlerinin başına Muhammed ismini koymuştu. “Biiznillah Muhammed ismini ateş yakmaz, benim çocuklarım hayırlı evlatlar olacak inşaallah.” diyerek… Sahiden olmuşlardı da… Gülten Hanımın bu anlattıklarından, İdris Beyi tedavi eden doktor da çok duygulanmıştı. Kahraman oğullarına bir an önce kavuşmalarını dileyerek odadan ayrılmıştı. O gece, hastanede geçmişti. Derken sabahın ilk ışıkları doğduğunda, Gülten Hanımın içini bir karanlık, bir sıkıntı kaplamıştı. Adını koyamıyordu ama nefesi kesiliyor gibiydi. Eşini kontrol için gelen doktordan rica etmişti. “Bize bugün izin ver, bayramdan sonra tekrar gelelim hastaneye.” diye… Allah razı olsun, doktor bey, geri dönme kaydıyla müsaade etmişti eve çıkmalarına. Ne de olsa o gün bayramdı, her kes bayramı evinde, ailesiyle geçirmeyi hak ediyordu… Gülten Hanım, evdeki çocuklara haber verdi hemen, “Biz geliyoruz.” diye. “Eve gideceğiz.” diye hazırlanırlarken, bir anda hastanede bir kalabalık oldu. Gülten Hanım, bir kaza oldu zannetmişti ilk başta. Nereden aklına gelsindi zaten, oğlunun şehadet haberini alacağı… Öylece, kenarda bekledi… Neden sonra, kalabalıktaki insanların ona doğru baktığını fark etti. Bu sırada, içini kaplayan sıkıntı daha da büyüdü. Yüreği için için yanıyordu… “Hayırdır inşaallah.” dedi birkaç kez üst üste. Bu sırada, ona bakan kalabalıktan biri yaklaştı yanına doğru ve şöyle dedi; “Allah yolunda canını verenler için “ölüler” demeyin. Bilakis, onlar diridirler, fakat siz bilemezsiniz.” (Bakara Suresi, 154. Ayet)“Yandı ciğerlerim.” diye anlatmıştı daha sonra o anı tanıdıklarına, Gülten Hanım. Ne yapacağını bilememişti. Ayaklarının bağı çözülmüştü sanki, bir yere çökecekken, bir anda aklına, yiğidinin, Muhammed Ali Mevlüt’ünün hep zikrettiği o sözleri gelmişti; “Anne, eğer ben de bir gün şehit olursam, ardımda dimdik durun, sakın düşmanı mutlu etmeyin.” demişti. Gülten Hanım, toparlanmaya çalışmıştı hemen bunu hatırlayınca. Sözünü utacaktı evladının. Demek, yiğidi, kınalı kuzusu şehit olmuştu; çocukluğunda hep, “Ben şehit olacağım.” dediği gibi Peygamber Efendimize komşu olmuştu. * Gülten Hanım, aceleyle eve gelene kadar, çoktan ay yıldızlı bayrağımız asılmıştı baba ocağının önüne. Bir an, eve yaklaştığında, oğlunun, Muhammed Ali Mevlüt’ünün şu sözleri yankılanmıştı kulağında; “Benim düğünüm öyle güzel olacak ki, evin önüne kocaman bir bayrak astıracağım. O kadar kalabalık olacak ki, düğün konvoyumun ucu bucağı görünmeyecek.” Gerçekten de ucu bucağı görünmüyordu kalabalığın. Gülten Hanımın aslanoğlu, şehadet şerbetini tadarak vuslata ermişti. “Şehadet haberin bayram öncesi, Bayrama gelecek derdi annesi. Bayrağa sarılmış da cenazsi Geldi, geldi ancak amaç helallik.” Gülten Hanımın yiğidi Muhammed Ali de nice mübarek şehitlerimiz gibi bir bayram günü bu kutlu mertebeye ulaştı ve helallik almaya geldi evine. Peygamber Efendimiz ne güzel teselli buyurmuştu; “Şehit canını Rabbine teslim ederken, sizden birinin karıncanın ısırmasından duyduğu rahatsızlık kadar rahatsızlık duyar” ve yine “Cennete giren hiç kimse, dünyaya geri dönmek istemez. Ancak şehitler böyle değil. Onlar mazhar olduğu ikram sebebiyle on kere şehit olmayı temenni ederler.”Gülten Hanım, bunları hatır lamıştı oğluyla helalleşirken… Gurur duyuyordu onunla. Pek çok savaşa sahne olan bu topraklar, Muhammed Ali Mevlüt gibi yiğitlerin kahramanlıkları sayesinde vatan olmuştu. Bu vatan için kanını ve canını veren aziz şehitlerimiz, mertebelerin en yücesine layıktı. Muhammed Ali Mevlüt de o mertebeye ulaşmıştı. * “Mertebelerin en büyüğüne sahip bu yiğit evlatların acısına sabreden analar olabilmemiz dileğiyle…” diyen Gülten Hanıma ve kanıyla toprağı ala boyayan aziz şehidimizin bütün yakınlarına ve milletimize başsağlığı; vatanımızın birliğini ve bütünlüğünü muhafaza etmek uğruna tüm varlığı ile çalışan, Şehidimiz Özel Harekat Polisi Muhammed Ali Mevlüt Dündar ve onun gibi kutsal vatan toprakları uğruna canını feda eden, kalplerinde taşıdıkları bayrak sevgisi ve vazife aşkı uğruna, vatan savunmasında kendilerine düşen görevleri, hayatları pahasına yerine getiren bütün şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyoruz.