KADİR MİRAÇ ÖZCAN
1989-2017
Şehir: Trabzon
Doğum Yılı: 03.03.1989
Şehadet Yeri ve Tarihi: Diyarbakır, 16.01.2017
Görevi: Polis

Gülşen Ana, o sabah her zamankinden daha erken kalktı yataktan. Hiç uyumamıştı. Oğlu, ilk göz ağrısı Miraç, Diyarbakır’ın Sur ilçesindeki görev yerinden izne gelecekti. Kuracağı sofrayı düşünmekten sabahı sabah etmişti ama sonunda karar vermişti. Oğlunun en sevdiği yemekleri yapacaktı; kuymak, karalahana sarması, hamsi kuşu. Tabii üstüne de sütlaç. Pek sever di sütlacı Miraç, bir defasında, daha 78 yaşlarındayken, gece vakti uykusundan uyanıp istemişti de hiç üşenmeden yapmıştı anacığı. İlk göz ağrısıydı ne de olsa… Onca sevilmeye, el üstünde tutulmaya, şımarık, mızmız, haylaz bir çocuk olabilirdi ya, olmamıştı. Tersine, yaşının çok üstünde bir olgunlukta, aile, vatan ve millet aşkıyla dolu tertemiz bir evlat olmuştu. Doğduğu gün olan Miraç Kandilinin müjdelediği gibi kutlu ve uğurlu bir evlattı. Bir o kadar da yürekli. Daha beş yaşında bisiklet sürüp evin ekmeğini almaya o gider di. Aklıyla, fikriyle bütün ailenin gözbebeğiydi. En çok da emekli polis komiseri olan babası Ali’nin… Babası onun kahramanıydı. Hani çocuklar ağladığında “annem” diye ağlar ya, Miraç, hep “babam” diye ağlardı. Çocukluğundan beri onun gibi kahraman bir polis olmayı kafasına koymuştu. Bu sevdadan geri dönüş yoktu Miraç için. Zaten disipliniyle, cesaretiyle, vatan sevgisiyle adeta polis olmak için yaratılmıştı. Babası ise polis olmasını hiç istememişti oğlunun. Vatan için çalışmak en büyük vazifeydi ama geride bıraktıklarına, eşine, çocuğuna zordu. Bir akşam çekti oğlunu karşısına, dilinin döndüğünce anlattı, “Her sabah altıda ayakta olacaksın. Akranların gezip dolaşırken, sen bayramda bile karakol bekleyeceksin. Kış geldi mi soğuktanparmakların buz kesene kadar devriye gezeceksin. Eşine, ailene zaman ayıramayacaksın, evladın doğarken bile yanında olamayacaksın. Yeri gelecek kötü adamlarla çatışmaya gireceksin, yeri gelecek öleceksin.” gözleri dolu dolu “Hazır mısın bunlara evlat?” dedi. Miraç, babasını kırmadan ama kendinden emin bir tavırla “Hazırım baba.” dedi “Bunların hiçbirinden korkmuyorum, vatanım için çarpışmaktan da bir gün kör bir kurşunla vurulup şehit olmaktan da korkmuyorum.” Komiser Ali oğluna gururla baktı. Bundan sonra onun arkasında durmaktan başka yapacak bir şeyi yoktu. Çok zeki bir çocuk olmasına rağmen Fen Lisesi’ni kazanmak için uğraşmadı bile Miraç. Düz lisede eğitim gördü. O yıllarda bile şehit haberlerini duyunca her işi kenara bırakır, onların hayatlarını, ailelerini araştırırdı. Harçlıklarından biriktirdiklerini şehit ailelerine yollar dı, yardım için. Annesi saatlerce şehit haberlerini izleyen oğluna “Bu kadar üzülme oğlum, hasta edeceksin kendini.” dediğinde “Anne, onlar şehit oldu. Çok güzel makamdalar. Ben geride kalanlara ve ülkeme üzülüyorum.” diye dertlenirdi. Ciğeri yanardı, özellikle de canını vatana feda edenlerin geride bıraktıkları çocuklarını düşündükçe. O da geride bir evlat bırakıp gideceğini hissediyordu belki de ta o zamanlardan… Bir defasında sabah namazından önce uyanmış, abdestini almaya hazırlanan annesinin yanına yanaşıp, “Bir rüya gördüm ana” demişti. Miraç’ın yüzü huşudan ışıl ışıl parlıyordu. “Babamın polis üniforması üstümdeydi. Sarp kayalıklardan tırmanıyorduk beraber. Epey yükseğe çıktık, bulutlar uzansam tutacakmışım gibi yakındı. Sonra, az ötede, geçen ay şehit olan Maçkalı çocuğu gördüm. Bana el etti uzaktan. Yanına çağırdı. Gideyim istedim ama babam salmadı. Öylece uyandım.” Annesinin yüreği cız etti bir anda, “Hayırdır inşallah yavrum.” dedi. “Gidip bir suya anlatıver.” Miraç, başını sallayıp, yüzünde aynı huşuyla uzaklaşırken, “Polis okulunu kazanaca ğım gör bak ana” dedi. Dikey Geçiş Sınavı ile KTÜ İktisat Bölümü’nü kazandı ama gitmedi. Niyeti polis okulunu kazanıp, bir an önce evlenmek bir yuva kurmaktı. Babası son bir umut polisliğin ona göre olmadığını, hep kötülerle uğraşmak zorunda kalacağını anlattıysa da o kararlıydı. Kötüleri dize getirmek onun gibi temiz vatan evlatlarının göreviydi. Hepsinin kökünü kazımaya ant içmişti. Sınava girip Kırıkkale PMYO’yu kazandı. Dünyalar onun oldu. Babasının ağladığına ilk defa o gün tanık oldu. Miraç, babacığının gözlerinin yaşını avuçlarının içiyle silerken, Komiser Ali “Gitme oğlum” diyebildi sadece fakat Miraç gitti. 2013 yılında ilk görev yeri Rize’ye atandığında evliliği kafasına koymuştu. Bir an önce çocuk sahibi olmalıydı. Annesi “Daha toysun” dese de söz dinletemedi. Tutmuştu yine Trabzon uşağının damarı. Bir şeyi istedi mi, inandı mı onu yolundan kimse döndüremezdi. O ara hayatının aşkıyla da tanışmıştı zaten, Semra’yla. Birbirlerine söz vermişlerdi. Söz vermek Miraç için namus demekti. Sözünü tuttu. Evlendiler. Aile birliğine çok önem verirdi Miraç. Hep iyi bir aile babası olmayı isterdi. Evlendikten bir yıl sonra bir kızı oldu, Umay Mina. Öyle iyi bir baba olmuştu ki, sürekli onunla zaman geçirmek istiyordu. Ona türküler söylüyor, ayağında sallıyor, uyurken gidip saatlerce kızını izliyordu. Sanki hissediyordu zamanının daraldığını, yıllarca haberlerini takip ettiği, acılarına ortak olduğu o şehitler gibi evladına doyamadan terki diyar edeceğini. Kızı bir yaşına geldiğinde Nusaybin’ e geçici görevli olarak gönderildi. Daha doğrusu ailesi “gönderildi” sanıyordu. Halbuki Miraç, gönüllü olarak yazdırmıştı kendini. Vatan savunmasında bilfiil yer almak istiyordu, düşmana haddini bildirmek için bekleyecek sabrı kalmamıştı artık. Tam kırk beş gün Hendek operasyonlarında görev yaptı. Ailesi günlerce uyku yüzü görmedi. Yemeden, içmeden kesildiler ama şükür kırk beş gün sonra sağ salim geri döndü Miraç evine. Döndüğünde anası “Oğlum, korktun mu” diye sordu. Miraç, “Anne, düşmana direnen hiç korkar mı? Keşke özel harekatçı kardeşlerimin direnişinde daha çok yanlarında olabilseydim.” diye cevap verdi gözleri dolarak. Zaten hemen ağlayıverirdi Miraç. Çok vicdanlı, adaletli bir insandı. Başkasının hakkına, günahına gireceğine ölmeyi yeğlerdi. 2016 yılında tayini çıkacaktı. Ailesi kendilerine yakın, güvenli bir yerde, gözlerinin önünde olsun istiyordu ama Miraç için vatanın her yeri aynıydı. Görev için, memleket toprağının en uzak köşesine de giderdi. Diyarbakır’a çıktı tayini. Yola çıkacağı o gün, ailesiyle vedalaşırken, eşi de annesi de çok ağlamıştı. Miraç, her zamanki coşkulu haliyle onları neşelendirmişti. Giderayak Maçka’da buluşalım türküsünü bile söyletmişti her birine. Döneceğine onları inandırmıştı. Gel gelelim Miraç’ta değişik bir hal vardı o gün. Yıllar önce, bir namaz vakti, annesine gördüğü rüyayı anlatırken ki huşu vardı yine yüzünde. Hepsine sarılıp vedalaştı, en son kızını öptü kokladı. Bir türlü doyamıyordu. Onu, karısına ve ailesine emanet edip arabaya binerken “Ben bu ay yıldızlı üniformayı gururla giydim. Siz de gurur duyun benimle!” dedi ve bindi otomobile. Sonra, daha motor çalışmadan tekrar inip anasının boynuna sarıldı Miraç. Kadıncağızın yüreği cız etti. Oğlu, geri dönülmez bir yere doğru gidiyordu anlamıştı ama ana yüreği, kondurmak istemedi. Gözyaşlarını saklayarak el salladı uzaklaşan otomobilin arkasından, su gibi gidip gelsin diye arkasından bir kova su dökmeyi de ihmal etmedi elbet. Bütün bunlar aklından geçerken yemek alışverişini tamamlamıştı bile Gülşen Ana. Aylardır görmediği, burnunda tüten oğlunu, yarın görecekti nihayet. Torunu Mina ve gelini Semra da gelecekti. Oğlunun ilk aşkı Semra. Hoş Miraç’a sorsan birinci aşkı Trabzonspor, ikinci aşkı Semra’ydı ama öyle bir bakardı ki karısının gözlerine, bütün Maçka bilirdiMiraç’ın Semra’ya olan sevdasını. Çocukları da olunca iyice taçlanmıştı aşkları. Şimdi ikinciyi istiyorlardı, kısmetse bu defa oğlan olacaktı. Babasının adını koyacaktı, onun gibi erdemli, iyi ahlak sahibi, güzel bir insan olsun diye. Hediyesiz karşılama olmaz diyerek bir dükkâna daha girdi Gülşen Ana. Gelinine ve torununa hediyeler aldı. Miraç’ına ne alacağı belliydi elbet; çok sevdiği Trabzonspor’un forması. Öyle tutkundu ki takımına, biraderiyle beraber Trabzonspor’un şampiyonluğunu görecekleri gün için adaklar adamıştı. Elinde hediye poşetleriyle eve dönüş yolundayken kalbine bir sıkıntı çöktü Gülşen Annenin. Hayırdır inşallah deyip bir duraksadı. Yer, sanki ayaklarının altından kayıyor gibiydi. Eve gelene kadar akla karayı seçti. Bir fırtınanın ortasında kalmış gibi, savrularak güç bela ulaştı. Kapının önünde resmi plakalı bir araç vardı. Bir de ambulans. Kötü bir şey olduğunu anladı Gülşen Ana. Evin kapısını açtığında, içeride tanımadığı insanlar var dı. Bir de kocası Ali. Bembeyaz bir suratla oturuyordu koltukta. Gülşen Ana, sesi titreyerek “Miraç mı yoksa?” diye sordu? Kocası, gözlerinden yaşlar boşanarak başını salladı. Poşetler kayıverdi ellerinden kadıncağızın. Kurşuni bir karanlık çöktü gözünün önüne. Ümitle; “Yaralanmıştır.” dedi. Hâlâ inanmak istemiyordu. “Koş getir babası, ben oğlumuza bakarım. İyi ederim.” dedi acele acele. Komiser Ali, başını olumsuz anlamda sallayınca Gülşen Ana “Olmaz!” diye feryat edip olduğu yere çöktü. Kocası gözyaşlarıyla onu yerden kaldırmaya çalışırken, “Hani Maçka’da buluşacaktık, hani gelecektin? Hiç kuzudan kurban olur mu?” diye dövünmeye başlamıştı. Ali Amca, karısını titreyen omuzlarından tutup, “Dövünme hanım, yakar ma… Oğlumuz kurban değil,kahraman oldu. Yiğitlere yaraşır şekilde, kahramanca kavuştu Allah’ına. Şehit oldu, şehit.” diyerek hem karısını hem de kendisini teskin etmeye çalışıyordu… Oğulları, 16 Ocak 2017 günü, Diyarbakır Sur’da, teröristlerin tuzakladığı el yapımı patlayıcının infilak ettirilmesi sonucu şehadet şerbetinden tatmıştı. * Cenaze günü geldiğinde, binlerce insanın yakasında, aydınlık yüzüyle gülümseyen Miraç’ın fotoğrafı vardı. Evinin önü ana baba günüydü. Herkes oradaydı; silah arkadaşları, komutanları, devlet erkanı, mahalle arkadaşları, ailesi, kızı… Cenazesi omuzlarda dualar içinde araçtan indirilirken, Miraç’ın anası Gülşen Ana bir erin gözünden akan yaşları gördüm, koşup elinin içiyle sildi gözyaşlarını. Oğluna yaptığı gibi “Ağlama…” dedi “Yiğidim artık Allah’ının yanında, vatan toprağına emanet. Sen de bize… Sakın ağlama.” Şehit Polis Memuru Miraç Kadir Özcan gibi göğsünü vatana siper eden yiğitler sayesinde, milletimiz kuşaklar boyunca huzur ve birlik içinde, bu topraklarda yaşamaya devam edecektir. Şehidimizin mekânı cennet olsun, kabri nurlarla dolsun.