İsmail YAVUZ
1978-2015
Şehir: Manisa
Doğum Yılı: 02.03.1978
Şehadet Yeri ve Tarihi: Diyarbakır, 25.07.2015
Görevi: Jandarma Astsubay Kıdemli Başçavuş

Salihli’de sıcak bir yaz gecesiydi. Temmuz ayında pek sık rastlanmayan hafif bir esinti var dı Manisa’da o gece. Dolunay bütün ihtişamıyla parlıyor, evin yakınındaki ağaçların dallarına saklanan cırcır böcekleri, ayın güzelliğinden heyecana kapılmış, sanki ona övgüler yağdırır gibi ötüşüyorlardı… Birsen Hanım da çok heyecanlıydı o gece, çünkü beş gün sonra ailece Bornova’ya taşınacaklardı. Taşınma telaşından çok, eşi İsmail’e kavuşacak olmak mutlu ediyordu onu. Eşi, Jandarma Kıdemli Başçavuştu ve uzun zamandır Diyarbakır, Lice’de görev yapıyordu. Bir süredir evinden, ailesinden uzaktaydı. Çünkü tayini Diyarbakır Lice’ye çıktığında, terör nedeniyle, ailesini yanında götürmek istememişti İsmail Başçavuş. Çok sevdiği eşi Birsen Hanımın ve iki aslan parçası evladının memleketlerinde kalmasının daha uygun olacağını düşünmüş, görev yerine tek başına gitmişti bu kez. Fakat nihayet hasretlik bitmek üzereydi. Yakın zamanda tayinleri İzmir, Bornova’ya çıkmıştı. Bundan böyle hiç ayrılık olmadan, ailece hep birlikte yaşamaya devam edebileceklerdi. İsmail Başçavuş, en çok da artık oğullarının büyüdüğünü görebileceği, her daim onların yanında olabileceği için seviniyordu. Babaları olarak, onların hayatlarına şahitlik etmek, bütün önemli zamanlarında yanlarında bulunmak istiyordu artık. Aralarında kilometreler olsa da bağlılıkları hiç bitmiyordu. Birbirlerini çok seviyorlardı. İsmail Başçavuş, onlardan uzakta bile olsa, her zaman kalbiyle ve manevi desteğiyle yanlarındaydı aslında. Her ihtiyaçlarını karşılıyor, yokluğunu hissettirmemek için elinden geleni yapıyordu. Çok düşünceli, çok fedakâr bir aile babasıydı İsmail Başçavuş. Hep kendinden önce, eşi ve evlatlarının ihtiyaçlarını düşünür, kendini daima ikinci plana atardı. Sadece ailesine karşı da değildi bu fedakârlığı. Herkese yardım eli uzatır, karşılık beklemeksizin insanların yüzünü güldürmeye çalışırdı. Tanıdık, tanımadık herkesin gizli kahramanıydı o. Adını duyurmadan, Mehmetçik Vakfı aracılığıyla birçok çocuğu okutuyor, burs veriyordu. Zor durumdaki çocukların okula gidebildiklerini düşünmek, onun da katkısıyla bir şeyler öğrendiklerini bilmek İsmail Başçavuşu çok mutlu ediyordu. Gönlü geniş ve çok iyiliksever bir insandı. Maddi durumu iyi olmayan, muhtaç evlatlarımızın hayatına dokunabilmek, üzerine giyecek hırkası, ayağına geçirecek ayakkabısı bulunmayan insanlara bu imkanları sağlayabilmek ona huzur veriyordu. Bunları düşünürken, kolileri epey kolaylamıştı Birsen Hanım. Bu sırada büyük oğlu Mehmet Eren uyanmış, yanına gelmişti. Uykusu kaçmıştı yine, “Kötü bir rüya gördüm.” diye annesinin boynuna sarılmıştı. Son günlerde hep böyle kabuslarla uyanıyor, babası artık gelsin diye ağlıyordu için için. Çok düşkündü ona, her erkek evlat gibi hayrandı. Büyüyünce, o da babası gibi asker olmak, düşmanlara karşı mücadele etmek istiyordu. İsmail, oğluna da vatan sevgisini aşılamış, kendi gibi mert ve yiğit bir evlat yetiştirmeyi başarmıştı. Birsen Hanım, Mehmet Eren’i rahatlatmak için bir oyun uydurmuştu, bu uykusuz gecelerde. Yine onu oynayalım diye odasına götürdü oğlunu. “Sayılı gün çabuk geçer.” oyunuydu bu. Duvara bütün günleri renkli kalemlerle yazmışlar, geçen her günün üzerini büyük bir çarpıyla çizerek, kalan günleri daire içine alarak, İsmail Başçavuşun geliş gününü hesaplıyorlardı Basit bir takvimdi aslında bu ama Birsen Hanım eğlenceli bir hale çevirmişti oğlunun babasını bekleme sürecini. Gerçekten de o oyunu oynamaya başladıklarından beri, zaman sanki daha hızlıca geçmiş, Mehmet Eren’in babasıyla kavuşmasına beş gün kalmıştı sadece. İçi içine sığmıyordu çocukcağızın ama zaman o beş günde takılıp kalmış gibiydi sanki. Birsen Hanım, oğlunu rahatlamak için bu defa, “Haydi gel.” dedi “Babayı arayalım. O sana söylesin ne zaman geleceğini.” Hemen, görüntülü arama yaptılar. Sık sık görüntülü konuşuyorlardı böyle. Hem eşini hem de oğullarını çok özlüyordu İsmail Başçavuş. Canı gibi sevdiği ailesinin, hasret kaldığı yüzlerini görmek ona da çok iyi geliyor du. Görüntü bağlanıp da eşini ve Mehmet Eren’i karşısında görünce, birden içi cız etti İsmail Başçavuşun yine. Yüreğindeki özlem kasırgası, sanki iyice palazlandı, kalbini yerinden sökecek gibi estirdi. Birsen Hanım da heyecanla selamladı kocasını. Mehmet Eren “Baba!” dedi “Çok özledim seni! Beş gün kalmış! Geçsin artık!” İsmail Başçavuş, oğlunu görünce, nemlenen gözlerini belli etmeden silmeye çalışarak, “Geçecek oğlum. Bitti sayılır. Sayılı gün çabuk geçer!” dedi. “Annenle oynadığınız oyundaki gibi…” Birsen Hanım da heyecanlı “Geçecek tabii.” dedi, sonra kamerayla eşyaları gösterip “Bak babası.” dedi! “Toplandık bile biz.” İsmail Başçavuş, toplanmış eşyaları, kutuları görünce bir an yüreği sıkıştı. Sanki o evden birlikte ayrılamayacaklarını hisseder gibiydi… “Acele etmeseydin keşke…” diyebildi sadece. Birsen Hanım şaşırdı. “Niye öyle dedin, ancak toparlanırız işte. Birkaç güne buradasın.” İsmail Başçavuş, “Öyle ama.” dedi “Ne olur ne olmaz, acele etme sen yine de. Her an her şey olabilir.” Belli ki son anda bir aksilik çıkmasından korkuyordu. Birsen Hanım endişeli, “Bir şeymi oldu?” diye sordu. İsmail Başçavuş, söylediğine pişman olmuş, “Yok, yok.” dedi onu rahatlatmak ister gibi “Yorulma, gelince birlikte toparlarız diye öyle söyledim. Bakma sen bana…” diyerek geçiştirdi az önceki sözünü ama gözlerindeki bulutlardan Birsen Hanım anlamıştı. Bir şey vardı kocasında… Kapatırken de ilk defa helallik istemişti onlardan, sonra oğluna “Aslan parçası” demişti, “Benim yokluğumda, annen de kardeşin de sana emanet! Onlara sahip çık! Beni aratma.” deyip görüntülü aramayı kapatmıştı. Birsen Hanımın içine bir sıkıntı çökmüştü bu konuşmadan sonra. Oturduğu yerden kalkamamıştı bir süre. Topladığı eşyalara bakmıştı, kutular her yerdeydi. Aklından İsmail Başçavuşun, “Şimdilik toplanma, her an hersey olabilir.” deyişi geçiyordu sürekli. Az önce sevinçle, pırıl pırıl parlayan dolunay sönmüş, matlaşmış, cırcır böceklerinin sesi sanki artık duyulmaz olmuştu. Hayat bir anda ters yüz olmuş gibi, koltuğa gömülüp kalmıştı Birsen Hanım… * İsmail Başçavuş da eşi ve oğluyla görüntülü konuştuktan sonra, bir tuhaf hissetmişti kendisini. Dili saklıyordu ama gözyaşları açığa vurmuştu için deki manevi yoğunluğu. Dur duramıyordu. Sanki ailesini son görüşüydü bu. Hem heyecan hem hasret gelmiş oturmuştu yüreğine… Bu iki duygu da yüreğini yarı yarıya işgal etmiş, kalkmıyordu yerinden. Birazdan göreve çıkacaktı. Aslında tayin sebebiyle, gitmeyebilirdi ama durmak, beklemek ona göre değildi. O her zaman görevine sadık bir askerdi. Görevin zamanı yoktu onun için. Vatanın ona ihtiyacı olduğu sürece şehit olmaya daima hazırdı ve belki de bunu hissederek, göreve gitmek üzere birliğinden çıktı. * 25 Temmuz 2015 akşamı, Jandarma Kıdemli Başçavuş İsmail Yavuz ve emrindeki askerler, Diyarbakır’ın Lice ilçesindeki Kayacık Mahallesi’ne doğru, Zırhlı Personel Taşıyıcı araca binmiş, devriye görevi için yola çıkmışlardı. Gittikleri bölge, teröristlerin yoğun saldırılar gerçekleştirdiği, bu nedenle tehlikeli görülen bir bölgeydi ama Kıdemli Başçavuş İsmail Yavuz, korkusuz bir askerdi. Hiçbir güç onu, görevini yerine getirmekten alıkoyamazdı.İsmail Başçavuş ve yanındaki askerler araçla ilerlerken, uzakta büyük bir ateş görmüşler, dumanları da fark ederek oraya doğru yol almaya başlamışlardı. Biraz daha ilerlediklerinde, ateş topunun içinde yanmakta olan bir araba olduğunu anlamışlardı. Etrafta park halinde başka araçlarda olduğu için herhangi bir tehlikeli durum yaşanmaması adına, yanan arabaya müdahale etmeye karar vermişlerdi. Aslında bu yanan araba, teröristler tarafından hazırlanmış bir tuzağın parçasıydı. Zırhlı Personel Taşıyıcı, yanan arabaya doğru iyice yaklaşmaktaydı. Ne yazık ki, kenarda park halinde duran arabalardan birinin içinde patlayıcı olduğunu kimse bilmiyordu. Tam giderlerken, uzakta bekleyen teröristler, arabadaki patlayıcıyı devreye sokmuş ve İsmail Başçavuş ile yanındaki askerlere karşı saldırıyı gerçekleştirmişlerdi. Bu patlama üzerine, Zırhlı Personel Taşıyıcı içindeki İsmail Başçavuş ve emrindeki askerler araçtan can havliyle çıkmışlar, fakat vazgeçmeyip, hepsi de yaralı oldukları halde çatışmaya başlamışlardı. İsmail Başçavuş, olduğu yerden elindeki silahıyla hem emrindeki askerlerin iyi olduğundan emin olmaya çalışıyordu hem de bölgeyi kontrol altında tutmak istiyordu.* Bir süre sonra teröristler, askerimizin tecrübesi karşısında dağılarak kaçtı. İsmail Başçavuş, bölgenin güvenli olduğunu anlayınca derhal ambulans çağırdı. O da yaralıydı ama evladı yerine koyduğu çocuklarını düşünüyor, “Önce askerlerim” diyordu, her zamanki fedakâr tavrıyla. Kendini umursamıyordu bile! Kısa süre içinde gelen ambulans İsmail Başçavuşa yönelmişti fakat o iyi olduğunu, tedavi önceliğinin çocuklarına verilmesini istemişti. Bu sırada, her ne kadar belli etmemeye çalışsada yarası ağırdı ve bu yüzden yere yığılmıştı. Kendinden önce, emrindeki askerlerin selametini düşünmüş, kendi hayatını, hem vatanı, hem milleti, hem bayrağı için hiçe sayarak her türlü tehlikeye karşı koymaya yemin etmişti ne de olsa. Sağlık görevlileri Başçavuş İsmail Yavuz’u alıp hızla hastaneye götürmüşlerdi ancak tüm müdahalelere rağmen Jandarma Kıdemli Başçavuş İsmail Yavuz, şehadet şerbetinden tadarak, Peygamber Efendimize komşu olmuştu. Onu bekleyen karısı ve çocukları için sayılı gün çabuk geçmeyecekti artık… * Şehit Jandarma Kıdemli Başçavuş İsmail Yavuz, kocaman kalbinde, tüm ülkesine yetecek kadar sevgi ve vatan savunmasını sağlayacak kadar çok cesarete sahip bir kahramandı. O ve onun gibi hayatı pahasına vatan topraklarını korumaya ant içmiş tüm şehitlerimizin fedakarlıkları sayesinde, bugün, bu millet birlik ve beraberliğini muhafaza etmektedir. Tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet, yakınları ve milletimize sabır diliyoruz. Hepsinin ruhu şad olsun…