O gün 19 Mayıs’tı. Uzman Çavuş Hasan, birliğinde uyanmış, çok önemli bir göreve gitmek üzere hazırlanıp, dışarı çıkmıştı. Gökyüzüne baktı. Birkaç gündür, bulutların arasına saklanmış olan güneş, kendisini göstermiş, bütün ihtişamıyla parlıyordu. Tam da 19 Mayıslara yakışır bir aydınlık vardı… Çünkü, Gazi Mustafa Kemal, Samsun’a bir 19 Mayıs’ta ayak basmıştı ve o adım, vatanın kurtuluşunun ilk adımı olmuştu. Milli Mücadeleyi başarıya taşıyan o ruh, şimdi bütün Mehmetçiğimizin ve güvenlik güçlerimizin damarlarında dolaşmaya devam ediyordu. Tıpkı, Mardin Nusaybin’de görevini yapmakta olan Uzman Çavuş Hasan Kahraman’da olduğu gibi. Kütahya doğumlu bir yiğitti Hasan. Evli ve bir evladı vardı. Askerlik mesleğini seçmeden evvel pek çok iş yapmış, ekmeğini taştan çıkarmıştı hep. Babası Beytullah Bey, inşaat işçisiydi. Evine ve evlatlarına bakabilmek, onlara iyi bir hayat verebilmek için, canını dişine takıp çalışmış, hiçbir şeyden de eksik bırakmamıştı. Hasan, babası Beytullah Beye de annesi Seviye Hanıma da büyük bir minnet duyuyordu. Onların kendisini yetiştirmek için verdikleri emeğin karşılığını ödemek ve vatanına, milletine faydalı bir evlat olmak için kendisine söz vermişti daha liseyi bitirmeden evvel. Ailesine çok düşkündü Hasan, onları hiç üzmezdi. Ahlâkı temiz, cömert, iyiliksever ve çok güvenilir bir delikanlıydı. Sadece onlara karşı da değil, girdiği her ortamda, bu güzel özellikleriyle dikkat çeker, hemencecik sevilirdi. Bir o kadar da zeki ve becerikliydi. Çalıştığı bütün işlerde çok başarılı olur du. Elinden her meslek gelirdi.Son olarak bir sürücü kursunda eğitmenlik yapıyordu. Sabrıyla ve bildiklerini öğretmeye olan hevesiyle orada da parmakla gösterilen bir eğitmen olmuştu. Öğrencileri tarafından çok seviliyordu, lakin kısa bir süre sonra askerlik vakti gelmişti. Vatani görevini yapmak üzere işinden ayrıldı Hasan. Peygamber Ocağına gitmek için sabırsızlanıyordu. Kendini bildi bileli, askere gideceği günü bekliyordu. Bu görevin ne kadar önemli olduğunun farkındaydı. Vatanın ne büyük fedakârlıklarla korunduğunu ve ecdadımızın bıraktığı mirasa sahip çıkmanın önemini kavramıştı daha küçük yaşlardan itibaren. O yüzden, uyum sağlamakta hiç güçlük çekmedi askerde. Ne uykusuzluk ne gece tutulan nöbetler, ne içine işleyen soğuk, ne derisini yakan sıcak, ne sırtında kilolarca yükle dağ, tepe tırmanmak… Hiçbiri onu zorlamıyordu. Çünkü yüreği vatan aşkıyla çarpıyordu. Bütün eğitimlerinde ve verilen görevlerde komutanlarının gözüne girmeyi başarmış, çakı gibi asker olmuştu. Bir gün komutanlarından biri Hasan’a, sabrı, cesareti, sağ duyusu ve gözü karalığı ile çok iyi bir asker olduğunu, orduda devam etmesi gerektiğini söylemişti. Hasan onur duymuştu, hayran olduğu ve onlara, asker ocağında bir ağabey, bir baba gibi yaklaşan komutanından bu sözleri işittiği için. Askerlik bitiminde, aklında uzman çavuş olma fikriyle tekrar memlekete dönmüştü. Sınavların açılmasını bekliyordu ama beklerken de çalışmaya devam etti Hasan. Bu kez de hayat onu, bir Türk sanatı olan çini ile buluşturmuştu. Çok sevmişti çini sanatını. Hem toprakla uğraşmayı hem de topraktan bir ürün ortaya çıkarmayı… İnsan olmaya benzetiyordu bu sanatı… İnsan da topraktan doğmuştu. Nasıl ki çini yaparken toprak, hünerli ellerde yoğrulup, pişip, son halini alıyorsa, insan da hayat denilen o süre zarfında pişip, kim olduğunu ve nereye gittiğini buluyordu. İkisi de sabır ve emek istiyordu. Bir gün Hasan, bir çini vazonun üstüne karanfil motifi işlemişti. Ustası ortaya çıkan eseri görmüş, karanfil motifinin çini geleneğinde yenilenmeyi ve yeniden doğuşu temsil ettiğini anlatmıştı ona. Şaşırmıştı Hasan. Çünkü tam da o sıralar, bir arkadaşından, uzman çavuşluk sınavlarının açıldığını duymuş ve kaydını yaptırmıştı. Hayat, ona yenilenme fırsatı tanıyordu işte, tıpkı o vazoya işlediği karanfil motifi gibi ve aslında şehadete erip, yeniden doğmak üzere gidiyordu vatan yolunda… Gerçekten de kısa süre içinde uzman çavuşluk sınavlarını kazanmış ve akabinde Piyade Uzman Çavuş olarak göreve başlamıştı çarçabuk. Bu arada evlenmişti bir de Hasan, gönlünün sultanı, başının tacı Büşra Hanım ile. Birlikte mutlu ve huzurlu bir yaşantı sürüyorlardı. Oğulları Gökalp’in doğumuyla beraber de bu mutlulukları katlanarak büyümüştü. Bir yandan çok sevdiği ve haya tının merkezine koyduğu askerlik mesleğini yapıyor, bir yandan karısına iyi bir eş ve oğlu Gökalp’e iyi bir baba olmak için çabalıyordu. Fakat o sıralar, vatanın bütünlüğüne kasteden terör örgütüne karşı mücadele etmek için, kendi ailesini geride bırakarak, Mardin’in Nusaybin ilçesinde göreve gitmişti. Yaklaşık iki yıl Doğu ve Güney Doğu’da Piyade Uzman Çavuş olarak görev yapacaktı Hasan. Bu sırada oğlu, daha bir yaşına bile gelmemişti. Büyümesini, ilk emeklemesini, ilk kelimelerini kaçırmak istemiyordu ama görevinin hassasiyetinin farkındaydı. Soyadı gibi bir kahraman olan Hasan, vatanı ve milletini korumak ve kollamak için, terör örgütünün yuvasına girecek, korkusuzca ve cansiperane bir biçimde görevini layıkıyla yerine getirecekti hep yaptığı gibi. Ailesi onun için endişeliydi. Birçok kez, görevini bırakıp gelmesini istemişlerdi ama Hasan, oğlunu ve eşini çok özlese de her defasında, “Ben vatan haini değilim! Silah arkadaşlarımı ve vatanımı bırakıp dönmem!” diyerek, vatana olan aşkını ve o sorumluluğunun büyüklüğünü defaatle ortaya koymuştu. Şehit olmadan önceki gece, annesi ve eşini arayarak, sanki şehadete ereceğini hissetmiş gibi, “Bu gece bize dua edin, sabah zor bir göreve gideceğiz. Çok kritik iki ev kaldı, oraları da temizlersek Nusaybin teröristlerden temizlenecek inşallah. Hakkınızı helal edin.” diyerek ailesinden helallik almış, onları şehadetine hazırlamıştı kahraman şehidimiz Hasan Kahraman. *O sabah, 19 Mayıs 2016’da operasyona gitmek üzere birliğinden çıkan Hasan, gökyüzüne bakıp, bütün o güzel havayı ciğerlerine çektikten sonra yanına gelen silah arkadaşları ile birlikte askeri araca doğru yürürken, “Bugün de tam şehit olunacak hava var.” demiş ve arkadaşlarına tebessüm etmişti. Sanki birlikten adımını attığı o ilk andan itibaren hissediyordu şehadete doğru yürüdüğünü Uzman Çavuş Hasan. Öyle kararlı, öyle kendinden emin atıyordu adımlarını. Gerçekten de Mardin Nusaybin’de, bir gece önce annesine ve eşine bahsettiği o iki kritik evden birinde, terör örgütü üyeleri tarafından tuzaklanan el yapımı bomba neticesinde şehitler kervanına katılmıştı Uzman Çavuş Hasan Kahraman. Tarih, 19 Mayıs 2016 idi ve güneşli, çok güzel bir gündü. Kendi deyimiyle, tam şehit olacak bir gündü… * Ailesinin gözleri yollarda, onu izne gelecek diye beklerken, şehadet haberi gelmişti Hasan’ın. Eşi Büşra Hanımın ona verecek müjdeli haberleri vardı halbuki, oğulları Gökalp emeklemeye başlamış, üst ön dişleri çıkmıştı hafif hafif. Öyle hevesliydi ki bunları kocasıyla paylaşmak için. Bir gelseydi, ah, ona en sevdiği yemekleri yapacaktı. Anacığı Seviye Hanım da öyle… Torununu, evladının kucağında bir görseydi ama olmayacaktı… Yedi aylık Gökalp, minicik elleriyle babasına değil,al bayraklı tabutunu önünde duran resmine sarılacaktı… * Doksan yedi sene önce, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın adımını Samsun’a attığı ve vatanın kurtuluşunun başlangıcı olan 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramıydı o gün.Tüm ülkede törenler yapılıyor du. Okul bahçelerinde çocuklar,İstiklal Marşımızı söyleyip, göndere çekerken bayrağımızı, hepsi 19 Mayıs ruhunu yüreğinde taşıyordu tıpkı Samsun’da yakılan o meşaleyi bugün de aynı kararlılık ve gururla taşıyarak, şehadet şerbetinden tadan Uzman Çavuş Hasan Kahraman gibi. O gün söylenen bütün marşlar, edilen bütün dualar, onun ruhuna da gidiyordu. Hak etmişti! Kurtuluş Savaşında, Çanakkale’de kanını, canını feda eden ecdadımız gibi o da bir kahramandı artık! Yiğidimizin cenazesi ertesi gün, askeri uçakla, memleketi Kütahya’nın Altıntaş İlçesi’ndeki Zafer Havaalanı’na getirildiğinde onu, on binler karşıladı. Hepsi bir ağızdan terörü lanetlerken; oğullarını ay yıldızlı tabutunun içinde karşılayan ailesi bir yandan ağlıyor, bir yandan da büyük bir gurur duyuyordu. Çünkü oğulları Uzman Çavuş Hasan Kahraman, vatan içinkendini feda etmiş nice kahramandan biriydi artık. Şair Ziya Gökalp’in şu dizlerindeki gibi; “Cenk meydanında nice koç yiğit, Din ve yurt için oldular şehit, Ocağı tütsün, sönmesin ümit, Şehidi mahzun etme Yâ Rabbi!Soyunu zebun etme Yâ Rabbi!” Şehidimiz mahzun değildi… Bu toprak için döktüğü kanının tek bir zerresi bile boşa akmamıştı. Ruhunun huzuru o güzel Mayıs gününün ışıltısından belliydi. Her yer buram buram karanfil kokuyordu, cenazesi eller üzerinde, helallik almak için tek katlı baba ocağının önüne getirildiğinde… Şehidimizin bir yaşına bile varmamış oğlu Gökalp, anneciğinin kucağında babasının tabutunun yanına gelmişti. O minicik, yumuk yumuk elleriyle babasının fotoğrafına dokunmuş ve tabutunun üstüne bir tek karanfil bırakmıştı. Tıpkı Hasan’ın, bir zamanlar yaptığı, sonsuzluğu ve ölümsüzlüğü simgeleyen o içindeki karanfile benziyordu al rengi… Bayrağımızın rengine… Şehitler ölmüyordu, her gün yeniden, yeniden doğuyordu… Aziz Şehidimiz Hasan Kahraman gibi, istiklal ruhu ile geleceğine sahip çıkan Mehmetçiğimiz, ebediyen milletimizin yüreğinde yaşamaya devam edecektir. Ver diğimiz her şehit bir fidandır.Bu fidanlar, yüce ağaçlar gibi kök saldıkları ve kanlarıyla suladıkları bu toprakları bizlere vatan olarak emanet etmişlerdir. Bizler de bugüne kadar olduğu gibi, şehitlerimizin emanetlerine bundan sonra da sahip çıkmaya devam edeceğiz. Nöbet, artık bizimdir! Sen rahat uyu Şehit Uzman Çavuş Hasan Kahraman!