Feyyaz YUMUŞAK
1989-2015
Şehir: Kırşehir
Doğum Yılı: 13.02.1989
Şehadet Yeri ve Tarihi: Şanlıurfa, 21.07.2015
Görevi: Polis

Bozkırın engin sessizliği içinde, Mustafa Amcanın kullandığı araba, asfalt yolda ilerliyordu. Sabahın erken saatlerinde, eşi sancılanmış, aceleyle yola çıkmışlardı. Hastaneye yetişmeye çalışıyorlardı fakat aniden arkadan onlara doğru gelen bir tolaz fırtınasına yakalandılar. Arkalarında bıraktıkları yolda, gözgözü görmüyordu şimdi. Sarı, turuncu düzlükler, tepesi mor dağlar, bir toz bulutunun arkasına saklanmıştı… Asfaltı sanki altlarından koparıp fırlatacak gibi esiyordu rüzgâr. Bozkırda akmayan zaman, şimdi sürüklenip gidiyordu sanki ayaklarının altından ama Mustafa Amca, pes edecek adam değildi. Daha çok asıldı gaza, ne yapıp edip, karısını hastaneye yetiştirecekti. Gerçekten de tolaz fırtınası, her şeyi darmaduman etmişti lakin Mustafa Amca karısını yetiştirmeyi başarmıştı. İlk oğullarını kucaklarına aldılar o sabah. Fırtınalara, boranlara dayanacak bir oğul olacaktı belli ki. Beşiktaş’ın gol kralının adını verdiler bir de bu kahraman bebeğe. Onun gibi güçlü, becerikli ve cesaretli olsun diye… * Yıllar geçti üzerinden… Bozkırın ortasında akan duru bir ırmak gibi etrafına bereket ve neşe saçarak büyüdü Feyyaz. Kocaman bir delikanlı oldu. Karakterli, keskin zekalı, yürekli, yiğit… Bu arada iki erkek kardeşi daha olmuş, onlara da iyi bir örnek, iyi bir ağabey olmaya çalışmıştı hep. Karıncalar gibi çalışkan ve inatçıydı. Hiçbir engel onu yıldıramazdı, tıpkı doğduğu gün tolaz fırtınasına galip gelişi gibi, ölesiye çalışıp ailesine destek olup, kardeşlerine bakmak için büyük bir gayret gösteriyordu. “Polis olmak istiyorum.” demişti, öğretmeni ne olmak istiyorsunuz diye sorduğunda. İlkokul ikiye gidiyordu daha. Bütün çocuklar ya “Öğretmen, doktor olacağım”, ya da “polis olacağım.” derdi zaten. Çoğunun ki hevesti, hepsi büyüdükçe başka mesleklere yöneliyordu ama Feyyaz’ın ki bir hevesten daha fazlasıydı. Hemen her gün şehit haberleri geliyordu ülkenin dört bir yanından. Duyduğu her şehit haberinde, o çocuk yüreği kanıyordu. Geceleri yastığına başını koyduğunda, acı feryatlarını duyuyordu sanki masum anaların, bacıların, çocukların. Vatan millet aşkıyla doluydu Feyyaz, daha küçücükken bile. Teröristlerin bu vatana ettikleri zulme dayanamıyordu artık. Doğu’da, Güneydoğu’da köylüyü eziyorlar, haraç alıyorlar, can yakıyorlardı. Devlet ve güvenlik güçleri, teröre büyük darbeler indiriyordu ama vazgeçmiyorlardı bir türlü zalimlik etmekten… Bozkırın cevval oğlu Feyyaz, rüyalarında bile üniforması sırtında, bütün ayrık otlarını dir geniyle yolmaya, dağıtmaya gidiyordu hep! Uyandığında, sanki gerçek gibi geliyordu gördükleri, gelgelelim o kadar kolay değildi hedeflere ulaşmak. Bunun için çok çaba sarf etmek gerekiyordu. O yüzden yılmadan çalıştı, didindi ve gerçekten de polis okulunu kazanıp mezun oldu bir gün Feyyaz. Şimdi hem çok sevdiği vatanına hizmet edecek, hem de ailesini sıkıntılardan kurtaracak, onlara olan vefa borcunu ödeyebilecekti…* Mezun olur olmaz, Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nde polis memuru olarak görevine başlamıştı Feyyaz. Önce İstanbul’da çalışmış, daha sonra Şanlıurfa’ya atanmıştı. Gittiği her yerde başarılarıyla kendisinden söz ettiren bir polis memur olmuştu. Bir yandan da eğitimine devam ediyor, Hukuk Fakültesi’nde okuyordu. Çocukluğundan bu yana öğrenmeye çok istekliydi Feyyaz. Peygamber Efendimizin, “Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz” hadisi şerifini ilke olarak kabul etmişti kendisine. Kardeşlerine de bunu aşılamaya çalışmıştı hep. “Oku!.. Yaradan Rabbinin adıyla oku!” (Alak Suresi, 1.Ayet) ayetini baş ucuna asmış, uyumadan önce en son onu okuyarak dalıyor du uykusuna. Çünkü biliyordu Feyyaz, insan ancak okudukça ilim, irfan sahibi olurdu. Okudukça nefsinden arınır, harama el sürmezdi. Okudukça Allah’ın yarattığı her şeye saygı duyar ve severdi. Feyyaz da insanları, hayvanları ve her canlıyı çok seviyordu bu yüzden… Yardımseverdi, merhametle bakan çok güzel gözleri vardı. Muhtaç insanlara büyük bir şefkat duyardı. Elinden gelen bütün yardımı yapardı onlar için… Şimdi de terör bölgesindeki insanlara yardım ediyordu. Onların yoksullukları, sıkıntılarını görüyor, kendi de yoksulluktan bu noktalara gelmiş bir polis memuru olarak, desteğini onlardan esirgemiyordu. Köy çocuklarına topladığı ayakkabı, bot, kitap gibi yardımları götürüyor, onları okumaya teşvik ediyordu. Özellikle kız çocuklarının okuması için büyük bir çaba gösteriyor, ailelerle konuşuyor, onlara çocuklarını okutmasını tembihliyordu. Bir yandan ailesinden de desteğini hiç esirgemiyordu. Kardeşlerinin okuması için maaşının çoğunu evine yolluyordu. Elini üzerlerinden hiç çekmemişti fedakâr anasının ve babasının. Onu ne zor şartlarda yetiştirdiklerini biliyor, ahde vefa sahibi biri olarak gerekeni fazlasıyla yapıyordu canı gibi sevdiği ailesine. Kıyamıyordu hiç onlara… Hele annesi deyince akan sular duruyordu… Tam bir Anadolu kadınıydı annesi. Ağzında duası, alnında secdesi ile kaya gibi sağlam ve bir o kadar da yufka yürekli bir kadındı. Kendini bildi bileli, her işe koşar dı. Fırtına gibi üç erkek çocuk büyütürken, bir yandan tarla işleri, bir yandan ev işleri, hepsine yetiştirdi. Senelerdir çalışmış, didinmiş artık yorulmuştu ama kan kussa kızılcık şerbeti içtim derdi. Hiç yakınmazdı, ne ağrıyan bacaklarından, ne kuruyan nasırlı ellerinden… Feyyaz ise kıyamıyordu ona. Köylük yerde, çetin işlerle mücadele eden anacığı artık dinlensin istiyordu. Bir bayram günü, Şanlıurfa’dan evine izinli geldiğinde, anneciğinin yine hiç mutfaktan çıkamadığı görmüş, çok üzülmüştü. Evde yardım edecek kimsesi yoktu. Evin bütün işi onun sırtındaydı. Dayanamadı, ayaklandı bir anda; “Ben bir çarşıya ineceğim” deyip gitti. Anlamadı evdekiler, bayram sofrasından yeni kalkmışlardı. Bir saat geçti iki saat geçti dönmedi eve. Meraklanmaya başlamışlardı ki, kapı çaldı. Koca bir kutuyla duruyordu kapının önünde Feyyaz. “Oğlum bu ne?” demeye kalmadı anacığı, Feyyaz sırtlandı kutuyu, içeri, mutfağa geçti. Paketi açtığında, içinden bir bulaşık makinesi çıktı. “Anacığım.” dedi “Bundan sonra sen yıkamayacaksın bulaşıkları, bu yıkayacak.” Annesi gözyaşlarına boğulmuşu. Yıllardır çocukların rızkından artırmaya kıyıp da alamadığı bulaşık makinesini evladı almıştı ona. Yine de “Oğlum evleneceksin sen, biriktir paranı, geri götür bunu.” dese de dinletemedi Feyyaz’a. “Benim ne zaman evleneceğim meçhul anacığım. Senin ellerin artık soğuk sudan sıcak suya girmesin, bana yeter.” deyip öptü anasının o mübarek ellerini. Anneciği de dualar etti oğluna, hep beraber güle oynaya bir bayram geçirdiler her zaman olduğu gibi… Fakat bu birlikte geçirdikleri son bayramları olacaktı…Bayram geçmiş, Feyyaz Şanlıurfa’daki görevinin başına geri dönmüştü. Daha izni vardı ama içine sinmemiş, zor şartlarda mücadele etmeye devam eden arkadaşlarının yanında olmak istemişti. Yine canla başla çalışıyor, görevini en iyi şekilde yapmaya uğraşıyordu Feyyaz. Peş peşe operasyonlarda yer alıyor ve büyük başarılara imza atıyordu. O sıralar, bir de İstanbul’a tayini çıkmıştı. Ailesi çok sevinmişti bu habere. İstanbul’a giderse, daha yakın olabileceklerdi oğullarına. Annesinin uykuları kaçıyordu, o her doğu görevine gittiğinde.En azından İstanbul’da, gözlerinin önünde olacaktı artık evlatları. Bir ihtiyacı olsa, koşup gitmek daha kolay olacaktı… En son Suruç’ta patlama olduğunda da çok endişelenmişlerdi. Mustafa Amca, hemen oğlunu aramış, daha sonra olabilecek leri hisseder gibi, “Evlat, dikkat et kendine. Doğu görevinin bitmesine bir yıl kaldı şunun şurasında, kendini tehlikeye atma, geri durmaya çalış.” demişti fakat Feyyaz tehlikelerden geri duracak, korkacak yiğit değildi. “Babam, bu vatana canım feda olsun. Bir tane daha canım olsa onu da veririm.” deyip kapatmıştı telefonu. Gerçekten de korkusuzca, suçluların üzerine canı pahasına gitmeye devam edecekti Feyyaz! Ta ki 21.07.2015’e kadar… *O akşam, bir polis arkadaşıyla beraber kaldıkları evine gelmişti Feyyaz. İçinde bir sıkıntı vardı sabahtan beri. Biraz efkarlanmıştı. “Güzel bir sofra hazırlayalım bu akşam, azıcık kafamızı dağıtalım” demişti. Yemeklerini yiyip, çaylarını demleyip, biraz bağlama çalıp, türkü söylemişlerdi beraber. Efkarı yol yol olmuş, yüreğinde derin izler bırakmıştı. Bozkırın toz bulutlarının arkasında bıraktığı izler gibi… Ailesi gelmişti aklına, anası, babası, kardeşleri. Bayramın son günü, beraber bahçelerindeki ceviz ağacının altında oturup, Neşet Ertaş’tan çalıp söyledikleri o akşam… Tıpkı çocukluklarındaki gibi. Bir de yağmur başlamıştı ki keyiflerine diyecek yoktu… Sanki yüzyılların yağmuru üzerlerine yağmış, sırılsıklam olmuşlardı ama umurlarında değildi. Yağmurun sesini bastırmak ister gibi bağıra bağıra söylemeye devam etmişlerdi Neşet Babanın o en sevdikleri türküsünü; “Gönül dağı yağmur yağmur boran olunca Akar can özümden sel gizli gizli…” O gece de arkadaşıyla, söyledi son kez bu türküyü Feyyaz… Öyle yürekten, öyle içli söylemişlerdi ki, sesleri o bulutsuz temmuz gecesinin yıldızlarını bile kendilerine hayran bırakmıştı. Yatmadan abdestini alıp, son namazını kılmıştı Feyyaz. Hiç ihmal etmezdi ya o gece sanki bir daha kılamayacağını bilir gibi, ağır ağır kıldı namazını. Uzun uzun kapandı secdeye… Sonra yatıp uyudu, yüreğinde özlem ve duayla. * Sabahın erken saatiydi. Etraf yeni yeni aydınlanıyordu. Feyyaz ve arkadaşının kaldıkları TOKİ konutlarının üçüncü katındaki pencerelerinden içeri, söken şafağın kızıllığı vuruyordu. O an gözünü açsaydı Feyyaz, belki de gördüğü son şafak olacaktı bu… Ya da kendisini koruyabilecek ve daha nice şafaklar görebilecekti o da arkadaşı da ama uyanmadı. Kızıl gökyüzünün odalarına vuran ışığı altında, bir teröristin silahından çıkan kurşunla katledildi… İki can arkadaş… Feyyaz’ın başarıları, terör örgütünün dikkatini çekmiş uzun zamandır onun peşindeydi. Karşısına çıkacak cesaretleri olmadığı için, açık duran pencerelerinden eve girmiş; sıcacık yataklarındayken şehit etmişlerdi iki yürekli, pırıl pırıl polisimizi. Şehit polis memuru Feyyaz Yumuşak gibi, vatanını ve milletini canından çok seven, mukaddesatını korumak için gözünü kırpmadan mücadele veren bütün şehitlerimiz, Peygamber Efendimize komşu olarak en yüce makama erişmiştir. Şehitlerimizin, bize emanet bıraktığı bu vatanı ve bayrağımızın gökteki asil yerini muhafaza ve müdafaa etmek sırası artık bizlerdedir. Bundan sonra her zamankinden daha fazla çalışarak, üreterek, memleketimizi güçlü kılmak için her satıhta mücadele vermeye ve aziz şehitlerimizin hatıralarını ilelebet yaşatmaya devam edeceğiz.