Ders zili henüz çalmamıştı.Çocukların teneffüs koşuşturması dışarıdan duyuluyordu.Müdür Bey, görev yaptığı okuldaki odasında, masasında duran babasının fotoğrafını eline alıp, “Tam bir babaydı…” dedi karşısında onu dinleyen ve elindeki deftere notlar alan çiçeği burnunda gazeteciye bakarak. Genç gazeteci, Batman ilinde kahramanlıklarıyla nam salmış, korucu Ferit Çınar’ın oğluyla röportaj yapmak için gelmişti. 28.05.1998 tarihinde Batman’ın Gercüş ilçesine bağlı Kantar Köyündeki karakola, gıda sevkiyatı yapmak için, üç arkadaşı ile beraber görevlendirilmiş ve çatışma sırasında şehit düşmüştü ama o zamana kadar yaptığı fedakarlıklar ve kahramanlıklar ile bir destan yazmıştı. Şimdi oğlu, babasını anlatıyordu büyük bir onurla… Bu sırada müstahdem elinde çaylarla girip, servis yaparken, Müdür Bey, özlem ve gururla baktığı babasının fotoğrafını, özenle yerine bıraktı. Sonra çayı getiren görevliye teşekkür edip, gözlerinde büyük bir gurur ve hasretle kahraman babasını anlatmaya başladı… * Şehit Ferit Çınar, Batman’ın Gercüş ilçesine bağlı Kantar Köyünde korucuydu. Teröristler, Türkiye’nin barış ve huzurunu bozmak için bombalarla, silahlarla saldırıyor; sadece güvenlik güçlerine değil, öğrenci, öğretmen veya doktor, ellerini uzata bildikleri herkesi hedef alıyorlar dı. Sivil araçlara ateş açıyorlar, yol yapım işçilerini, mühendisleri kaçırıyorlardı. Kadın, çocuk, bebek demeden roketlerle saldırıyorlardı. Halk korkuyordu. En çok da çocuklar… Gece yataklarında yatarlar ken, dışarıdan roket ya da füze sesleri duyulunca, yorganın altına saklanıp, “bizim evimizin üzerine düşmesin” diye dua ediyorlardı. Sonra yer sarsılıyor, her şey bir süreliğine son buluyordu. O dönem, korku ve ızdırap içinde geçiyordu günler Güneydoğu’da. Devlet ve güvenlik güçleri elinden geleni yapsanda halk diken üstünde yaşıyordu. Ferit Çınar, bir vatansever di. Korkusuz bir yiğitti. Eşkı yaya pabuç bırakacak adam değildi. Soy ismi gibi, bir çınara benziyordu. Heybetliydi, cesurdu! Gölgesi bile yeterdi. Haksızlığa tahammül edemeyen bir yapısı vardı. İnsanları yerinden, yurdundan etmeye meyleden teröristlere kök söktürmek boynunun borcuydu. Birkaç sene evvel gönüllü olarak korucu olmuştu. Güvenlik güçlerine destek olmak, köyünü ve bölgesini koruyarak vatanına hizmet etmek istiyordu. Hanımı, “Yapma!” demişti. Tehlikeliydi koruculuk. Daha yeni Mardin’de, korucularla teröristler çatışmış, bir korucumuz şehit olmuş, şehit korucuyla beraber ailesi de acımasızca katledilmişti. Bu haberlerin ardı arkası kesilmiyordu. Çocukları vardı. “Girme bu işe” diye yalvarmıştı karısı ama dinletememişti. Ferit, her zamanki vakur tavrıyla, “Gerekirse şehit olurum ama bu yoldan dönmem.” demişti. Çünkü biliyordu ki korkunun ne ecele ne de vatana faydası vardı. Çocukları daha rahat, daha güvenli bir ortamda okuyabilsin diye birileri elini taşın altına koymalıydı. Hem askerlerin, polislerin çoluğu çocuğu yok muydu? Onlar kendini feda ediyorsa, Ferit de edecekti! İnatçıydı, bir karar verdiyse dönmezdi yolundan. Öyle de oldu, avucunun içi gibi bildiği dağlarda kuş uçurmamaya başladı. Kısa sürede terör örgütünün en birinci düşmanı haline gelmişti. Vatan, memleket sevdalısıydı Ferit. Ne zaman ülkesine duyduğu sevgiden bahsedecek olsa duygusallaşır, gözleri nemlenirdi. Atalarımızın yaptığı savaşları, kahramanlıkları hatırlayarak kendini borçlu hissederdi onlara. Çocuklarına da bu duyguyu aşılamak istiyordu. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün izinde, vatana, millete faydalı evlatlar yetiştirmekti tek temennisi. Başarıyordu da. * Korkusuz bir yiğit olduğu kadar, çok da iyi bir aile babasıydı. Her akşam muhakkak sofraya ailece otururlar, bütün gün neler yaptıklarını konuşur, sohbet ederlerdi. Köyde en başarılı öğrenciler onun evlatlarıydı. Çünkü hepsini, onca yorgunluğuna rağmen, her akşam karşısına oturtur, ders çalıştırırdı. Peygamber Efendimizin buyurduğu gibi; “Kim ilim için yola çıkarsa Allah ona cennete giden yolu kolaylaştırır.” (Tirmizi, İlim,19) diyerek büyütmüştü onları. Köylerindeki ortaokul mezunu olan tek insandı. Şimdi çocukları ondan daha öteye gitsin, zorluklardan yılmadan, ısrarcı olup, güzel birer meslek sahibi olsunlar istiyordu. Hep zorluklarla elde edilen şeylerin daha kıymetli ve daha kalıcı olduğunu anlatıyordu onlara. “Karşınıza ne engel çıkarsa çıksın, vazgeçmek yok. Bir gün ben başınızda olmasam bile, siz çalışmaya, didinmeye ve bu vatan için hayırlı evlatlar olmaya devam edeceksiniz. Bizim bıraktığımız meşaleyi siz taşıyacaksınız…” diyordu. Bunları söylerken çocuklar, o zaman anlamıyorlardı ama babalarının bunca telaşı, evlatlarını erken gelecek şehadetine ve onları tek başına kaldıklarında karşılaşacakları zorlu hayata hazırlamak içindi aslında… Hep güven aşılardı evlatlarına. Karne günleri, babalarının elini öpmeye geldiklerinde, onları teşvik için güzel sözler söyler, yanaklarından öper, hepsine harçlık verirdi. Sevgisini göstermeyen, sert babalardan değildi. Onlara kızmaz, yaramazlıklarını görmezden gelirdi. Bazen anneleri, “Şımartıyorsun bu çocukları.” dese de o güler geçerdi. Çünkü evlatlarına güvenirdi, yoldan çıkmayacaklarını, kendilerini kaybetmeyeceklerini bilirdi. Dini konularda da çocuklarının eğitimine çok önem verir di. Henüz ilkokula giderlerken Kur’anı Kerim okumayı, namaz kılmayı babalarından öğrenmişti çocuklar. Birlikte Hazreti Peygamberimizin hadislerini okur, üzerine sohbet ederlerdi sık sık. O ailesine, vatanına, milletine gönülden bağlı, yurtsever, çok mert ve iyi yürekli bir insandı. Kendisini her açıdan geliştirmiş imrenilecek bir karaktere sahipti. Köydeki insanlar tarafından da çok saygı duyulurdu. Peygamber Efendimizin “Müminler birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet ve şefkat göstermede, tıpkı bir organı rahatsızlandığında diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateşle bu acıyı paylaşan bir bedene benzer.” (Buhari Edep 37, Müslim Birr, 66) buyurduğu gibi, ihtiyacı olanın imdadına koşardı. Kimseyi kırmaz, herkesin derdine çare olmaya çalışırdı. Çok da becerikliydi. Güzel saç kestiği için ona, “Köyün Berberi” derlerdi. Köyde herkesin saçını o keser, hiçbir şekilde, kimseden ücret almazdı. Hele bir düğün, dernek varsa, damat tıraşını hep o yapardı. Hem çiçeği burnunda damadın saçını, sakalını keser, hem de ona evlilik ve baba olmakla ilgili güzel öğütler verirdi. Sevgi, saygı ve sadakatli olmalarını tembihler di. Uzlaştırmayı, arabuluculuk etmeyi, insanları barıştırmayı severdi. Bir defasında düğün vakti, iki aile anlaşmazlık yaşamış, olaylar büyümüş, birbirini seven gençler neredeyse ayrılık noktasına gelmişti. Nişan bozulmuş, düğün iptal edilmişti. Gençler iki göz, iki çeşme ağlıyordu. Damat adayı, ondan yardım istemişti. “Eğer sevdiğim kızla evlenemezsem ölürüm.” demişti. Çok üzülmüştü Ferit bu duruma. Hemen devreye gir miş, iki aileyi bir araya getirmiş, konuşarak sorunlarını halletmelerini sağlamıştı. Aileler barışmış, genç çift muradına ermişti. Herkes Ferit’in hem bilgisine hem tecrübesine çok güvenirdi. Her başları sıkıştığında, her çıkmaza düştüklerinde gelip ona danışırlardı. Tamirat işlerinden de en iyi o anlardı. Köydeki elektrik, elektronik işleri ile yakından ilgilenir, televizyon, buzdolabı, anten bozuldu mu herkes ona koşar gelirdi. Keskin zekâsıyla, hepsinin tamiratını yapar, oradaki maharetini de konuştururdu. Bir nevi köyün teknisyeni, tesisatçısı konumundaydı da. Yardıma çağrıldığı zaman hemen gider, kimseden beş kuruş para almazdı. Bir teşekkür almak ve insanların yüzündeki memnuniyeti görmek ona yeterdi… Son kez ailecek bir araya geldikleri akşam da yine bir köylünün evindeki elektrik sorununu çözmüş, biraz geç gelmişti eve korucu Ferit. Yatılı okulda okuyan oğlu Selman da evdeydi o hafta sonu. Birlikte güzel bir akşam geçirecekler, özlem gidereceklerdi. Hep beraber güle oynaya yemeklerini yemişlerdi. Yemekten sonra da her zaman olduğu gibi çocuklarına ödevlerini yaptırmıştı Korucu Ferit. Çocuklar hayatlarından çok mutluydu. Bu sırada bir telefon gelmişti babalarına. Gercüş ilçesine bağlı Kantar Köyündeki karakola gıda sevkiyatı yapmak için üç arkadaşı ile beraber görevlendirilmişti. Acil çıkması gerekiyordu. Karısı biraz söylenmişti, “Daha yeni geldin eve, bu saatte gitmeseydin.” diye ama görevin vakti, saati yoktu. Gitmek üzere hazırlanmıştı Ferit. Parkasını giymiş, silahını kuşanmıştı. Her gidişinde, çocuklarını sarılıp öperdi ya bu defa bir başka sarılmıştı hepsine, büyük bir sevgiyle kucaklamıştı. Sanki bir daha onlara sarılamayacağını hisseder gibiydi. Hepsini, bir daha hiç görmeyecek, geri dönmeyecek gibi kucaklayıp öpmüş ve son bir kez bakıp, kapıdan çıkıp gitmişti. *Müdür Bey anlatırken, bir süre duraksadı hikâyenin tam burasında. Babasının haberini yapmaya gelen gazeteci de not almayı bırakmış, heyecanla dinliyordu onu. Bu arada Selman Bey, derin bir iç çekip “Bize sarılıp, yola çıktıktan bir süre sonra, araçla ilerledikleri yolda terör örgütü durdurmuş babamların aracını, çatışma çıkmış. Bu çatışmada da kahramanca direnmiş babam ama üç arkadaşı ile beraber şehadet şerbetinden tatmış. Allah rahmet eylesin.” dedi. Derin bir sessizlik oldu odada. Sonra devam etti… “Babam gittikten sonra, yani şehit olduktan sonra, hiçbir şey eskisi gibi olmadı hayatımızda. Her şey daha da zorlaştı ama bize çocukken söy lediği, anlattığı bütün o öğütler, öyle bir kulağımıza küpe olmuştu ki, tıpkı onun istediği gibi kendi ayaklarımızın üzerinde durmayı başardık ve vatana millete onun gibi hayırlı evlatlar olduk. Batman şehir merkezinden seksen km uzaklıkta bir köyde doğmuş ve hayatın tüm zorluklarını üstlenen biri olarak bugün okul müdürü olmuşsam, şüphesiz ki önce Allah’ın rahmeti ve bereketi, sonra devletimin sağladığı imkanlar ve şehit babamın bana örnek olması sayesindedir.” deyip sözlerine son verdi. Şehit Korucu Ferit Çınar gibi, iman gücüyle, göğsünü vatana siper eden yiğitler sayesinde, milletimiz kuşaklar boyunca huzur ve birlik içinde yaşamaktadır. Cumhuriyetimiz, onun gibi fedakâr, korkusuz ve yüce gönüllü nice kahramanlar sayesinde her satıhta, düşmanlara karşı nasıl bir millet olunacağı dersi vermiştir ve vermeye devam edecektir. Bu vatanı bize emanet bırakan aziz şehitlerimize Allah’tan rahmet, yakınlarına ve milletimize başsağlığı diliyoruz. Ruhları şad olsun.