Her şehrin bir rengi vardır. Kimi, alabildiğine mavidir. Deniz, bütün hükmünü kurmuştur şehrin üzerinde. Ne gök, ne yer vardır sanki onun dışında. Bütün sokaklar maviye çıkar. Bazı şehirler yeşildir, fındık ağaçlarının dallarına vuran güneş yansır siluetine. Rutubetlidir, serindir ama mesafesizdir. Yakındır, elini uzatsan tutarsın yüreğinden. Öyle samimi, içtendir. Kimi şehirler ise gridir. Masmavi körfezin kenarında kurulmuş olsa bile, öyle şeyler gelmiş geçmiştir ki başından; öyle kayıplar yaşanmıştır ki şehrin siluetine yansır sanki bütün o sancılar. Kocaeli ise alacalıdır. En güneşli günde bile, şehre her girişinde sanayi şehrinin o kendine özgü kasveti, sıkıntısı çöker üzerine, bir sis bulutu gibi ama karşı tarafa baktığında, masmavi körfezin sihrine kapılır, hayallere dalarsın. İçerilere girdikçe, yeşilin tonları karşılar insanı, iğde ağaçlarının kokusu, tepelerdeki fındık bahçelerinin serinliği vurur gönlüne. Her renk, her duygu hep yan yanadır, hep iç içe. Tıpkı Kadir gibi. Körfezin çocuğuydu Kadir. Bazen dalgalı, bazen durgun ama hep coşkulu. “Anne, ben askere gittiğimde, herkes benden bahsedecek. Tüm Türkiye beni konuşacak. Göreceksin.” demişti bir gün, evlerinin mutfağında, annesi ve kız kardeşi hep beraber kahvaltı sofrasında otururlarken. Kadir, Bilecik Söğüt’te Ulaştırma Er olarak vatani görevini yapmaya başlamış, üç aylık acemilik görevini tamamladıktan sonra da usta birliği olan Hakkâri Yüksekova Jandarma Komando Özel Harekat Komutanlığına gitmek üzere memleketi Kocaeli’ne, izne gelmişti. Dile kolay, üç aydır asker di Kadir. Annesi, ona duyduğuhasreti, on günde dindirmeye çalışmıştı ama nafile… Kısa bir süre için şafak doğmuştu ya, içinin karanlığı yine de tam olarak dinmemişti. Şimdi, evladının izninin bitmesine iki gün kala, bu sözlerinin üzerine öylece bakmış, adeta dili tutulmuş, ne diyeceğini bilememişti. Kadir’in çocukluğundan beri vatanına ve bayrağına olan sevgisini biliyordu bütün ailesi. Her 23 Nisan’da, her 19 Mayıs’ta, büyük bir manevi coşkuyla kutlamalara katılır, bir şehit cenazesi olduğunda mutlaka, vatanı için kahramanca mücadele vererek canını feda eden o yiğitlere son görevini yapmaya giderdi. Şehitlik mertebesinin önemini çocukluğundan beri biliyordu Kadir. Hep, özlemle bakıyordu şehit cenazelerinin başındaki kalabalığa. Onların kahramanlıklarına gıpta ediyor du. Bir gün, o da vatanına hizmet edip, böylesi bir kalabalıkla uğurlanmak istiyordu çünkü. Boşuna değildi adının Kadir olması. Kadir gecesinde doğmamıştı belki ama Kadir gecesinin içerdiği mâna kadar hayırlı bir evlat olsun istemişlerdi ona bu adı koyarken, annesi ve babası. Dinine, bayrağına, vatanına tutkulu bir insan olarak yetişmişti Kadir, öyle görmüştü ailesinden. Şerefliydi, mertti, korkusuzdu. Haksızlık karşısında hiçbir zaman sessiz kalmaz, kimsenin hakkının kimsede kalmasına müsaade etmezdi. Yaradılışı böyleydi Kadir’in. Okulda ya da mahallede arkadaşları arasında bir kavga çıksa, daima mazlumun yanında olur, korur kollardı. Büyüdükçe de bu huyu hiç değişmemişti. Nerede düşkün, çaresiz bir insan görse, yardımına koşar, eşinin dostunun derdine derman olmaya çalışırdı. İçtendi, fedakârdı. Hele ailesi için canını verirdi. Öyle ki, sevdiği bir insan koruk yese onun dişi kamaşır, tırnağı kopsa onun canı yanardı. O kadar vefalı, iyi niyetli biriydi. Oğulluğu, ağabeyliği gibi dostluğunda da sadakatli ve güvenilirdi. Hem kendi kardeşine hem de mahallenin küçük çocuklarına ağabeylik yapardı her zaman. Büyük çocukların zorbalık yapmaya çalıştığı çocukları kanadının altına alır, korur, kollardı. Bir o kadar da cömertti. Bir defasında, askere gitmeden önce, mahallerindeki küçük bir çocuğu, için için ağlarken görmüştü. Bütün çocuklar bisiklete binerken, o boynu bükük, kenardan izliyordu arkadaşlarını. Kadir anlamıştı durumu, yoksuldu çocuğun ailesi. Üstüne başına bakılırsa, belli ki bisiklet alacak durumları yoktu. İçi parçalanmıştı Kadir’in, hemen bir koşu eve gitmiş, bisikletini bulup çıkarmıştı evlerinin kömürlüğünden. Yakında askere gidecekti, uzun süre buralarda olmayacak, bisikleti kullanamayacaktı. Kömürlükte bekleyeceğine bir işe yarasın istemişti. Bisikleti alıp, hemen çocuğun yanına gelmişti. Onu kırmadan, incitmeden, askere gittiğini, yokluğunda kullanabileceğini ve bakımını yapabileceğini söylemişti. Geri dönünce de almaya niyeti yoktu ama çocuğu incitmemek için öyle söylemişti. Çocuk o kadar çok sevinmişti ki dünyalar onun olmuştu adeta. İşte, öyle soylu, geniş bir yüreği vardı Kadir’in. Bu dünyaya öylesine ya da tesadüfen gelmediğini biliyor du o. Bir maksadı vardı, bütün insanların olduğu gibi. Şerefiyle yaşayıp, Yüce Allah’a alnı ak bir kul olarak geri dönmek, dönmeden evvel de, insanlara yardım etmek ve haksızlıklarla mücadele etmekti. Askerliği de bu yüzden seviyordu işte. Vatanın bütünlüğüne ve masum insanların canına kasteden zalimlere bir ders vermekti niyeti. Evlatları için ağlayan anaların, bir nebze de olsa yüzünü güldürmek, günahsız yere canı yanan çoluğun çocuğun ahını yerde bırakmamak için mesleğini bırakıp asker olmuştu. Aslında liseden sonra, Kandıra Meslek Yüksekokulu Kalite Kontrol Bölümünden mezun olmuştu. Alanında çalışmaya başlamıştı ama ona kafi gelmiyordu yaptığı iş. Aklı fikri askerlikteydi. O yüzden ilk fırsatta tecilini bozmuş ve vatani görevini yapmak için Bilecik’e, acemi birliğine gitmişti. * Acemiliği bittikten sonra, ailesinin yanına izne gelmiş, şimdi de usta birliğine doğru yola çıkıyordu. Yüksekova’daki birliğine teslim olacaktı artık. Gideceği gün, ailesiyle vedalaşırken, anneciğinin gözyaşları yağmur gibi boşalmıştı gözlerinden. Oğlundan ayrılmaya hazır değildi. Kadir de anneciğinin endişelerinin farkındaydı. Anlayışla ve sevgiyle sarıldı annesine ve “Üzülme anneciğim.” dedi “Gurur duy benimle.Senin oğlun ihanetle savaşmak, haksızlıkla mücadele etmek için geldi dünyaya. Yine doğsam, yine son nefesime kadar savaşırdım düşmanla.” Haklıydı Kadir; nasıl ki bir hurma ağacı, meyve olarak elma veremezdi, Kadir’in de bu hayatta vereceği meyvenin adı belliydi; vatana ve millete hizmet. Velhasıl, Hâkkari’deki görevine başladı Kadir. Bölük yazıcısıydı. Zaman çarçabuk geçmiş, bir buçuk aylık usta asker olmuştu. Çok seviyordu görevini, arkadaşlarını. Orada da kendisini çok sevdirmiş, başarılarıyla ve güzel ahlâkıyla kısa sürede komutanlarının dikkatini çekmeyi başarmıştı. Fakat henüz bir operasyona çıkmamıştı. Bunun için yanıp tutuşuyordu. Vatanını bölmek isteyenlerle göz göze, kana kan, dişe diş bir mücadeleye girmek istiyordu. Tam da o günlerde, sekiz günlük bir operasyon hazırlığı başlamıştı birliğinde. Kadir de bu operasyona katılmak istiyor du. Artık sıcak çatışmada bulunmak, kınından çıkardığı kılıcını savurmak istiyordu düşmana karşı. Acemi birliğinde ulaştırma eğitimi aldığı için operasyona, şoför olarak katılmayı kafasına koymuştu. Bir gün komutanına, “Komutanım ben de gelmek, operasyona gönüllü olarak katılmak istiyorum.” demişti. Komutanı da silah arkadaşları da onun operasyona gelmesini uygun bulmamışlardı. Daha yeni gitmişti usta birliğine, biraz daha pişsin istiyor, daha zamanı olduğunu düşünüyorlardı ama Kadir,zamanının geldiğin hissediyor du. Israr etmiş, amacına da ulaşmıştı. Komutanı kabul etmişti onun da operasyona katılmasını. Aslında fırsat buldukça ailesiyle telefonda görüşüyordu Kadir. Arayıp dertleşiyor, gününün nasıl geçtiğini anlatıyor, onları bilgilendiriyordu ama bu operasyona gideceğini ailesine haber vermemişti. Söylerse ona engel olmak isteyeceklerini düşünüyordu. Gerçi söylese de bir şey değişmezdi, çünkü Kadir kararını çoktan vermiş, hazırlığını yapmıştı. Sadece onları üzmek ve korkutmak istemiyor du. O yüzden göreve, habersiz gitmeye karar vermişti. O gece kız kardeşi, bir türlü uyuyamamıştı. Sanki ağabeyinin bu önemli göreve gideceğini hissetmiş gibiydi. Kalbine bir sıkıntı gelmiş oturmuştu. Hemen ağabeyini aramış, sesini duymak istemişti. O gece, son kez konuşmuştu onunla. Kadir, sabah erkenden göreve gideceğini yine söylememişti ona ama sanki şehadetini haber verir gibi helallik istemiş, annesini kardeşine emanet etmişti. Sonra, “Sen de kendine iyi bak.” demişti. “Bana bir şey olursa sakın üzülme. Bil ki ağabeyin, hedefine yol alan bir ok gibi, amacına doğru ilerliyor artık. Olabilecek en güzel kadere doğru gidiyor.” deyip telefonu kapatmıştı. Kardeşi, Kadir’in bu sözlerini, yaklaşan şehadetine yormamıştı elbette o anda ama ağabeyinin sesinde, duruşunda başka türlü bir hal olduğunu anlamıştı. Her zamankinden daha vakur ve daha inançlıydı. Ertesi gün, birliğiyle beraber yola çıkmak üzere uyanmıştı Kadir. Puslu bir eylül sabahıydı. Operasyona doğru yola çıkıldığında, konvoyda ikinci araçta bulunuyordu. Önünden geçtiği dumanlı dağlara, tepelere baktı. Bir an Kocaeli’nin girişindeki, o toz bulutunun arasından geçiyormuş gibi hissetti. Diğer tarafa döndüğünde, denizi göreceğini umarak kafasını çevirdi ama sadece toz ve kül vardı… Silah arkadaşlarıyla beraber, bir tespihin taneleri gibi dizilmiş, yan yana, omuz omuza göreve gidiyorlardı. Pusuya düşebilecekleri kritik bölgeler den birindeydiler şimdi. Hiç biri korkmuyordu, tam tersine, hepsi zafere susamıştı. Kimi az önce annesiyle konuşmuş, hakkını helal etmişti; kimi evladına son nasihatini vermişti; kimisi ise sevdiği kıza yüreğindekileri açmıştı ama hepsinin maksadı aynıydı, vatan için gerekirse can vermeye hazırlardı. Kadir de silah arkadaşları da “Bu can, vatana feda olsun.” diye çıkmıştı bir defa yola, hiçbirinin bu yoldan geri dönüşü yoktu. Engebeli yol, kıvrılarak ilerlerken, Hakkâri’nin Şemdinli ilçesi Ortaklar mevkiinde, saat on buçuk sıralarında, Kadir’in de içinde bulunduğu ikinci araç virajı dönerken, teröristlerce yerleştirilen uzaktan kumandalı mayın patlayıvermişti. O pusuda, Kadir, yakın arkadaşı Manisalı Uzman Çavuş Emrah ile birlikte şehadet şerbetinden tatmıştı. *Hakkâri Şemdinli’de vatanı ve milleti için şehit düşen Kadir Kasa’nın naaşı, Gebze’ye, baba ocağına helallik almaya geldiğinde, onun üniformasını giyen kardeşi, hayatı boyunca kendisini koruyup kollayan abisinin tabutunun başında, gözyaşları içinde son bir söz vermişti. Bir gün, bir çocuğu olursa, ağabeyi gibi vatan, millet sevdası dolu bir evlat yetiştirecekti o da. Hem ailesinin hem de bu milletin bütün hakkı ona helaldi şimdi. Üstelik, bir gece annesi ve abisi ile birlikte balkonda gökyüzüne bakarak ‘nereden bakarsak bakalım, ayı aynı şekilde görüyoruz. Birbirimizi özlediğimizde geceleri aynı ayda buluşalım.’ Diyerek ahitleştikleri üzere artık aynı aya bakarak buluşuyorlar birbirleri ile. Şehidimiz Kadir Kasa gibi, vatan ve mukaddesat için canlarını veren, kanları ile bu toprakları sulayan aziz şehitlerimize minnet borçluyuz. İnandığı değerleri canı pahasına savunan, korkusuz yiğitler var olduğu sürece, cennet vatanımız ilelebet payidar kalacak, ezan sesleri ebediyen dinmeyecektir. Bayrağımızın gökteki asil yerini ve vatanımızı muhafaza etmek için canından vazgeçen bütün şehitlerimizin ruhları şad olsun.