Anıl YALAP
1991-2018
Şehir: Kırklareli
Doğum Yılı: 05.05.1991
Şehadet Yeri ve Tarihi: Hakkari, 06.04.2018
Görevi: Uzman Çavuş

Güzel, ışıl ışıl bir akşamüstüydü Hakkari’de. Güneş gökyüzüne tutunmuş, bulutların arkasında saklandığı günlerin acısını çıkarmak ister gibi parlıyordu. Mayıs gelmişti artık. Şeftali ve kiraz ağaçları çiçek açmaya, dağların tepelerindeki karlar erimeye, buz tutmuş yüreklerde yeniden umut yeşermeye başlamıştı ama baharın o sımsıcak örtüsü bile kötülükleri, çirkinlikleri saklamaya yetmiyordu. Doğanın bütün o ihtişamına rağmen, kötülük ortalıkta kol geziyor, yüreklere ateş salmaya devam ediyordu, Türk Askeri ise o kötülükle yılmadan savaşmaya… Uzman Çavuş Anıl Yalap da teröristlerin mesken tuttuğu, en sert çatışmaların geçtiği Hakkari Çukurca’da görev yapıyordu. Silah arkadaşlarıyla beraber, arama tarama faaliyetlerine katılacaklardı birazdan. Havanın kararmasını bekliyorlardı. Anıl ve en yakın arkadaşı Tolga, gönüllü olarak üstlenmişlerdi bu önemli vazifeyi. Anıl, Tolga’ya gelmemesini söylemişti bu defa. Yakında evlenecekti, riske girmesini istemiyordu arkadaşının ama beriki de can yoldaşını yarı yolda bırakacak değildi, “Anca beraber, kanca beraber” deyip, o da tamamlamıştı hazırlığını. Bu sırada, namazını kıldığı seccadesini Anıl’ın yatağının üzerine bırakmış, “Benden sonra namazını bu seccadede sen kılarsın.” demişti. Anıl, Tolga’ya tatlı sert, “Şehit olacaksak, beraber oluruz. Hem daha evleneceksin sen, acele yok!” deyince Tolga gülümsemişti ama bakışlarında bir uzaklık vardı. Sanki biliyor gibiydi şehadetine doğru yürüdüğünü, Anıl ise henüz bunun ayrımında değildi. * Yola çıkılmıştı artık… Anıl ve arkadaşlarının tek istediği, zayiat vermeden görevi başarıyla tamamlamak ve tabura geri dönmekti. Saatler geçmiş, bu sırada neredeyse yolu yarılamışlardı. Tolga, her zamankinden daha büyük bir heves ve istekle grubun en önünde ilerliyor, hemen arkasında, Anıl ve diğer arkadaşları da onun peşinden belli bir mesafeyi koruyarak yürüyorlardı. Birbirlerinin adımlarının olduğu yere basıyorlardı. Çok dikkatli olmak zorundaydılar, her yerde mayın olabilirdi ama görüş, iyice azalmıştı artık. Birbirlerini bile seçemiyorlardı. Hepsi de nefeslerini tutmuş, gizlenmiş mayınların üzerinde ilerlerken, kulakları uğuldatan bir patlama duyuldu o anda. Yer, gök birbirine karıştı. Toz, toprak havalandı. Yeni yeni çiçek açan elma ağaçları bile çiçeklerini döktü patlamanın şiddetinden… Anıl ve arkadaşları, her biri bir köşeye savruldu, yaprağını döken ağaçlar gibi… Anıl, dipsiz bir boşluğa doğru düşüyordu ve acı bir çınlama duyuyordu sadece… * O gece, Kıymet Teyzenin yine uykusu kaçmış, eline kanaviçesini almış, ince ince işliyordu. O sırada kulağı çınlamaya başladı acı acı… “Hayırdır inşaallah.” deyip, eliyle ovuşturdu. “Uykusuzluktan herhalde.” diye düşündü. Oğlu Anıl, Hakkâri’ye, uzman çavuş olarak gittiğinden beri, gözüne uyku girmiyordu böyle… Allah’tan şu kanaviçe vardı da aklı dağılıyor, oyalanıyordu biraz. Genç kızlığından beri pek severdi kanaviçe işi yapmayı. Evlenene, çocuğu olana hediye ederdi Kıymet Teyze. Bu elindekine de oğlu Anıl, en son izne geldiği zaman başlamıştı hevesle. Bir ay sonra, beraber görev yaptığı, en yakın arkadaşı Tolga’nın düğünü vardı. Ona hediye olarak yapmasını söylemişti. Anıl gibi yiğit, gözü kara bir askerdi o da. Acı, tatlı birçok anı paylaşmışlar, kardeş olmuşlardı artık. Düğüne kadar yetiştireceğine söz vermişti oğluna. Aslında çoktan biterdi bitmesine de ilk defa bir şey istemişti anacığından Anıl, o yüzden çok özeniyordu Kıymet Teyze. Ketum bir çocuktu oğlu. Kolay kolay kimseden bir şey istemezdi. Kendine yeten, ayakları üzerinde durabilen bir çocuk olmuştu hep. Üç evladının en küçüğü olmasına rağmen çok olgun bir delikanlıydı. Kanının deli aktığı o ilk gençlik yıllarında dahi, anne ve babasını hiç üzmemiş, bir gün olsun başlarını öne eğmemişti. Çok başarılı, çok çalışkandı. Aklına koyduğu ne varsa, her işin üstesinden gelirdi. Turizm okumuştu fakat asker olacağım diye tutturmuştu üniversiteden sonra. Ne yapmış etmiş, sınavları kazanmıştı. Mesleğini eline almıştı. Hoş, Kıymet Teyze, başta hiç istememişti oğlunun asker olmasını ama oğlunun içinde çocukluğundan beri öyle bir vatan sevgisi vardı ki, ona engel olamayacağını biliyordu. O yüzden itiraz edemedi. Tek ukdesi vardı, oğlunun mürüvvetini görmek… Kendi gibi, helal süt emmiş bir kız bulup, yuvasını kursun istiyordu. Torun sevme vakitleri gelmişti artık… Hatta Anıl, “Tolga evlenecek.” deyince pek heyecanlanmıştı Kıymet Teyze, belki oğlunun da aklına düşer, arkadaşının peşinden o da evlenir diye umutlanmıştı. Nasip olur muydu bilmiyordu ya, hayali bile güzel geliyordu. Kıymet Teyze, bunları düşünürken ev telefonu çaldı. Gecenin o saatinde çalan telefondan hayır gelmezdi… Eli ayağı karıştı birbirine, kalkmak istedi yerinden, kalkamadı, bacaklarının bağı çözülmüştü. Biraz sonra Elmas Amca, kalktı geldi yerinden. O da telaşlıydı, heyecanla açtı telefonu.Rengi ruhu gitti bir anda. “Ne olmuş?” diye haykırdı, Kıymet Teyze çırpınır gibi. Elmas Amca, elinde telefon kenara çökerken “Anıl.” diyebildi güçlükle, “Yaralanmış.” * Anıl, gözünü ızdırap içinde açtığında hastanedeydi. Her yeri sargılıydı. Başucunda annesi Kıymet Teyze duruyordu. Öldüm de cennete düştüm sandı bir an. Annesi, onun gözlerini açtığını görünce, hemen elini tuttu. Nasıl olduğunu sordu pehlivanına… Kıymet Teyze hep öyle sever, öyle seslenirdi oğluna, pehlivanlar gibi yürekli bir yiğit olduğu için. Anıl, “İyiyim.” dedi, kendi yaralarını umursamıyordu bile. Tolga’yı sordu hemen. Kıymet Teyze, başını önüne eğdi. Anıl anlamıştı. Hemen on metre önünde giden Tolga, teröristlerin yerleştirdiği mayına basmış ve orada şehadet şerbetinden tatmıştı. Anıl kahrolmuştu. Gözünden yaşlar akıyordu, bardaktan boşalırcasına. “Erkekler ağlamaz” derlerdi ya, yalandı. Kardeşleri, yol arkadaşları, can dostları giderse, erkekler de ağlardı. Birlikte aynı ekmeği paylaştığı, hayaller kurduğu, nöbet tutarken türküler söylediği en yakın arkadaşı artık yoktu. Oysa, evleniyordu birkaç hafta sonra. Düğün arabasını sürecekti Anıl. Beraber halay çekeceklerdi. O en sevdikleri türküleri söyleyeceklerdi ama olmadı. Düğününe gidemediği gibi cenazesine bile gidemedi Anıl arkadaşının. Yaralıydı. Tedavi için memleketine gönderilmişti. Hayatta olması bile bir mucizeydi. Anneciği Kıymet Teyze, oğlunun, can dostunun kaybı yüzünden kahrolmuştu. Bir yandan da kendi oğlu sağ salim geldi diye kurbanlar kesip, fakire, fukaraya dağıtmıştı. Hem Anıl’ın hayrına hem de Tolga’nın ruhuna gitsin diye… Fakat Anıl, içine kapanmıştı iyice. Pek az konuşuyordu. Yemiyor, içmiyordu. Bir türlü hazmedemiyordu can kardeşinin gidişini. Hep böyle, düşünceli, hassas bir çocuktu. Merhametliydi. Herkesin derdine koşup, bir hal çaresi arar, yardım etmek isterdi. Çok güvenilir, sadık bir dosttu. Kimseyi yarı yolda bırak mazdı. Şimdi, Tolga’yı, can kardeşini yarı yolda bırakmış gibi hissediyordu kendisini. O yüzden yemin etmişti, oraya geri dönüp, kardeşinin yarım bıraktığı işi tamamlayacaktı. Anıl, tedavi için geldiği memleketi Kırklareli’nde kaldığı dört ayın sonunda, kendisini toparlamaya başlar başlamaz görev yerine dönmek için ayaklanmıştı. Ailesi ve sevenleri artık bu işten alnının akıyla çıktığını ve gazi unvanı alıp, görevi bırakmasını istiyordu. Anıl ise karar lıydı. Hiçbir işi yarım bırakmadığı gibi, bunu da bırakmayacaktı, “Arkadaşlarım mücadele ederken, benim evimde oturmam, kişiliğime, inancıma, vatan ve millet aşkıma yakışmaz.” diyerek gitmişti. Kanıyla, canıyla, bütün varlığıyla vatanına hizmet etmeye devam edecek, kardeşini ve onun umutlarını elinden alanlarla tekrar karşılaşacağı gün için yaşayacaktı! Tolga’nın şehadeti onu daha da kamçılamıştı! İçinde büyük bir vazife ve intikam ateşi yanıyordu. Vatanın bölünmez bir bütün olduğunu gösterecekti düşmana. * Anıl, bu maksatla görevine başlamıştı tekrar. Yeni bir operasyona gitmek için hazırlanıyordu o sabah. Hakkâri Çukurca Şentepe, arazi arama tarama çalışmaları sırasında tespit edilen bir EYP’nin etkisiz hale getirilmesi gerekiyordu. Göreve gitmeden evvel, abdestini almış, şehit olan arkadaşı Tolga’nın, “Benden sonra sen, üzerinde namazın kılarsın.” dediği seccadede kılmıştı namazını. Sonra tıraşını olup, anasını aramıştı görüntülü olarak, göreve gitmeden az evvel. Helallik alıp, dua istemişti. Kıymet Teyze de babası Elmas Amca da “Helal olsun.” demişlerdi yiğit oğullarına. Anıl kapatırken, son olarak Tolga’nın düğünü için başladığı kanaviçeyi bitirip, arkadaşının annesine götürmesini istemişti Kıymet Teyzeden. Kıymet Teyze, “Oğlum.” demişti, “Niye acele ediyorsun. Hele bir gel, beraber götürürüz inşaallah.”Anıl buruk gülümsemişti anacığına, üzülmesin diye ses etmemişti ama o görevden dönmeyeceğini hissediyordu içten içe, sadece “İnşaallah anacığım.” diyebildi, “İnşaallah.” Bu defa içinde hiç duymadığı bir heyecan vardı Anıl’ın. Şehadete yürüdüğü gün Tolga’nın gözlerindeki o mütevekkil bakışın aynısı onun gözlerindeydi artık. Anıl ve Tolga, birbirine karışmıştı sanki. Hem Allah’a hem de yakın arkadaşı, can dostu Tolga’ya kavuşma vakti gelmişti… O gün, Uzman Çavuş Anıl Yalap, görevi sırasında patlayan EYP sebebiyle, şehadet şerbetinden tatmış, Tevbe Suresi 52.Ayet’te geçen, iki güzellikten ikisine de ulaşmış; hem gazi, hem de şehit olmuştu artık. * Anıl’ın şehadet haberinden sonra, annesi Kıymet Teyze, ona verdiği sözü tuttu. Birkaç ay geçtikten sonra, oğlunun en yakın arkadaşının annesine, düğün hediyesi olarak işlediği kanaviçeyi götürmek için Tolga’nın baba ocağına gitti. Acılı ve bir o kadar da gururluydu iki anne de. Vatan için canlarını siper eden oğullarıyla kıvanç duyuyorlardı. Saatlerce dertleştiler, göz yaşı döküp, iki arkadaşın fotoğraflarına bakıp anılarını yâd ettiler uzun uzun. Sonra, Kıymet Teyze, uykusuz kaldığı gecelerde, satır satır işlediği kanaviçeyi uzattı, Tolga’nın anacığına. Kadın paketi açtığında, etamin kumaşına işlenmiş ay ve yıldızı gördü. Biri Anıl’dı şimdi, biri Tolga… Biri aydı artık, biri yıldız…“Bir haber geldi Hakkâri Çukurca’dan Dediler şehit olmuş Anıl ve Tolga. Pehlivan, içime ateş düştü. Cayır cayır yanar sönmez. Çoğalır azalmaz, közlenir sönmez…” (Şehidimizin değerli annesi Kıymet Yalap’ın oğlu için kale me aldığı dizeler…) Vatan sevdası ve bayrak aşkıyla canlarını feda eden bütün şehitlerimiz gibi Uzman Çavuş Anıl Yalap da istiklalimizi, birlik ve beraberliğimizi canı pahasına savunmuş, bu kutlu mücadele sırasında mukaddesatımız için şehadet şerbetinden tatmıştır. Aziz Şehidimiz Anıl Yalap gibi korkusuz yiğitler var olduğu sürece, bu cennet vatana, hiçbir düşman adım dahi atamayacaktır. Nazlı bayrağımız ait olduğu yerden inmeyecek, minareler den yankılanan ezan sesleri sona ermeyecektir. Bu toprakları vatan yapan,bağımsızlığımızı borçlu olduğumuz tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet, yakınlarına ve Aziz Türk Milleti’ne başsağlığı diliyoruz.