ALİ TEKİN
1972-1993
Şehir: Muş
Doğum Yılı: 18.12.1972
Şehadet Yeri ve Tarihi:Iğdır, 21.08.1993
Görevi: Er

Ali, elinde sapından tuttuğu sırt çantasıyla, saçı başı dağılmış, kan ter içinde Muş Kumluca Köyündeki evine girdi. Hemen yükünü kenara bıraktı. Tandırda ekmek pişiren annesine selam edip, bir koşu yüzünü yıkamaya gitti. Uzun zamandır amatör bir kulüpte top oynuyordu. En büyük ideali, günün birinde birinci ligde oynayan yıldız bir futbolcu olmaktı. Oldum olası futbola meraklıydı. Koyu Fenerbahçeliydi. Olabildiğince, hiçbir maçı kaçırmazdı. Kardeşleriyle paylaştığı odasının duvarında bir Fenerbahçe posteri asılıydı, bir de Türk Bayrağı. İkisine de yürekten bağlıydı. Yakın bir zamanda asker oluyordu. Futbola bir süre ara verecekti ama vatani görevini yapmak onun için her şeyden daha önemliydi. Memleket ve vatan sevgisini ailesi aşılamıştı Ali ve kardeşlerine. Muş’ta, nasıl soylu bir millet olduğumuzu yedi düvele ispateden, yiğitlerden yana bereketli o topraklarda büyümüştü. Malazgirt ruhu dolaşıyordu damarlarında. Anadolu’nun kapılarını açan aslanların emanetine sahip çıkmak, onun göreviydi. Bu milletin ne zorluklarla ayakta kaldığını, kahraman şehitlerimizin ne fedakâr lıklar yaparak bu vatanı bizlere emanet ettiğini biliyordu. Ali’nin amcasının oğlu da askerdi. En çok da o etkili olmuştu, yüreğinde kök salan vatan, millet sevgisinin büyümesinde… Yiğit bir askerdi amca oğlu. Memleketin pek çok yerinde görev yapıyor, hain pusulardan, zorlu çatışmalardan sağ salim çıkmayı beceriyor, teröristlere kök söktürüyordu. İzin zamanları memleketi Muş’a hasret gidermeye geliyor, amcasını ve kuzenlerini de ziyaret ediyordu mutlaka. Ali ve kardeşleri, ona hayrandı. Her gelişinde mum gibi dizilip, nefeslerini tutarak, hayretleve heyecanla onun anlattıklarını dinlerlerdi. Uzun uzun, katıldığı operasyonları, girdikleri terörist yuvalarını, yüzlerce mermi altında, canları pahasına yaptıkları çatışmaları anlatırken, Ali’nin yüreğindeki vatan aşkı, her kahramanlık hikayesiyle iyice harlanırdı. Şanlı Türk tarihindeki kahraman askerler gibi ağabeyi de vatanını savunuyordu. Onun gibiler sayesinde, vatan toprakları bütünlüğünü, Türk Milleti, huzurunu ve beraberliğini muhafaza ediyordu. * Ali, maçtan sonra evde yorgun argın otururken, babasının telefonu çalmıştı. Saat biraz geç olmuştu ama babası köyde sevilen, sayılan bir insandı. Köylü sık sık onu arayıp, akıl danışır, yardım isterdi. O yüzden kimse yadırgamamıştı, telefonun bu saatte çalmasını. Lakin babası konuşurken dışarı çıkmış, her zamankinden daha kısık sesle konuşmuştu bu defa telefonda. Sonra da eşi ve çocuklarının yanına kireç gibi bembeyaz olmuş bir suratla gelmiş, koltuğa yığılır gibi oturmuştu. Herkes endişeyle ne olduğunu sormuştu. Ali’nin annesi telaşlanmıştı eşini o halde görünce. Ali’nin küçük kardeşi bir koşu gidip su getirmişti. Suyu içen babası, kendini biraz toparlayınca, telefonda aldığı acı haberi söyleyivermişti; yeğeni, çocukların amca oğlu, şehadet şerbetinden tatmıştı son çıktığı operasyon sırasında. Bu haber kor gibi düşmüştü tüm ailenin yüreğine. En çok da Ali’nin. * Ali, çok bağlıydı amca oğluna. Ondan çok şey öğrenmişti. Birlikte futbol oynuyorlar, uzun sohbetler ediyorlardı. En son gelişinde, Ali’yle yine top oynarlarken, “Şehit olmaktan hiç korkmuyor musun?” diye sormuştu Ali, asker ağabeyine. Amca oğlu hiç düşünmeden, “İnsan hiç cennetten korkar mı?” demiş, sonra tam ayaklarının dibine düşen topa, bir şut vurmuştu. Ali, bunları hatırlayınca gözleri dolmuştu. Acıdan ama en çok da teröre olan öfkesinden çakmak çakmak olmuştu gözleri. Çok zoruna gitmişti bu olay. Gencecik bir fidanı daha almıştı teröristler hem ailelerinden hem de vatandan. Gece herkes uyumuştu ama Ali salonda, hâlâ açık duran camın önündeydi. “Acaba iyi midir gittiği yerde ağabeyim?” diye fısıldamıştı kendi kendine. “Keşke, bir mucize olsaydı da cevap verebilseydi…” diye düşünmüştü… O gece vermemişti belki ama ağabeyi bu sorunun cevabını, günü geldiğinde verecekti…*Aradan günler geçmiş, nihayet Peygamber Ocağına gitme sırası Ali’ye gelmişti. Artık, amca oğlunun kaldığı yerden o devam edecekti vatan savunmasına. Birkaç gün sonra, oğulları vatani görevini yapmak için evden ayrılacak diye, büyük bir sofra kuruldu Tekin ailesinin evinde. Kurban kesmişti babası, sağ salim gidip gelsin diye. Herkes uğurlamaya gelmişti bu yiğit delikanlıyı. Ev misafirlerle dolup taşıyordu. Akraba, eş, dost, bütün ahali oradaydı…Ali, herkes tarafından çok sevilirdi. Kocaman bir yüreği var dı. İyiliksever ve düşünceli bir insandı. Sadakatli, cömert, ruhu tertemiz bir delikanlıydı. Tam bir takım arkadaşı, tam bir yoldaştı. Daha gözleri buluşur buluşmaz, insanlar güveniverirdi ona, Ali de hiçbir zaman o güveni boşa çıkarmazdı. O yüzden de ailesinin ve bütün komşuların göz bebeğiydi. Hepsinin ona inancı ve güveni tamdı. Ali, elini attığı her işin üstesinden başarıyla gelirdi. Vatani görevini de en iyi şekilde yapıp, büyük başarılara imza atacağından herkes emindi. Çünkü, yiğitti, cengaverdi, adaletliydi. Alparslan’ın, Yavuz Sultan Selim’in ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün emaneti olan bu topraklara canı pahasına sahip çıkacağından kimsenin kuşkusu yoktu. Birliğine teslim olmadan önceki o son gecesinde, odasında yalnız kaldığında şehit olan ağabeyini düşünerek uykuya daldı Ali. Rüyasında onu gördü; “Eğer şehit olursam, bu beyaz elbise kefenim olsun. Ben nefsimi Allah’a adadım. Benim için şehadet de muzaffer olmak da bir saadettir. Zaferi kazanırsak istikbal bizimdir.” deyip, yanından uzaklaştı. Sultan Alparslan’ın sözleriydi bunlar. Ağabeyinin şehadet haberinin ocaklarına düştüğü o gece, pencereden dışarı bakarken sorduğu sorunun cevabını ağabeyi, bu yolla vermişti ona… Ağabeyi, olduğu yerde mutluydu… Ali, çok duygulanmıştı. Şehit ağabeyinden gelen bu mesajı kalbine yazmış, sonra ailesiyle vedalaşmıştı. Göz yaşı döken anacığına sarılırken; “Sakın beni merak etme” demişti; “Yüce Allah her zaman Mehmetçiğin yanındadır, O göz kulak olur bana.” diyerek nihayet acemiliğini yapmak üzere Manisa Kırkağaç’a doğru yola çıkmıştı. * Acemi birliğinde de daha ilk günden itibaren, güzel ahlâkı ve iyi kalbiyle herkesin gönlünü fethetmişti Ali. Becerikliydi, zekiydi. Daha önce hiç atış deneyimi olmamasına rağmen spora olan yatkınlığı ve disiplini sayesinde sanki yıllardır bu işi yapıyormuş gibi isabetli atışlar da bulunuyordu. Öğrenmeye o kadar istekliydi ki Ali, sürekli tetikteydi, komutanlarından ne kaparsa, yeni ne öğrenirse yanına kâr olarak görüyordu. Acemi birliğindeki bu çalışmaları, ona, usta birliği için gittiği Iğdır’da da çok yardımcı olmuştu. Ali, Manisa’daki çalışma temposu ve disiplinini, Iğdır’daki birliğinde, üzerine daha fazlasını koyarak göstermeye gayret ediyordu. Ali, hayatından memnundu ama onun askere gidişinden sonra annesi, rüyalarında hep Ali’yi ve şehit olan amca oğlunu birlikte görmeye başlamıştı. Bu rüyalardan sonra kadıncağız, gözlerini açar açmaz, Ali’ye bir şey olacağını düşünüp göz yaşlarına boğuluyordu. Bu hissi bir türlü koparıp atamıyordu kalbinden. En sonunda Ali’nin babası, çareyi oğlunu görmeye gitmekte bulmuştu. En azından dünya gözüyle onu görürse, hanımı da rahatlar, huzur bulurdu belki diye düşünüp biletini almıştı. Kadıncağız bu habere sevinmiş, oğluna giderken yanında götür sün diye en sevdiği yemekleriyapmış, yeni, tertemiz çamaşırlar koymuştu beyinin yanına ama Ali’nin o mis gibi kokan çamaşırları giymeye de kirletmeye de fırsatı olmayacaktı. * Babası ve Ali, aylar sonra nihayet kavuşmuştu. Baba, oğul hasret gidermişler, oturup uzun uzun sohbet etmişlerdi. Ali, annesinin gönderdiği yemekleri bayıla bayıla yemiş, arkadaşlarıyla paylaşmıştı. Bütün aileyi tek tek sormuş, en çok da anacığına olan hasretini anlatmıştı. Babası, annesinin rüyalarından bahsetmemişti Ali’ye. Moralini bozmaktan korkuyordu oğlunun ama sanki Ali’nin içine doğmuş gibi, “Eğer bana bir şey olur sa, geri dönemezsem, annem sana ve kardeşlerime emanet.” demişti. Babası, “O nasıl laf oğlum…” diyecek olmuş ama Ali devam etmişti; “Baba, dinle ne olur. Annem bensiz yapamaz ama ona de ki, oğlu hep yanında olacak… Bazen sarı bir yaprak olup, gelip düşecek ayaklarının dibine, bazen bir rüzgâr olup saçlarını savuracak. Öyle ya da böyle, hep onunla kalacak!” Babası duygulanmıştı, gözünden akan bir damla yaşa engel olamamış, sıkı sıkı sarılmıştı oğluna. Zaten son görüşmeleri de bu olmuştu…* 21 Ağustos 1993 günü Ali, Iğdır’daki birliğindeydi yine. O sabah her zamankinden daha tuhaf bir hisle uyanmıştı. Kapkara bulutlarla dolu gökyüzünün bütün kasvetine karşı, içinde büyük bir sevinç duyuyordu. Sanki bulutların gerisindeki güneş, onu kendisine doğru çağırıyordu…Ali, namazını kıldıktan sonra, aklına amca oğlu gelmişti yine. Sonra, rüyasında söylediklerini hatırlamıştı. “Ben nefsimi Allah’a adadım. Benim için şehadet de muzaffer olmak da bir saadettir.” O an anlamıştı Ali, belki de amca oğlu daha o günden onu şehadetine hazırlamış, korkmamasını öğütlemişti ve yine ondan önce Peygamberimize komşu olarak, Ali’ye yolu açmış, arkasından gelmesini söylemişti… Şimdi anlıyordu Ali. Artık o da ağabeyi gibi, şehadetine doğru yürüyordu… Gerçekten de o gün, birkaç saat sonra, bölücü terör örgütü mensupları, kalabalık bir şekilde gelerek Ali’nin birliğine saldıracaklardı. Ellerinde uzun namlulu silahlarla birliği basacaklar, kahraman Mehmetçiğimizi üzerine ateş açacaklardı.Askerlerimiz olanca gücüyle karşılık vereceklerse de bu planlanan saldırı ile Ali Tekin ve on dört silah arkadaşı şehitler kervanına katılacaktı… *Ali’nin cenazesi, Muş’taki evlerinden helallik almak için getirildiğinde, annesi Ali’nin tabutunun başında ağlıyordu. Bu sırada bir rüzgâr esti ve Ali’nin anneciğinin ayaklarının dibine sarı bir yaprak düştü… Ali, sözünü tutmuş, anneciğine sarı bir yaprak olup haber yollamıştı… O, artık, Rabbinin cennetindeydi… Vatanımızın selameti, milletimizin birlik ve beraberliği için canını feda eden Aziz Şehidimiz Er Ali Tekin ve tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet, yakınlarına ve geride kalanlara sabırlar diliyoruz. Hepsinin mekânı cennet olsun, yattıkları yer nur olsun