Zeki KIZIL
1975-1996
Şehir: Diyarbakır
Doğum Yılı: 17.12.1975
Şehadet Yeri ve Tarihi: Siirt, 19.11.1996
Görevi: Piyade Er

Zeki, temmuz sıcağının altında, ağabeyleriyle beraber tarlada çalışıyordu. Meşhur Diyarbakır karpuzunun hasat zamanıydı o günler. Binlerce yıldır, coşkuyla akıp giden Dicle Nehrinin bereketini toplama vaktiydi… Gençler çalışırken, her zaman olduğu gibi babaları geldi, evlatlarına yardım için. Elinde sarı bir zarf vardı bu defa. Zeki’nin gözleri parladı, saman sarısı zarfı görünce. Birkaç zaman önce, babası başvuruda bulunmuştu mahkemeye. Oğlu zamanından evvel askere gitmek istiyor diye… Şimdi onun cevabı gelmişti! Heyecanla sordu Zeki, “Mahkemenin neticesi mi yoksa babacığım?” diye. Babası onayladı. Netice müspetti. Artık, on altı değil, on sekiz yaşındaydı Zeki. Hep hayalini kurduğu gibi kutlu asker ocağına gidebilecekti. Zeki, haberi alınca sevinçten yüreği yerinden çıkacak gibi oldu. Mutlulukla kucakladı önce ağabeylerini, sonra babasını. Ağabeyleri de çok coşkulanmıştı ya, Mehmet Amca, buruktu. Zeki, babasının bu halini fark etmiş, üzgün “Ne oldu baba?” diye sordu, “Sevinmedin mi? Oğlun asker ocağına gidecek nihayet!” Mehmet Amca sıkkın, “Sevindim, sevinmesine ama…” dedi ve sustu. Zeki, bu susuşun nedenini biliyordu. Hâlâ tedirgin oluyordu babası, oğlu vaktinden önce askere gidecek diye… Mehmet Amca, onun aklından geçenleri onaylar gibi sözüne devam etti, “Daha çok küçüksün be oğlum. Yaşını bekleseydik keşke…” dedi yine dayanamayıp. Zeki babasının endişelerini anlıyordu ama bir o kadar da kararlıydı. Onu kırmadan, incitmeden tekrar anlattı, “Ben kararımı verdim babam. Asker olacağım. Ha iki sene önce ha iki sene sonra. Kılıç kınından çıktı artık, daha fazla bekleyemem…”Sabrı kalmamıştı artık Zeki’nin. Ağabeyleri, köyden yaşça büyük arkadaşları askere gittikçe onlara gıptayla bakıyor du. Her davullu, zurnalı asker uğurlamasında kendini gidenin yerine koyuyor, hayallere dalıyordu. Çocukluğundan beri en büyük amacıydı bu. Bir an önce Peygamber Ocağına gitmek ve vatanı müdafaa etmek istiyordu. Ailesi de onun bu vatanperverliğiyle gurur duyuyordu elbet. Mehmet Baba ve Elif Ananın on çocuğundan biriydi Zeki. Tüm çocuklarını vatana, millete hayırlı evlatlar olarak yetiştirmişlerdi. Her biri ülkesinin tarihini iyi bilir, devletine ve milletine saygılı yaşardı. Bu vatan için atalarının yaptığı tüm fedakarlıkların farkındaydılar. Zaten o yüzden her biri çok çalışkan ve çok aklı başında çocuklar olmuştu. Köyde yaşıyor, çiftçilikle uğraşıyorlardı. İşlerine bağlıydılar ve severek yapıyorlardı ailece. Zeki de seviyordu çiftçiliği; ekip, biçmeyi ve verdikleri emeğin karşısında cömert bir şekilde onlara bereketini sunan toprağı… Baba mesleğiydi ne de olsa, bunun içine doğmuştu. Daha küçücük bir çocukken başlamıştı babasıyla birlikte çift sürmeye ama ne kadar severse sevsin çiftçiliği, onun gönlünde yatan aslan, askerlikti. Bulundukları bölge jandarma bölgesiydi. Jandarmanın halka nasıl yardım ettiğini, kötülerle nasıl savaştıklarını gördükçe çok etkileniyor, onlar gibi olmak istiyordu. Bir defasında bir çocuk kaybolmuştu köyde. O jandarma ağabeylerin, kaybı bulmak için gece gündüz, dağ taş demeden nasıl arama yaptıklarını; perişan olan ailenin evlatlarını bulup teslim ettiklerinde, köylünün yüzünü nasıl güldürdüklerini görmüş, o zaman iyiden iyiye karar vermişti asker olmaya. O da insanlara şifa ve umut olacak, ihtiyacı olanlara yardım edecekti. Daha da önemlisi, bu vatana el uzatanların karşısında dimdik duracaktı. Şehit olan öğretmenleri, mühendisleri, askerleri, korucu olan vatanperver babaları, analarının kucağında yetim bırakılmış sabileri gördükçe işittikçe yüreği yanıyordu Zeki’nin. En çok da bundan üç sene evvel, 1993’te, Bismil’de şehit edilen bir öğretmen haberini gördüğünde çok öfkelenmişti. Çiçeği burnunda öğretmen hanımı, babasıyla beraber katletmişti teröristler. Daha bir aylık öğretmendi… Görevini yapmak, bu vatanın çocuklarını eğitmek için gittiği Bismil’de kıymışlardı canına. Onun, gazetede gördüğü fotoğrafındaki umutlu yüzü çok etkilemişti Zeki’yi. Çok üzülmüştü. O zamandan beri kendini şehitlerimize karşı borçlu hissediyor, vatan ve millet aşkıyla şehadete eren bütün bu iyi insanlar için bir şeyler yapmak istiyordu. İşte o yüzden yaşı gelmediği halde, bir an önce askere gitmek için ailesini ikna etmiş, onlar da oğulları adına mahkemeye başvurmuştu. Ailesinin hiç içine sinmiyor da olsa, inatçı bir delikanlıydı Zeki, küçüklüğünden beri doğru bildiğinden şaşmamış, kendisini zorlayacak durumlar da bile hep verdiği kararların arkasında durmuştu. Şimdi de aynı kararlılığı gösterecekti, biliyorlardı. Anne ve babasının da “he.” demekten başka çareleri yoktu… *Mahkeme kararı verildikten sonra, artık Zeki’nin nüfus kağıdında, doğum tarihinin karşısında 1978 değil, 1975 yazıyordu. Bir anda üç yaş büyümüştü. Bu işi halledince de derhal soluğu askerlik şubesinde almıştı. Kolay olmamıştı, çok uğraşmıştı. Uzun zamandır bekliyordu bunu ama biliyordu ki zorluklarla elde edilen şeyin kıymeti de daha fazla olurdu. Bir askerin, vatanını ne büyük zorluklarla koruduğunu, uğruna nelerden vazgeçtiğini gayet iyi biliyordu. Bazen bir aile kuracak zamanı olmuyor, kursa bile çocuklarının büyümesine yetişemeyebiliyordu bir asker. İşte o yüzden kıymetliydi vatan toprağının üzerindeki tek bir çakıl tanesi bile. Onu korumak için varını yoğunu feda etmeye hazırdı Türk Askeri. Zeki de onlardan biri olacaktı. Sonunda vakit gelmişti. Askerlik için gün sayarken, Tekirdağ 3. Zırhlı Tugay Komutanlığı, 1. Mekanize Piyade Taburunda görev alacağını öğrenmiş, hızla hazırlanmaya başlamıştı. Babası Mehmet Amca ve annesi Elif Teyze de oğullarının bu hevesini ve isteğini iyiden iyiye kabullenmiş, dualarla ve iyi niyetlerle yolcu etmişlerdi oğulları Zeki’yi. Tek dilekleri oğullarının sağ salim gidip dönmesiydi. Şimdi Tekirdağ’a giden otobüste el sallıyordu Zeki, onu davullarla, zurnalarla uğurlayan ailesine. Sanki düğüne gidiyordu. Bir anlamda öyleydi de… Kutlu asker ocağına gidiyordu çünkü. Şair Ziya Gökalp’in dizelerindeki gibi; “Yolumuz gaza, sonu şehadet, Dinimiz ister sıdk ile hizmet, Anamız vatan, babamız millet, Vatanı ma’mur eyle Yâ Rabbi! Milleti mesrur eyle Yâ Rabbi!” diyerek yola koyulmuştu Zeki… * Zeki, memleketi Diyarbakır’dan Tekirdağ’a yaptığı uzun bir yolculuktan sonra birliğine varmış, aynı heyecanla vatani görevine başlamıştı. Zeki, komutanlarının söylediklerini harfiyen uyguluyordu. Hevesi ve cesaretiyle verilen eğitimleri fazlasıyla yerine getiriyor, komutanlarının onayını alıyordu. Vatani görevini yapmaya canı gönülden hazır olduğu her halinden belliydi. Yaşı küçüktü ama aklı, fikri kocamandı. Kısa zamanda bütün komutanlarının ve arkadaşlarının sevgisini kazanmış, her birinin sırdaşı, akıl hocası olmuştu küçük yaşına rağmen ama içinde hâlâ harlanıp duran, daha büyük bir tutku vardı. Sıcak çatışmada olmak, şehadete eren o kıymetli vatan evlatlarını onurlandırmak için, onların kanını dökenlerin gözlerinin içine bakarak, çarpışmak istiyordu. Bismil’de, görev heyecanıyla gözleri ışıl ışıl parlayan çiçeği burnunda Neşe Öğretmeni, Hakkari’de halkın refahı için kar, kış demeden yol yapan o mühendisi ve daha nicelerini onurlandırmaktı tek temennisi… Kalbi temizdi Zeki’nin, bu isteği de kısa bir süre sonra gerçekleşecekti… Bir sabah, Zeki’nin bölüğünün, İç Güvenlik Operasyonları kapsamında Siirt’e gitmesi için emir gelmişti. Zeki çok sevinmişti, Allah dualarını kabul etmişti.Tekirdağ’da aldığı eğitimlerin kar şılığını Siirt’te katılacağı operas yonlarda görebilecekti nihayet. * Zeki’nin bölüğü Siirt’e var mıştı. Şimdi memleketi Diyarba kır’a da yakındı. Her ne kadar, askerliğe hevesle ve isteyerek gelmiş olsa da memleketini ve ailesini de özlemişti bu süreçte. O yüzden doğduğu topraklara ve ailesine bu kadar yakın olmak, Zeki’nin kendini daha da iyi hissetmesine sebep olmuştu. Bölük, Siirt’e gelir gelmez yoğun operasyonlar olmuş, sıcak çatışmalar yaşanmıştı. Zeki ve silah arkadaşları, teröristler le kahramanca çatışıyordu. Asıl amaçları bu bölgede güvenliği sağlamaktı. 19 Kasım 1996 günü, yeni görevleri belli olmuştu. 3. Zırhlı Tugay Komutanlığı, 1. Mekanize Piyade Taburu, Siirt Eruh’un Bilgili Köyü’ndeki Keklik Pınarı mevkiinde yol güvenlik faaliyetleri yapacaktı. Bu bölgedeki güvenlikten emin olmaları ve olası tehlikeleri bertaraf etmeleri zaruriydi. Zeki ve silah arkadaşları, söz konusu mevkide görevlerini yapmak üzere bulunuyorlardı. Oraya geldiklerinde, civarda onlara karşı kurulan pusudan henüz haberleri yoktu. Vatani görevini gerçekleştiren Mehmetçiklerimiz, az sonra bölücü terör örgütü üyeleri tarafından pusuya düşürülecek ve kurtulması güç bir durumda kalacaklardı. Planlanan bu saldırı sonucu çıkan çatışmada beş Mehmetçiğimiz şehit olacak, altı Mehmetçiğimiz ise yaralanacaktı. Şehadet şerbetinden içenlerin arasında, otuz iki mermi yarası alan Piyade Er Zeki Kızıl da vardı. Bir o kadar da karşıdaki teröristlere kurşun sıkmıştı kendi yere düşene kadar ama sonunda dayanamayarak, gencecik bedeni yere yıkılmış, Peygamberimize komşu gitmişti. Bugün, Elif Teyze ve Mehmet Amca, gencecik yaşında şehadete yürüyen, gurur duydukları oğulları Zeki’nin hikayesini, torunlarına ve bütün köy çocuklarına yılmadan, usanmadan anlatıyorlar…Anlatıyorlar ki yeni nesiller de bu vatanın ne büyük zorluklarla korunduğunu bilsinler ve korkusuzca, Zeki Ağabeylerinin yolundan ilerleyebilsinler… Vatani görevini kahramanca yaparken, şehadet makamına ermiş olan Şehit Piyade Er Zeki Kızıl ve tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet, yakınlarına ve geride kalanlara sabır diliyoruz. Malazgirt, Çanakkale ve İstiklal Savaşlarının ruhunu taşıyan, bu vatanı korumak, bayrağımızın gökteki asil yerini muhafaza ve müdafaa etmek için aziz canından vaz geçen bütün şehitlerimizden Allah razı olsun. Kabirleri nurlarla dolsun…