Zafer KILIÇ
1970-2008
Şehir: Elazığ
Doğum Yılı: 18.03.1970
Şehadet Yeri ve Tarihi: Şırnak, 23.02.2008
Görevi: Binbaşı

Şeriban Ana, oğlu Zafer’i Siirt’e yollayalı bir aydan fazla zaman olmuştu. Aklı hep oğlundaydı. İlk gidişi değildi Zafer’in. Gelemediğinde telefonda konuşuyorlardı ama yine de ana yüreği, oğlu uzak ta diye endişeleniyordu. Kocaman adam olmuş, evlenmiş, yuvasını kurmuştu. İki tane de torun vermişti Şeriban Ana ve Ahmet baba’ya. Halbuki daha dün gibiydi küçük Zafer’in, sokakta oynamaktan saçı başı dağılmış, kan ter içinde eve gelişi. Şeriban Ananın gözünün önüne geldi Zafer’in o hali. Şimdi evden uzaktaydı oğlu. Kaç zamandır görevinin pe şinde, şehir şehir dolaşıyordu. Zafer’in, salonda, vitrinde duran fotoğrafını aldı eline. Aslan oğlu, üniformasının içinde ciddiyetle poz vermişti. Yiğitliği, cengâ verliği gözlerinden okunuyordu. Fotoğrafa bakarken özlemle iç çekti. O sırada eşi Ahmet Bey geldi yanına, “Ne oldu, neden içlendin hanım? Oğlunu mu özledin?” diye sordu. “Zafer’i düşündüm yine, iyi midir, hali nicedir?” dedi Şeriban Teyze. Ahmet Amca, gözleri hüzünle bakan karısına yaklaştı, “İçin rahat olsun hanım, o emin eller de. Hatırlasana, çocukken rüyasında Peygamber Efendimizigörmüştü.” dedi. Zafer, sahiden de on bir, on iki yaşlarındayken bir gün, namaz kıldıktan sonra, sobanın yanındaki divanda uyuyakalmış, ağlamaklı uyanmıştı. Şeriban Teyze endişeyle Zafer’in yanına gitmiş, “Kabus mu gördün oğlum?” diye sormuştu. Zafer’in ağlamaklı hali korkudan değil, huşudandı. Gözleri parlayarak anlatmaya başlamıştı, “Rüyamda Peygam ber Efendimizi gördüm. Namaz kılıyordu. Namazı bitince, dönüp bana baktı. Yanına çağırdı. Sonra başımı okşayıp, ‘Yemek seçiyormuşsun, anneni üzme.Ben seni çok seviyorum.’ dedi. Sonra uyandım.” diye anlatmıştı heyecanlı. Şeriban Teyze şaşırmıştı. Daha önce rüyasında Peygamber Efendimizi gören birini hiç duymamıştım. “Hayırlar olsun oğlum. Çok güzel bir rüya görmüşsün” demiş, oğluna sarılmıştı. Gerçekten de o rüyadan sonra, her yemeği yemeye başlamıştı Zafer. Hatta yemek vakti, yanında arkadaşlarını da getiriyordu, onlar da anne sinin lezzetli yemeklerinden yesinler diye. Oldum olası yardımsever, iyi kalpli bir çocuktu Zafer. Şimdi de milleti için, bir kahraman gibi vatan topraklarını koruyordu… Zafer, mesleği uğruna evden ayrılalı çok olmuştu ama bulduğu her fırsatta annesi ve babasını ziyaret etmeye çalışıyordu. Liseye kadar memleketi Elazığ’da okumuştu. Sonra, gönlüne vatanı savunma arzusu düşmüştü. Büyük bir şevkle babasına gelip, askeri lisede okumak istediğini söylemişti. Allah biliyordu ya, babası, oğlunun İmam Hatip Lisesinde okumasını istiyordu. O güne kadar askeri liselere zengin çocuklarının, üst düzey kişilerin çocuklarının gideceğini düşünüyordu çünkü ama oğlu istiyor diye izin verdi ve Zafer sınavlara girdi. Kuleli Askeri Lisesini kazandı. Daha sonra Kara Harp Okulunu bitirdi. Teğmen rütbesini aldı ama eğitimine devam etmek istedi.Özel Kuvvetler Komutanlığı kursunu da tamamladıktan sonra,Piyade Komando Teğmen rütbesiyle kıtaya çıktı. Uzun yıllar, hem yurt içinde terör operasyonlarında hem de Irak, Bosna Hersek, Afganistan gibi birçok sınır ötesi operasyonda görev yaptı. Ahmet Amca, oğlunun adını, 18 Mart Çanakkale Zaferinin yıldönümünde doğdu ğu için “Zafer” koymuştu. Tüm şehit düşen atalarımız gibi, onun da şanlı Türk Bayrağı uğruna şehadet şerbetinden içeceği, daha o zamandan kaderine yazılmıştı… Hayattaki gayesini biliyordu Zafer. Vakit, vatan toprağına göz dikenlere aldıkları her nefesi zehir etme vaktiydi. * Zordu bu görevler tabii ama hiçbir zorluk, Zafer’i durdurmaya yetmiyordu. Bir yandan vatanı savunurken, bir yandan da yeni komandoların yetiştirilmesinde rol oynuyordu. Bütün operasyonlarda, ön saflarda yer alıyordu. Hayati tehlikesi vardı bu mesleğin ama vatan uğruna canını feda etmekten korkmuyordu Zafer. Peygamber Efendimizin, “Bir kişi şehit olur ken, sizden birinizin karınca ısır masından duyduğu acıdan fazla bir acı duymaz” buyurduğu gibi, Zafer, acı duymayacağını hisse diyordu. Onun için bu dünyada alınabilecek en değerli unvan, “şehit” sıfatıyla anılmaktı. Zafer, yine bir sınır ötesi operasyon sırasında, annesi Şeriban Teyzeyle birkaç gün konuşamadı. Çok yoğundu, fırsat bulamadı anacığını aramaya. Operasyon bitip de birliğine döndüğünde annesini aradı hemen. Şeriban Teyze, biraz sitem etti, “Oğlum, bu iş çok zor. Hasret kaldım sesine. Niye bu kadar zor bir meslek seçtin kendine?” diye sormuştu. Oğlu Türk Milleti’nin birlik ve bera berliği için çalışıyordu, bununla gururlanıyordu ama ana yüre ğiydi onunkisi, dayanamamıştı, oğlu yoruluyor, bitkin düşüyor diye endişeleniyordu. Zafer, Şeriban Teyzenin huzursuzluğunu kendi yüreğinde de hissetti ama yersizdi anacığı nın bu endişesi. “Anacığım, ben mesleğimi seviyorum.Bileğimin hakkıyla, alnımdaki teri silerek geldim buraya. Bu işi para için yapmıyorum, sevdiğim için yapıyorum.” diye cevap vermişti. Şeriban Teyzenin bir nebze de olsa içi rahat etmişti bunu duyunca. Oğlu sevdiği işi yapıyor du, onun için bundan daha fazlasını isteyemezdi. *Bir süre sonra Siirt’e gönderildi Zafer Komutan. Güneş Operasyonunda görevlendirildi. Çatışmalar sert geçiyordu. Sınır dışında da sürüyordu operasyon. Zaman zaman umutlar kaybolmaya yüz tutuyordu ama pes etmek, şanlı Türk Ordusu’nun lügatında yer almıyordu. Zafer Komutan, tüm çalışkanlığı ve cesaretiyle orada da silah arkadaşlarının sevgi ve saygısını kazanmıştı. Bir gün, bir mescit fark etmiş ti birliğin yakınında. Yıkık dökük görünen bu mescidin kapısında bir asma kilit vardı.Merak eden Zafer Komutan, bir askere sor muştu. Bir zamanlar orada namaz kılındığını ama eskidiği için kapatılmak zorunda kaldığını öğrenmişti. Bu, Zafer Komuta nın içine sinmemişti. Kendi maaşıyla mescidi boyatmış, içine halı döşetmişti. Su alan çatısını tamir ettirmişti. Her bir köşesini incelemiş, eksik gedik ne varsa giderilmesini sağlamıştı. Böyle ce askerlerin namaz kılabileceği, ibadet edebileceği bir mescit haline gelmişti orası. Zafer Komutanın içi huzurla dolmuştu. Siirt’teki birliğinde görevini yerine getirip, vatanını savunurken şimdi bir de silah arkadaşlarına maneviyat alanı da sağlamıştı. Hem operasyonlardaki kahramanlıkları, hem de birlik içindeki hal ve tavırlarıyla herkes tarafından seviliyor, sayılıyor du. Nasıl sevilmesindi ki… Çok dürüst, mert, güzel ahlaklı bir adamdı Zafer Komutan. Birliğin içinde, ayrı bir odası yoktu. Emri altındaki askerleri, “Komutanım, senin masanın bulunduğu yeri pvc ile ayıralım” demişlerdi ona duydukları saygıdan. Zafer Komutan, bin liradan fazla masraf tutacağını anlayınca, “Dev leti böyle bir zarara sokamam.” diyerek pvc yapılmasını reddetmişti. Zafer Komutan, şehadet şerbetini içtikten sonra, arkadaşları orayı kendi maaşlarıyla kaplatmış ve o odayı, komutan larının anısına boş bırakmışlardı. Bugün hâlâ o oda, Zafer Komu tanın bıraktığı son haliyle duruyor… Duvarında, bir askerinin kendisinden habersizce çizdiği resmi de gülümsüyor silah arkadaşlarına yine… * Şehadet şerbetinden içme den on beş gün önce, bel fıtığı ameliyatı olmuştu Zafer Komutan ama bu bile onu durdurmaya yetmemişti. Şeriban Teyze, yine kıyamamıştı oğluna, “Ameliyatlı sın oğlum, bu halde göreve gidilmez. Evine gel, dinlen.” demişti ama Zafer Komutan, “Olmaz,benim yerim burası. Göreve ben gitmezsem, o gitmezse kim gidecek anne?” diye sormuştu. Annesi kabullenmişti artık oğlunun görev sevdasını, başka bir şey söyleyememiş, sadece hayır du aları yollamıştı oğluna. O gece Zafer Komutan, çocukluğunda olduğu gibi bir kez daha Peygamber Efendimizi görmüştü rüyasında. Peygamber Efendimiz yine namazını kıldıktan sonra gelip Zafer’in başını okşayıp gülümsemişti rüyada. O sabah uyandığında, şehitlik mertebesine adım adım yaklaş tığını yüreğinde yoğun bir şekilde hissetmişti Zafer Komutan. * Bu rüyadan birkaç gün sonra, Tabur Komutanı Zafer’i yanına çağırmıştı. Irak’ın kuzeyindeki Kan dil Dağı’nın yakınlarında, iki bin rakım yükseklikteki bir dağa git mek için hazırlık yapmalıydı. Zira önceki gün, ikinci tugay, o bölge ye gitmiş ve şehitlerimiz olmuş tu. Şimdi Piyade Binbaşı Zafer Kılıç komutasında, üçüncü tugay görevlendirilmişti terörist leri bertaraf etmek için. Zafer Komutanın eli, göğsünde saklı duran Türk Bayrağı’na gitti. Bu görev uğruna canından ola bileceğinin farkındaydı ama söz konusu olan bayrak ve vatandı. Yanında silah arkadaşlarıyla gidip, düşmandan o dağı temiz leyip, ülkemize oradan gelecek olan tehlikeyi önlemeye kararlıy dı. Emrindeki askerleri çağırmış ve “Şehit olmak isteyen varsa, bir adım ileri çıksın.” demişti. Bütün bölük, gözlerinde vatan aşkıyla bir adım öne çıkmıştı… O gece tüm bölük ile birlikte dağa gitmiş ve büyük bir başarı elde etmişlerdi. Bu zaferden kısa bir süre sonra ise Piyade Binbaşı Zafer Kılıç, Irak’ın kuzeyinde yuvalanan teröristlere yönelik büyük bir operasyonda görev alacak ve yirmi sekiz silah arkadaşı ile beraber şehadet şerbetinden tadacaktı. Babası, Şehit oğlunu GATA morgunda gördükten sonra, yanına bir Binbaşı yaklaşıp, “2002’de, Diyarbakır Lice’deki Özel Kuvvetler Operasyonunda, bir astsubayımızı şehit vermiştik. Daha sonra, operasyona Zafer’in başında bulunduğu ekibi göndermişlerdi. Büyük bir zafer kazanarak dönmüştü Zafer Binbaşı oradan. Karşımız da dimdik durup, ‘Şehit astsubayımızın intikamını aldık, rahat uyusun!’ demişti.” Binbaşının sözleri biterken babanın gözleri doldu, oğlu nun cesaretiyle gurur duyduğu her halinden belliydi. Binbaşı devam etti bu sırada, onun da gözleri yaşlıydı şimdi, “Çok mert, çok yiğit asker gördüm ama oğlunuz gördüğüm en cengâver askerdi” deyip yaşlı adamın omzuna dokunup ekle di “Merak etmeyin, biz de Zafer Binbaşının intikamını alacağız!” Cesareti ve mesleğine olan bağlılığıyla hem ailesini hem de milletini gururlandıran Şehit Piyade Binbaşı Zafer Kılıç ve onun gibi hayatını feda eden tüm şehitlerimiz sayesinde bu millet birlik ve beraberliğini mu hafaza etmektedir. Bu aziz vatanı ve bayrağımızı korumak için kahramanca görevlerini yapan tüm şehitlerimizin ruhları şad, mekanları cennet olsun…