Tolga SAĞLAM
1986-2016
Şehir: Aydın
Doğum Yılı: 11.08.1986
Şehadet Yeri ve Tarihi: Diyarbakır, 08.01.2016
Görevi: Jandarma Uzman Çavuş

“Yine seni özledim. Yine aklım karıştı baba… Özlem aklı karıştırır mı? Bunu öğretmemiştin bana. Karlı bir kış günüydü. Seni bir tabutun içine koymuşlardı. Yine çok yakışıklıydın. Derin bir uykuya dalmıştın.Çağırdım, defalarca seslendim sana, cevap vermedin küstüm sonra. Hani söz vermiştin.Kartopu oynayacaktık ilk kar yağdığında.” Kar yağışını seyretmek ve karda yürümek herkes için bir beklentidir. Soğuk da olsa ısıtır yüreklerini onu hasretle bekleyen çocukların ve onların iyi yürekli babalarının… Tolga da oğlu Can’la beraber, kar yağdığını görür görmez, sokağa fırlamıştı o akşam. Önce kardan adam yapmışlar, sonra da kartopu oynamışlardı saatlerce. Zaman öyle hızlı geçmişti ki, ikisi de sırılsıklam olmuşlardı. Bu sırada Cansu Hanım onları balkondan çağırmıştı; “Hadi hasta olacaksınız, gelin artık.” diye. Can gitmek istemiyordu. Babası gibi inatçıydı o da. Küçücük yaşına rağmen,aklına koyduğu her şeyi yapar dı. Cansu Hanım, oğlunun her inadı tuttuğunda, “Babasının modeli!” derdi sevgiyle gülümseyerek, “Bir taneniz yetmedi, şimdi iki inatçıyla uğraşıyorum.” diye söylenirdi… Cansu Hanım gurur duyuyordu, oğlu babasına benzediği için; çünkü hayatta tanıdığı en mert, en sadakatli, en dürüst insandı Tolga. Mükemmel bir baba ve mükemmel bir eşti, aynı zamanda da çok iyi bir evlattı… Anne, babasını bir gün bile üzmemiş, saygısızlık etmemişti. Ailesine hiç yük olmadan büyümüştü. Hep olgun, kadirşinas, çalışkan bir çocuktu. Okumaya, spora, bilime meraklı, doğaya, insanlara saygılı, tertemiz bir vatansever olarak yetişmişti. Tolga, eğitimini Manisa Salihli’de tamamlamış, sonrasında kutlu asker ocağına, vatani görevini yapmak üzere gitmişti. Askerlik sırasında, ülkesine ve milletine hizmet etmeyi o kadar sevmişti ki, askerlik görevi bitip eve döndüğünde, Uzman Çavuş olmaya karar verdiğini söylemişti annesi ve babasına. Tolga çocukluğundan beri askerlere, onların üniformalarına, cesaretlerine ve güçlü duruşlarına hayrandı. Yıllar önce, daha henüz Can kadarken, Anıtkabir’e ziyarete gitmişlerdi ailecek. Aslanlı yoldan geçerlerken, “Saygı nöbetçilerinin” devir teslim törenine denk gelmişler ve onların yer değiştirmelerinden, düzenli hareketlerinden çok etkilenmişti Tolga. O an kararını vermişti. Büyüyünce asker olacaktı. Vatanını ve milletini korumak için… İnatçı yapısıyla da bunu başarmıştı. Vatani hizmeti boyunca evladına hasret kalan anneciği, oğlunun kararını desteklese de evine döner dönmez tekrar gidecek olmasına üzülüyordu. O da her anne gibi çok düşkündü çocuğuna. Tolga da annesine hiç kıyamaz, onu el üstünde tutardı her zaman. Çocukken, babasının görevi nedeniyle evde olamadığı günler, annesi tek başına yorulmasın diye, adeta evin reisliğini üstlenir, babasının yokluğunu aratmamaya çalışırdı. Evin alışverişini yapar, bozuk bir şey var sa tamir eder, annesinin işini kolaylaştırmak için elinden geleni yapardı. Öğrenmeye meraklıydı, becerikliydi. Bir pazar günü, fırın bozulmuştu da pişmeyen yemekler boşa gitmesin diye, ne yapıp edip, tamir etmişti fırını Tolga. İsrafı sevmez, Allah’ın onlara bahşettiği nimetlerden ihtiyacı kadar kullanmak gerektiğini bilir, hiçbir konuda sınırı aşmaz, ölçüsüz hareket etmezdi. Öyle güzel huylu ve ahlâklı bir evlattı. Ondan uzak kalmak zor geliyordu şimdi anacığına. Tolga, annesinin endişelerinin farkında, onun mübarek ellerinden öpüp, “Merak etme annem, her gün arayıp sesimi duyuracağım.” diyerek söz vermiş, onun gönlünü almış, biraz olsun içine su serpmişti. Anacığıyla yaptıkları bu konuşmadan kısa bir süre sonra da Uzman Çavuş olarak görevine başlamıştı zaten. İlk görev yeri, Hakkâri Merkez’di. Kahraman ve cesur bir askerdi. Silah arkadaşlarıyla beraber teröristlere karşı büyük başarılar elde etmiş, pek çok zafer kazanmıştı orada. Ölümden korkmayan, yiğit, gözü kara bir askerdi Tolga. “Yaşayan ölülerden olmaktansa, vatan için can verip, diri kalabilenlerden olmayı yeğlerim.” diyerek şehitlik mertebesine ermenin, ne kadar önemli bir rütbe olduğunu dile getirirdi her fırsatta. Görevinde de özel hayatında da çok sevilen biriydi. Her zaman doğrunun tarafında, adil, güvenilir bir insandı. Etrafındaki herkese, ast, üst fark etmeksizin saygılı, merhametli ve cömert davranır, yardım etmeye çalışırdı. Cansu Hanım da her şeyden önce, kocasının bu özelliklerine aşık olmuştu zaten. Cansu Hanım öğretmendi. İkisi de büyük bir özveriyle, Hakkâri’de görev yaparken birbirlerini bulmuşlar, aşık olmuşlar ve hemen evlenmişlerdi. Büyük ve sarsılmaz bir aşktı onlarınki. Küçük ama çok huzurlu bir yuva kurmuşlardı gurbette. İnandıkları şey için beraber ayakta durmayı öğrenmişlerdi. Birbirlerinin sılası, en yakın arkadaşı, ailesi, her şeyi olmuşlardı kısa sürede. O sıralar bilmiyorlardı bu kısacık zamanı, sanki kırk beş, elli yıl gibi dolu dolu yaşayacaklarını… Bu arada ilk çocukları Can doğmuştu. Öyle iyi bir baba olmuştu ki Tolga, görevi biter bitmez koşa koşa eve geliyor, oğlunu uyutmadan asla içi rahat etmiyordu. Can da babasına çok düşkündü, bütün erkek çocukları gibi, babasına hayran büyüyordu. Hakkâri’de altı yıllık görev süresini tamamladıktan sonra, Ankara Güvercinlik Jandarma Özel Harekat Tabur’una atanmıştı Tolga. Bir arada olduktan sonra nerede olduklarının hiçbir önemi yoktu onlar için. Dünyanın her yerine giderler di beraber. Bu arada kızları da dünyaya gelmişti. Çocuklarıyla birlikte, birbirlerine olan aşkları daha da büyümüştü ama Tolga’nın içinde ailesinden başka, günden güne büyüyen, harlanan, bir aşk daha vardı; kendi deyimiyle “Kutsal sevdası, bayrağı.’’ Ankara’dan sonra, bu kez de terör örgütüne karşı yürütülen operasyonlarda görevlendirilerek Diyarbakır’ın Sur ilçesine gitti Tolga. Cansu Hanım da onunla gitmek istemişti ama bu kez Tolga yalnız gitmekte ısrarcıydı. Hem kısa süreliğine gidiyordu. Düzenlerini bozmaya gerek yoktu. Zor olacaktı arkasında ailesini bırakıp gitmek ama devletinin ve milletinin ona nerede ihtiyacı varsa, oraya gitmeye hazırdı.*Tolga, Sur’a gittikten sonra, ailesi telaşa kapılmıştı. Evlere ve yüreklere şehit haberleri kor gibi düştükçe, telaşları daha da artıyor, Tolga’nın Diyarbakır Sur’daki görev süresinin dolmasını bekliyorlardı dualar eşliğinde. Tolga da onların bu endişesini bildiği için, ailesini habersiz bırakmıyor, eskisi kadar sık olmasa da her gün aramaya çalışıyordu. 7 Ocak’ı, 8 Ocak’a bağlayan o gün de öyle olmuştu. İki aylık kızları Ada Su ateşlenmişti. Cansu Hanım, aşı yüzünden olduğunu, endişelenmemesini söylediği halde Tolga, bütün gün her fırsatta arayıp kızlarının durumunu sormuştu ama sanki sadece bu değildi, o kadar sık arama nedeni. Bir tuhaflık vardı Tolga’da. Bir durgunluk… Karısıyla son konuşması olduğunu hissediyor gibiydi. Çocukları sordu Tolga. “Uyuyorlar” dedi Cansu Hanım. Tolga, hasretle, “Onlara iyi bak” dedi ve ekledi… “Söyle oğlumuza, eğer geri dönemezsem, sözümü tutamazsam…” Bu arada yutkundu. Kelimeler boğazında düğüm düğüm olmuştu sanki. Cansu Hanım, araya girmek istedi ama Tolga izin vermedi; “Sözümü tutamazsam.” dedi tekrar, “İlk kar yağdığında, benim yerime, beraber kartopu oynayın olur mu?”Cansu’nun yüreğinden bir parça koptu sanki… “Öyle söyleme, hep beraber oynayacağız.”dedi Tolga’nın gözünden bulutlar geçti, dalgın, “İnşaallah” dedi “İnşaallah.” Ve kapattılar telefonu.Sabaha doğru Cansu Hanım uyandı. Yorgunluktan, kızının yanında uyuyakalmıştı. Ateşi düşmüştü Ada’nın, hemen Tolga’ya müjde vermek için telefonu aldı eline. Bu sırada ondan mesaj geldiğini gördü. Sabah yediyi çeyrek geçe atmıştı; “Aşkım… Aklım sizde, ne olur iyi olsun kızımız.” yazıyordu. Bu Tolga’nın çok sevdiği karısına yazdığı son mesajdı ama Cansu Hanım bunu henüz bilmiyordu. Hemen aradı kocasını ama kapalıydı telefonu. Gün boyu bir daha ulaşamadı. Daha sonra, akşamüstü, Emre Uzman Çavuş aradı Cansu Hanımı, Tolga’nın arkadaşı… Halini, hatırını sorduktan sonra, “Tolga’yla en son ne zaman görüştünüz” diye sordu. Cansu Hanım, bu sorunun nedenini anlayamadı. Telefonu kapattıktan sonra, içine bir kurt düştü. Bir şeyler olmuştu ama ona anlatmıyorlardı. Hemen bilgisayara koştu. Diyarbakır Sur’da iki şehit haberi olduğu yazıyordu internette, isim verilmemişti ama hissediyordu Cansu Hanım. Biri, Tolga’ydı. O sırada kapı çaldı, Cansu Hanım apartmandaki kalabalıktan ve seslerden, kötü bir haber geldiğini anladı. Evde annesi vardı, hemen içeri koştu, “Kapıyı açma!” diye bağırdı. “Sakın! Açma!” Sanki o kapı açılmazsa, kötü haber gelmeyecekti, giremeyecekti evlerinden içeri. Kulaklarını tıkayıp duvarın kenarına oturdu, “Söylemeyin… Sakın söylemeyin…” diye bağırarak, ağlıyordu ama söylediler. Can yoldaşı, bir tanesi Tolga, okul kurtarma operasyonu sırasında, teröristlerin silahıyla, başından vurularak şehadet şerbetini tatmıştı. *9 Ocak 2016, günlerden Cumartesi’ydi. Aydın’da defnedilecekti Tolga Çavuş… Cansu Hanım, son kez yüzünü görmek istedi kocasının, vedalaşmak için… Gösterdiler… Uyuyor gibiydi… Yüzü, çok güzeldi, sanki nur inmişti. Yanında, ona kuvvet vermek için koluna girmiş olan ablasına, “Abla, sakalı çıkmış.” diyebildi sadece. Son kez öpüp, kokladı onu. Çok güzel kokuyordu; tıpkı, toprağa yeni düşmüş, ilk kar gibi… Bir an gökyüzüne baktı Cansu Hanım, hava güneşliydi ama Ankara’da, yüksek tepelere yılın ilk karı yağıyordu… * Kahraman şehidimiz Jandarma Uzman Çavuş Tolga Sağlam, nice şehitlerimiz gibi bir destan yazarak aramızdan ayrıldı. Vatan ve millet için canını feda ederek, ruhu göklere, kanı ay yıldızlı bayrağımıza karışan bütün şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyoruz. Bundan sonra bize düşen, onların yaptığı gibi, korkusuzca, canımız pahasına, bize bıraktıkları mirasın hakkını vermektir. Ruhları şad, mekanları cennet olsun. * “Yine seni özledim. Yine aklım karıştı baba… Özlem aklı karıştırır mı? Bunu öğretmemiştin bana. Karlı bir kış günüydü. Seni bir tabutun içine koymuşlardı. Yine çok yakışıklıydın. Derin bir uykuya dalmıştın. Çağırdım, defalarca seslendim sana, cevap vermedin küstüm sonra. Hani söz vermiştin. Kartopu oynayacaktık ilk kar yağdığında. Hava çok soğuktu ama babaannem ağlarken ‘’Oy! ciğerim yanıyor’’ diyordu. İnsanın ciğeri nasıl yanar baba? Çok büyük bir kalabalık var dı. Herkes ama herkes ağlıyor du. Hep bir ağızdan ‘’ŞEHİTLER ÖLMEZ VATAN BÖLÜNMEZ’’ diyorlardı. Sen şehitsen ölmüş olamazsın. Ölmediysen neredesin baba? Kocaman bir Türk bayrağına sarmışlardı tabutunu. Sen onu hep göklerde görmek isterdin. ‘’Kutsal sevdam, bayrağım’’ derdin ya hani. Nedense birazda kıskandım o zaman seni. Affet baba. Peki, neden anlamıyorum hala. Şimdi sen öldün mü? O zaman vatan bölündü mü? Çok karıştı aklım baba. Vatanı kim bölmek ister ki? Bu büyük günah değil mi? Bildiğim tek şey var. O da sen yoksun yanımda. Annem çok özlüyor seni biliyorum. “Babanla gurur duyuyorum” diyor. İnsan gurur duyunca ağlar mı? Özleme alışır mı baba? Peki, gurur senin yerine kardeşimi koklar mı? Beni maça götürür mü acaba? Biliyor musun baba, benim ciğerim yanmıyor elledim sıcak değildi fazla. Hem duman da çıkmıyor ama içimde bir yer var. Seni her düşündüğümde orası çok acıyor, sızlıyor, sanki kopacakmış gibi oluyor. Sanki birileri devamlı kalbimi sıkıyor. Galiba sen yokken hep hasta oluyorum baba. Bu acı nasıl diner? Ellerin ellerimi nerde bekler? Koşabilmek için seninle yollar bizi nasıl özler? Vatanı hangi canavar böler? Onlara senden başka kim dur der? Gel de anlat bana. Anlat, öğret ki bende şehit olayım baba.’’ Oğlu Can’ın duyguları. Şehidimizin çok kıymetli eşi, Cansu Sağlam’ın kaleminden…