Taner ÇOBANOĞLU
1987-2018
Şehir: Bursa
Doğum Yılı: 15.08.1987
Şehadet Yeri ve Tarihi: Suriye, 19.04.2018
Görevi: Piyade Uzman Çavuş

Suriye’de serin bir nisan günüydü. Yağışlı ve karanlık bir gökyüzü vardı. Komando böyle havaları severdi; operasyonu güçleştirse de zamanla ve doğa şartlarıyla mücadele etmek onları daha da ateşlendirir, postalları çamura bulandıkça, zafer için daha bir azim ve hırsla yollarına devam ederlerdi. Bugün de öyle günlerden biriydi. Taner de silah arkadaşları da arama tarama çalışmaları için yine büyük bir istekle hazırlanmışlar, yola çıkmak üzerelerdi. Taner, her zaman göreve çıkarken, telefonunu yanına alırdı.Her fırsatta anacığıyla ve karısıyla haberleşir, iyi olduğunu söylerdi onlara. Fakat o gün yanına almak istememiş; sehpanın üzerinde bırakmıştı. Eğer geri dönmezse, pek çok güzel anı biriktirdiği bu telefonun, ailesine ve karısına ulaşacak bir hatıra olarak kalmasını istemişti. Sanki o görevden geri dönmeyeceğini hissediyor gibiydi… Taner ve silah arkadaşları, komando taburundan hareket etmişlerdi nihayet. Suriye’nin Dermeşkanlı Köyünde yürütülen, Zeytin Dalı Harekatı kapsamındaki arama tarama faaliyetine katılmak üzere çıkmışlardı bu defa da yola. Bir bilinmeze doğru gidiyorlardı, neyle karşılaşacakları belirsizdi ama komando, belirsizliğe alışkındı, korku duymazdı. Çünkü onlar kardeşti ve birbirlerine çok güveniyorlardı. En çok da Taner’e… Çünkü o, çok gözü kara ve korkusuz bir askerdi. Bütün görevlerde en önde yürürdü. Çoluğu çocuğu olan silah arkadaşlarını korumaya çalışır; evlatlarının babasız büyümesini istemezdi. Sadece çocuğu olanları değil; göreve yeni başlayanları da türlü bahanelerle geride bırakır, onları riske atmak istemez, en önde kendi giderdi. Tıpkı çocukken, kardeşlerini koruduğu gibi, şimdi de silah arkadaşlarını koruyordu, canı pahasına. Küçüklüğünden beri, hep böyle korumacı bir tavrı var dı Taner’in. Anneciği Sevim Hanım, bundan yıllar önce, kendi evlatları dışında üç çocuğa daha koruyucu aile olarak sahip çıkmış, Taner’e, kendi gibi üç yiğit kardeş armağan etmişti. Sevim Hanım, hiçbirini birbirinden ayırmadan, büyük bir özveriyle yetiştirmiş, bugünlere getirmişti. Taner de kardeşlerine hemen sahip çıkmış, hepsini kanatları altında korumaya almış, onları yeni hayatlarına alıştırmak için elinden geleni yapmıştı. Mahallede, okulda daima onları korumuş, kollamış; baş edemedikleri sorunları o çözmüş, hayatlarını kolaylaştırmak, onları rahat ve güvende hissettirmek için elinden gelen her şeyi yapmıştı. Sevgisini ve ağabeyliğini hiçbir zaman esirgememişti kardeşlerinden.İyi ve temiz bir kalbi vardı Taner’in. Kendini adeta iyilik yapmaya ve insanları mutlu etmeye adamıştı. İyi yüreği Allah’ın bir hediyesiydi ona. Zaman zaman yakın mahallelerdeki yoksul çocukları bulur, onlara harçlık verir, ailelerine erzak ve yakacak yardımı yapardı. Bütün çocuklar gülsün, mutlu olsun isterdi. Bunun için elinden gelen herşeyi yapardı. Sadece çocuklara değil, kendinden büyüklere karşı da çok sevgi dolu ve yardımseverdi Taner. Apartmanlarındaki, bakıma muhtaç, kimsesiz bir komşu teyzeye sık sık uğrar, onun alışverişlerini yapar, hastaneye getirir, götürürdü. Hiç kıyamazdı yalnız, çaresiz birini görünce. Elinden gelen yardımı esirgemezdi. Kadıncağız da ne zaman Taner gelse, yüzü aydınlanır, sanki hemencecik iyileşiverir di. Çünkü Taner, en sıkıntılı, enkötü gününde bile, o sıcacık gülümsemesini kimseden esirgemezdi.Ailesine de öyle, hep güler yüzle yaklaşır, onları üzecek hiçbir söz söylemez, hiçbir davranışta bulunmazdı. Çocukluğundan beri öyleydi Taner. Hep iyi huylu ve sevecen bir hali vardı. Annesi, oğlunu hep “Gökyüzünden, onların hanesine inip, omzuna konmuş bir melek.” olarak tabir ederdi. En büyük sıkıntılarında bile Taner, umudunu hiç yitirmez, hastalıkta ve zor zamanlarda, bütün ailenin moralini yerine getirir, hepsine umut aşılardı. Olaylara daima iyi tarafından yaklaşır, kötünün içinde iyiyi arar, bulana kadar uğraşır ve sonunda mutlaka ortaya çıkarırdı. Peygamber Efendimizin “Kim kötü ve çirkin bir iş görürse onu eliyle düzeltsin; eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin; buna da gücü yetmezse, kalben karşı koysun. Bu da imanın en alt derecesidir.” (Müslim, Îmân, 78) buyurduğu gibi, özüyle, sözüyle ve kalbiyle iyiliği bir zırh gibi kuşanır, kötülükle öyle savaşırdı. Temiz kalbini ve iyi niyetini asker ocağına da taşımıştı Taner. İçindeki bu bitmek bilmeyen iyiliği, yalnız kendi çevresi ve ailesiyle paylaşmak ona yetmiyordu artık. Daha fazla insana yardım eli uzatmak istiyordu. Vatani görevini yaptıktan sonra meslek olarak askerliği seçmeye bu yüzden karar vermişti.Uzmanlık sınavlarını kazandıktan sonra, Taner eğitimini tamamlamış, ardından Komando taburunda görevli olmuştu. Bursa’daki evinden ayrılırken annesi Sevim Hanım, oğlunun gitmesini hiç istememişti ama Taner, her zamanki ikna edici tavrıyla, “Anacığım” demişti, “Senin oğlun kıymetli de diğer anaların oğulları kıymetli değil mi? O gitmezse, ben gitmezsem kim gidecek vatanı savunmaya?” Sevim Ana için kolay olmayacaktı güzel gözlü, güzel sözlü, aslan oğlundan ayrılmak ama oğlunun kararlılığını görünce, desteklemekten başka çaresi kalmamıştı. Göreve başladıktan sonra, Hakkâri, ElBab, Irak’ın kuzeyi gibi birçok yerde bulunmuştu Taner. Bir yandan başarılı bir şekilde operasyonlarda adından söz ettirirken, diğer yandan görevli gittiği her yerde, orada yaşayan insanlara da yardım eli uzatıyordu. Zor durumdaki ailelere ulaşıyor, çocukların okul malzemelerini ve kıyafet eksiklerini tamamlamak için elinden geleni yapıyordu. Ona göre bütün çocuklar eşit muamele görmeliydi ve hepsi sonsuz bir sevgiyi hak ediyor du. Elinden geldiğince bu sev giyi, çatışmaların arasında kalmış, çok zor koşullarda yaşam mücadelesi veren o çocuklara vermeye çalışıyordu. Onlara hayat aşılamaya çalışıyordu. Bir keresinde, keşif için gittiği köyde, küçük bir erkek çocuğuyla karşılaşmıştı. Çocuk tir tir titriyordu soğuktan. Hava çok soğuk olmasına rağmen, üzerinde bir hırkası bile yoktu, ayakkabısı yırtıktı. Taner’in yüreği acımıştı çocuğun bu haline. Kumanyasını onunla paylaşmış, karnını doyurmuştu. Türkçe bilmiyordu çocuk, aynı dili konuşmuyorlardı belki ama aralarında büyük bir sevgi bağı kurulmuştu. Çocuk o giderken, teşekkür için, cebinden çıkardığı bir misketi onun avucuna bırakmıştı. Taner’in gözleri dolmuş, belki de sahip olduğu tek oyuncağı ona veren bu çocuğu bağrına basmak istemişti. Mutluydu. Hayatında bombalar ve mermilerden başka hiçbir şey olmayan o küçük çocuğun, bir an için bile olsa kendisini güvende ve mutlu hissetmesini sağladığı için… İşte bu yüzden asker olmuştu o. Çocukları güvende tutabilmek için. Taner, hâlâ, üzerinden yıllar geçmiş olsada hiç unutmamıştı o çocuğu ve avuçlarına bıraktığı o misketi… “Neden asker olduğunu”, en zor koşullarda bile ona hatırlatması için, hiç ayırmıyordu yanından. O gün de silah arkadaşları ile birlikte girdikleri meskûn mahalde, terkedilmiş evlerin olduğu boş alanda ilerlerken, o misket avuçlarındaydı Taner’in. Her görevde olduğu gibi bu görevde de Taner, yine time öncülük ederken, bir yandan da düşünüyordu. Belli ki bir zamanlar çok güzel cıvıl cıvıl, nefes alan bir köydü burası ama terör sebebiyle şimdi adeta ölü toprağı serpilmişti üstüne; köy halkı baskınlara ve saldırılara daha fazla dayanamayarak terk etmişti burayı da bir çok çevre köyü terk ettikleri gibi.Bu sırada, az ileride küçük bir kulübe gördü Taner; küçük bir dere akıyordu yanında. Bir an karısını hatırladı. Hoş, hiç aklından çıkmıyordu ki. Nişanlılarken, hep böyle, dağ başında bir kulübeleri olmasını hayal ederlerdi beraber. Küçücük, ahşap panjurlu, bahçesinde rengarenk çiçekler olan bir kulübe… Çok özlemişti onu… Birlikte kurdukları hayalleri, aile ziyaretlerini, hafta sonu gezilerini… Daha yeni evlenmişlerdi, Zeytin Dalı Harekatına katılmadan biraz önce… Birbirlerine doyamadan göreve gitmişti Taner. Bu defa ailesinin yanı sıra eşini de geride bırakmak zorunda kalmıştı. Görev yerine giderken; “İsyan yok, şükür var” demişti, hem kendine hem de karısına. Milletine yardım edebildiği, vatan topraklarını savunabileceği gücü kuvveti kendisine verdiği için şükrediyordu Allah’a. Bu sırada bir arkadaşı, “Şu kulübeye girelim” diye seslendi Taner’e. Taner, onayladı ve hedefe doğru ilerlemeye başladı; yine en öndeydi. Biraz önce, üzerine hayaller kurduğu o kulübeye doğru yürürken, elindeki misket, bir anda düştü yere. Sanki Taner’in oraya girmesini engellemek ister gibi… Taner, bir an, küçük bir bayırdan aşağı doğru yuvarlanan miskete baktı, peşinden gidecek vakti de imkânı da yoktu. Tekrar kulübeye yöneldi, fakat içeri adımını atar atmaz. Kulakları uğuldatan bir patlama oldu! *Göz gözü görmüyordu. Herkes bir tarafa savrulmuştu. Taner, en önde olduğu için, çok ağır yaralanmıştı. Tuzaklanmış el yapımı patlayıcının teröristlerce infilak ettirilmesi neticesinde maalesef kol ve bacağını kaybetmişti ama bölgede pek çok gizlenmiş patlayıcı olduğu da anlaşılmıştı, bütün tim tehlikedeydi. Taner, arkadaşlarını korumalıydı. Bulunduğu noktadan, o yaralı haliyle, ikinci ve daha büyük bir tuzağı tespit ederek timde bulunan arkadaşlarının, o bölgeden uzaklaşmalarını ve kendisine yar dıma gelmemelerini istedi. Arkadaşları onu dinlemiyordu, ona doğru gidiyorlardı. Taner’i yalnız bırakmayacaklardı. Fakat Taner, onları kurtarmakta kararlıydı. Büyük bir cesaretle, bilincini kaybetmeden son bir gayretle, bedeni üzerinde sürünerek, diğerlerinin, “Yapma!” ikazlarına rağmen, ikinci tuzaklı patlayıcıya da ulaştı. Arkadaşlarını kurtarabilmek için, patlayıcıyı kendisi infilak ettirerek, kahramanca şehadete yürüdü. Taner, yine yüzündeki o huzurlu, melek gibi gülümsemesini eksik etmeden, arkadaşlarını koruma pahasına canını vererek, Peygamber Efendimize komşu olmuştu. Taner’in şehadetiyle beraber, sanki onun kalbinden gelmişçesine çok yoğun bir gül rayihası yayılmıştı etrafa. Arkadaşları bugün hala, oraya gittiklerinde, o kokuyu aldıklarını söylerler… Piyade Uzman Çavuş Taner Çobanoğlu gibi, vatanımızı kanları, canları pahasına koruyarak destan yazan; bağımsızlığımızı tehdit edenlere karşı kendilerini kahramanca feda eden aziz şehitlerimizi saygıyla anıyor, Allah’tan rahmet diliyoruz. Bu vatan için canlarını vermiş kahramanlarımızı yüreğimizde ilelebet yaşatacağız. Ne mutlu Türküm diyene!