Semiha Hanım, kan ter içinde uyandığında vakit gece yarısıydı. Adana’nın nemli sıcağı yine nefes aldırmıyordu ama soluğunun kesilmesinin asıl sebebi sıcak değildi. Duyduğu helikopter sesiydi.Hızlıca, fırladı yataktan.Sanki, pilot olan oğlu Serhat, helikopteriyle evlerinin bahçesine konacak, onu da alıp götürecekti buralardan. O umutla balkona fırlamıştı ama duyduğu helikopter sesi çoktan uzaklaşıp, silinmişti bile… Derin bir nefes almaya çalışarak gökyüzünde pırıl pırıl yanıp sönen yıldızlara baktı… Gözleri kamaşmıştı; her şey çok parlaktı o gece. Tıpkı şehit oğlu Serhat’ın sımsıcak gözleri gibi… Bir an, “Neredesin be güzel gözlü oğlum.” dedi özlemle, “Anacığından daha mı çok sevdin yıldızları?” Yıldızları anacığından daha çok sevmiyordu tabii ama çocukluğundan beri gökyüzüne sevdalıydı Serhat. Hayallerinin peşinden gidip, Hezârfen Ahmed Çelebi gibi, yaptığı kanatlarla, Galata’dan kendini boşluğa bırakıp, uçmak; bulutlara, yıldızlara dokunmak, gökyüzüyle arkadaş olmak istiyordu…Kurtuluş Savaşı’ndaki kahramanlıkları ile İstiklal Madalyası kazanarak tarihe adını altın harflerle yazdıran, ilk Türk uçağını tasarlayan ve üreten Vecihi Hürkuş gibi azimle çalışarak Türk milletinin gökyüzünde de var olduğunu bütün dünyaya göstermek; vatana hizmet ederken şehit olan Yüzbaşı Mehmet Fethi, Üsteğmen Sadık Bey, Eribe Kartal Hürkuş ve daha nice havacılık şehidimiz gibi vatanına, milletine yiğitçe hizmet etmek istiyordu. Tıpkı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bugünkü Türk Hava Kurumu olan Türk Tayyare Cemiyeti’nin açılış konuşmasın da söylediği gibi Serhat da kısa zamanda göklerde onu bekleyen yerini almakta kararlıydı. Bir gün mutlaka, yıldızlara ulaşacaktı… Annesi Semiha Hanım, “Ben ne olacağım o zaman? Beni bırakıp gidecek misin?” deyince de “Hiç olur mu anneciğim?” diyordu, “Seni de yanıma katıp,yıldızlara götüreceğim.” Ailesi gibi, bütün mahallede biliyordu onun uçmaya olan merakını. Bir de askerlik vardı tabii gönlünde. İkisini birden gerçekleştirmek en büyük hayaliydi. Diğer çocuklar ellerinde toplarıyla, bilyeleriyle sokağa fırlarken, Serhat elinde kâğıttan yaptığı, ucuna da bir ip bağladığı uçakla koşturuyordu mahallede sabahtan akşama kadar.Bir gün, yine uçağıyla sokağa çıkmış, bütün mahalleyi turlarken, yağmur bastırmış,kâğıttan uçağı ıslanıp, paramparça olmuştu. Arkadaşları gülmüştü ona. Serhat, ağlayarak eve gelmiş, annesi ne olduğunu sorduğunda, “Artık sevmiyorum uçakları.” demişti. Semiha Hanım oğlunun uçağının halini görünce, onun derdini anlamıştı.Ona en sevdiği kurabiyelerden yapıp odasına gitmiş, öyle önüne çıkan ilk zorlukta pes etmenin doğru olmadığını anlatmıştı. Sonra babasıyla,bir sürprizleri olduğunu söyleyip salona çağırmıştı oğlunu.Bir paket duruyordu sehpada.Serhat merakla paketi açtığında içinden uzaktan kumandalı oyuncak bir uçak çıkmıştı. Hemde gerçekten uçuyordu. Dünyalar Serhat’ın olmuştu. Uçaklara ve gökyüzüne olan kırgınlığı geçmişti şıp diye. Annesinin ve babasının desteğiyle pilot olma hayalini bir gün mutlaka gerçekleştirecekti, artık onu hiçbir kuvvet yolundan çeviremezdi. Kur’an-ı Kerim’de, “O, kara ve denizin karanlıklarında kendileri ile yol bulasınız diye sizin için yıldızları yaratmıştır. Gerçekten biz, anlayan bir topluluk için kanıtları birer birer açıkladık.”(En’âm Suresi, 97. Ayet) buyurduğu gibi, yıldızlar yol gösteriyordu Serhat’a…*Sahiden de lise bittikten sonra, Harp Okulunu kazanmış, hemen sonrasında da çakı gibi bir teğmen olmuştu Serhat. Harp okulundan sonra da pilotluk eğitimi alarak, hırsı, isteği ve azmiyle helikopter pilotu olmayı başarmıştı. Artık gökyüzündeydi işte, yıldızlarla, kuşlarla arkadaş olmuştu nihayet, hep istediği gibi…Uçmaya olan tutkusu, hemen hocalarının ve komutanlarının dikkatini çekmiş, kısa sürede beğenilen bir pilot olmuştu Serhat. Çok kabiliyetliydi. İlkeliydi, disiplinliydi. Hiç yorulmuyor, yılmıyordu. Gökyüzü onun evi gibi olmuştu. Bıraksalar bütün ömrünü bulutların üzerinde geçirmek isterdi. Hiçbir görevden kaçmadan, bütün vazifelerini başarı ve özveriyle yerine getiriyordu. Korkusuzdu. En zorlu görevlere hep o gidiyordu. Gencecik yaşında “Vatan, bizden fedakârlık bekliyor.” diyordu her fırsatta.O fedakârlığı göstermekte de kararlıydı. Ailesi de oğullarının hedeflerinin peşinde koşması, kararlarının arkasında durması ve çalışkanlığıyla gurur duyuyordu. Çok erdemli ve çok temiz ruhlu bir delikanlıydı Serhat. Dünya üzerinde hiç kimseyi incitmemiş, üzmemişti. Gönlü geniş, samimi ve sabırlıydı. Kimseyi eleştirmez, kimse hakkında konuşmayı sevmezdi. Herkes iyi olsun isterdi. En çok da ailesi… Onlara daima destek olup, iyi bir hayat sağlamaya çalışırdı Serhat. Hele söz konusu fedakâr,cefakâr anacığı Semiha Hanım oldu mu akan sular dururdu…Oğulları annelerine çok düşkünlerdi. Semiha Hanım, erken evlendiği için çocuklarıyla birlikte büyümüş, onlara hem anne,hem de arkadaş olmuştu. Evlatları onun en büyük varlığıydı bu hayatta. O da oğullarının… Annelerinin üzerine titrerdi ikisi de. Hele Serhat, hep uzakta olduğu için ayrı bir özen gösterirdi. *2009 yılında bir sabah,İzmir’de görev yaparken,Serhat, ansızın Adana’daki evlerine gelmiş, sürpriz yapmıştı anneciğine. Onu, üniversite sınavına girmek için ikna etmekti niyeti. İçeri girer girmez, “Hemen hazırlan, gidiyoruz.” demişti. Semiha Hanım, “Hayırdır oğlum, nereye?” diye sorunca Serhat, “Üniversite sınavlarına başvuru zamanı geldi, kayıt yaptırmaya.” deyip, annesinin ceketini, çantasını eline tutuşturuvermişti. Semiha Hanım liseyi bitireli otuz yıl geçmiş, bu arada evlenmiş, çocukları olmuş, kendini evlatlarına adamış bir ev hanımıydı ama her zaman içinde ukde olarak kalmıştı üniversite okuyamamak. Serhat, annesinin çok istemesine rağmen erkenden evlendirildiğini ve üniversiteye gidemediğini biliyordu. Bu hayalini gerçekleştirmesi için elinden geleni yapmakta kararlıydı. Ağabeyi Orhan da öyle. Semiha Hanım başta olmazlanmıştı, “Bu yaştan sonra yapamam, beceremem.”demişti ama Serhat, bana mısın demiyordu. Zorla başvurusunu yaptırmıştı annesine.Hal böyle olunca, Semiha Hanım kendini bir anda üniversite sınavlarına hazırlanırken bulmuştu. O sıralar Serhat da uçak pilotu olmak için uğraşıyordu. Pilotluk sınavına girdikten sonra, evlenecekti Allah izin verirse. O yüzden, canını dişine takmış çalışıyordu. Serhat’ın okulu bitirip, meslek sahibi olmasına rağmen böylesine azimle çalışması, Semiha Hanımı da şevke getiriyor, oğluna karşı mahcup olmamak için gece gündüz çalışıyordu. Sınava girdiği gün, çocuk gibi heyecanlıydı Semiha Hanım. Kazanacağından pek de ümidi yoktu ama sınava girip de sonuçlar açıklandığında, bayram etmişti. Çünkü oğluna verdiği sözü tutmuş, yeterli puanı almayı başarmıştı. Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Bölümünü kazanmıştı.Gençlik hayalini, annesinin kınalı kuzusu hediye etmişti ona ve kırk sekiz yaşında yeniden öğrenci olmuştu Semiha Hanım. *Serhat, haberi alınca çok sevinmiş, annesinin bu başarısından gurur duymuştu. Sık sık arıyor, bir veli gibi durumunu kontrol ediyordu. Son aramasında, annesinin ağladığını farketmişti. Ne olduğunu sormuştu telaşla. Semiha Hanım başta söylemek istemese de sonunda mecburen anlatmıştı. Bazı öğrenciler, yaşı yüzünden, onu bölümde istemiyorlardı. Her gün eve ağlayarak geliyordu kadıncağız ama yine de sabır gösteriyordu. Lakin o gün yaşadığı bir olay, bardağı taşıran son damla olmuştu. Bir hoca, herkesin içinde, “Dört işlemi öğren de gel.” demişti. Kadıncağız utanmış, yerin dibine girmişti. Eve yine ağlayarak gelmiş ama bu defa kararını vermişti. Okulu bırakacaktı. Serhat bunu duyunca, her zamanki yapıcı tavrıyla, “Anne.”demişti. “Ben çocukken o kâğıttan uçak yırtıldığında vazgeçseydim şimdi pilot olamazdım. Sen o zaman bana destek olmuştun. Beni sen yüreklendirmiştin. Şimdi sıra sende. Öyle hemen pes etmek yok. İstersen özel ders aldırırım sana ama okulu bırakmana izin vermem!” demişti. Semiha Hanım, gerçekten de o günden sonra, oğulları nın ve eşinin desteğiyle, çok yüksek notlar alıp, okuldaki herkesi çok şaşırtmıştı. Artık bütün öğrenciler ve öğretmenler saygı duyuyordu ona. Zaman hızla geçmiş, herkesin “yapamazsın.” dediğini yaparak, elli iki yaşında, üniversiteden mezun olmuştu Semiha Hanım. Okumanın yaşı olmadığını, insanın isterse, her yaşta ve her koşulda başarabileceğini dosta, düşmana kanıtlamıştı. Yalnız üniversitede okumakla da yetinmemişti Semiha Hanım. Serhat’ın ve ailesinin desteği sayesinde Pedagojik Formasyon Sertifikası da alarak öğretmenlik yapmaya başlamış tı. Annesinin, babasının yapamadığını evladı yapmıştı. Onu okutmuş, meslek sahibi yapmıştı. Dünyada kaç çocuk vardı ki annesinin okumasına vesile olup mezuniyetini görebilsin… Kaç evlat vardı ki annesine hem evlat hem ana baba hem arkadaş olabilsin… İşte Serhat öyle bir çocuktu. Annesinden ve ailesinden desteğini bir gün bile çekmemişti… Ta ki sıcak bir mayıs günü, Şırnak 23. Jandarma Sınır Tümen Komutanlığına dönmek için AS 532 Cougar tipi askeri helikopterle hareket edene kadar. Serhat, göreve çıkmadan önce, annesiyle son kez konuşmuştu o gün. Yakında izne gelecekti. “Ben gelince, artık düğünü yapalım diyoruz anne. Daha fazla geciktirmeyelim.” demişti. Semiha Hanım pek sevinmişti. Zaten bir süredir, hazırlıklara başlamışlardı. Yemek listesini bile seçmişlerdi geliniyle beraber. Serhat minnettar, “Sağ ol annem.” demişti, “Sen olmasan ben ne yapardım?” Semiha Hanım, sesi titreyerek, “Asıl ben ne yapardım yavrum. Sen benim hem oğlum hem babam hem sırdaşım oldun. Allah senden razı olsun.”Serhat duygulanmıştı. Öyle özlemişti ki anacığını, elinden gelse helikoptere atlayıp, uçup, evlerinin bahçesine konardı…Annesine de söyledi bunu. Semiha Hanım güldü. “Keşke oğlum, keşke uçsan da konsan bahçeye…” Serhat “Belki anacığım.” dedi “Belki yakında gelir konarım. Hakkını helal et.”deyip kapattı telefonu. Bu, son konuşmaları oldu…Çünkü, Şenoba Tugay Komutanlığından havalanan helikopter, kalkıştan üç dakika sonra,yüksek gerilim hattına çarparak üç yüz metre yükseklikten yere çakıldı. Çıkan yangın sonucu, helikopterin içindeki mühimmatda patladı. Serhat Yüzbaşı ve görev arkadaşları, orada, şehadete yürüdüler.Serhat’a o güne dek arkadaşlık eden rüzgar, onu çocukluğundan beri hep hayal ettiği yıldızlara alıp götürmüştü en sonunda…Bir ana için kıyametin tanımıydı evlat acısı. Semiha hanımın yüreğinde de kıyamet koptu oğlunun şehadet haberi gelince. Dünyası zifiri karanlık oldu, canından can koptu ama yine de bu acıyı yaşarken bile onurlu ve gururlu kalmaya gayret etti, o da ailesi de. Çünkü Serhat öyle olmalarını isterdi. Şimdi annesi her helikopter sesi duyduğunda, belki Serhat gelmiştir diye balkona çıkıp, umutlu gözlerle oğlunu beklemeye devam ediyor. Serhat ise anacığının yüreğinde bir yerde oturmuş, gökyüzündeki yıldızları, onun gözlerinden seyrediyor… Şehidimiz Kara Pilot Yüzbaşı Serhat Sığnak, hem ülkesine hem de göklere sevdalıydı. Vatanı uğruna her şeyi göze alacak kadar fedakâr ve ülkesine yürekten bağlıydı. İlk defa helikoptere bindiği günden, son gününe kadar her gün vatan, bayrak ve devlet için çalıştı. O ve onun gibi, memleketi uğruna canını vermekten çekinmeyen bütün kahraman şehitlerimize Allah’tan rahmet, yakınlarına ve milletimize baş sağlığı diliyoruz. Bizler, vatan için hayatlarını feda eden aziz şehitlerimizden emanet kalan bu eşsiz mirası sonsuza dek kalbimizde yaşatmaya devam edeceğiz. Bu millet onlara minnettardır. Ne mutlu bize, ne mutlu onları yetiştiren analara…