Mehmet Fatih AKDEMİR
1977-2000
Şehir: Gaziantep
Doğum Yılı: 22.12.1977
Şehadet Yeri ve Tarihi: Siirt, 31.08.2000
Görevi: Jandarma Ulaştırma Er

Memik Dede, Mehmet Fatih ve diğer torunlarını kar şısına almış, askerlik anılarını anlatıyordu. O zamanlar, Siirt Gandahar’da ayaklanan eşkıyalara karşı mücadele ediyordu Şanlı Türk Ordusu. Bir gün yine, eşkıyaların inlerine baskına giderlerken, arkadaşlarından ayrılmış, tepelere doğru ilerlemişti Memik Dede. Bu sırada bir kıpırtı olmuştu çalıların arasında. Önce bir eşkıya sanmıştı ama uzun süre beklemiş, hiç ses çıkmayınca, usulca çalıların arasına gidip, bakmıştı. Yavru bir dağ ceylanıyla göz göze gelmişti. Yaralanmıştı yavru ceylan. Hem ayağından vurulmuştu hem de kulağının kenarını kurşun sıyırıp geçmişti. Çok canı yandığı belliydi zavallının. Memik Dede matarasındaki suyu çıkarıp, vermişti ona. Sonra da bıçağıyla, hayvanın yarasını temizlemişti. Gömleğiyle onu sarmış, sarmalamış, bir kuytuya saklamıştı. Ondan sonra her gün yanına gidip hayvana aş ve su vermişti. Bir süre böyle devam etmişti ama sonra bir gün, tekrar geldiğinde yavru ceylanı yerinde bulamamıştı, belli ki iyileşip gitmişti hayvancağız. İyi olmasına sevinmişti ama bir yandan da içerlemişti Memik Dede, bu güzel gözlü, arkadaşının selamsız, sabahsız çekip gitmesine. Aradan birkaç zaman geçmişti. Yine Memik Dede ve silah arkadaşları, baskın için dağlarda dolaşırlarken, eşkıyalar tarafından bir pusuya düşürülmüşler, büyük bir çatışmaya girmişlerdi. Arkadaşlarının hepsi orada şehit olmuştu, Memik Dede ise yaralıydı. Ne suyu vardı, ne cephanesi. Yardım bir türlü gelmiyordu. Susuzluktan bitkin düşmüştü, yarı baygın yatarken o anda bir mucize gerçekleşmişti. Birkaç hafta önce yardım ettiği, kendi elleriyle iyileştirdiği dağ ceylanı çıkagelmiş, o güzel gözleriyle, Memik Dedeye bakıyordu. Akıl almaz bir şeydi ama ağzıyla sürükleyerek bir matara getirmişti ona. Memik Dede, suyu kana kana içmiş, biraz kendine gelmişti ki yavru ceylan, kaçıp gitmişti yine. Sonradan kimseyi inandıramamıştı bu olayın gerçek olduğuna, hayal gördüğünü sanmışlardı ama Memik Dede emindi gördüğünden. O yavru dağ ceylanı, iyiliklerinin karşılığında böyle teşekkür etmişti ona. Hikâye bitince, Memik Dede şöyle demişti torunlarına; “Eğer o gün, belki de o ceylana yardım etmeseydim, şimdi burada, sizlere bu hikâyeyi anlatamayacaktım. Allah’a çok yalvarmıştım, şehadeti tadayım diye ama kısmet değilmiş. Gazi oldum. Lakin şehitlik içimde hep ukde kaldı.” Mehmet Fatih, çok etkilenmişti dedesinin bu sözlerinden. O zaman karar vermişti, büyüyecek ve o da dedesinin yolundan gidecekti. * Aradan yıllar geçmiş, Fatih büyümüş, aslan gibi bir delikanlı olmuştu. Askerlik çağına gelmişti. Vatani görevini yapmaya gidecekti artık. Acemi birliği, Bilecik Söğüt’teydi. Giderken, “Osmanlı’nın ilk başkentine gidiyorum.” diye coşkuyla öpmüştü büyüklerinin elini. Hem adını Fatih Sultan Mehmet’ten aldığı için, hem de dedesinin, milli mücadele yıllarını anlattığı hikâyeleriyle büyüdüğü için, içinde çok büyük bir vatan ve ecdat sevgisi vardı Mehmet Fatih’in. Gazi dedesi gibi yurtsever, namuslu bir vatan evladı olmuştu o da vatan toprağı uğruna kanını dökmeye hazırdı. Bunu, “Dedemin gaziliğini, ben de şehadetimle şereflendireceğim, hiç şüpheniz olmasın.” diye sürekli dile getiriyordu Söğüt’te acemiliğini tamamladıktan sonra, yemin töreninin ardından, usta birliği için Siirt’e gidecekti Mehmet Fatih. Yola çıkmadan evvel, bir rüya görmüştü. Ağaçlar arasında yürürken, yaralı bir dağ ceylanı karşısına çıkıyor, bir an gözlerine bakıp, sonra kaçıp gidiyordu. Tıpkı dedesinin anlattığı gibi, kulağının kenarı yaralı ve ayağı aksayan bir ceylandı bu. Memik Dedenin ceylanıydı. Büyük bir heyecanla uyanmıştı rüyasından Mehmet Fatih, belki de dedesi gibi o da Gazi olup dönecekti vatani görevinden. Ertesi gün, telefonda bu rüyayı anlattı annesiyle babasına. Oğullarına bir mesaj vardı bu rüyada belli ki ama yorum yapmak zordu, “Hayırdır inşaallah” diyebildiler sadece. Telefonu kapattıktan sonra, Kadir Babanın içine bir sıkıntı çöktü. Oğlunun gördüğü rüya aklından bir türlü çıkmıyor. Hanımına bir şey belli etmeden, kalkıp eski evrakların durduğu dosyayı çıkarttı. Memik Dedenin gazilik belgesini arıyor du. Belgeyi bulduğunda, büyük bir sürpriz bekliyordu onu. Geçen zaman içinde aklından silinip gitmişti belli ki ama görünce hatırlamıştı. İnanamıyordu gözlerine Kadir Baba, çünkü Memik Dede de yıllar önce, Mehmet Fatih’in, yani torununun askerlik görevini yapacağı aynı yerde, Siirt’in Gandahar bölgesinde gazi olmuştu. Bu nasıl bir tesadüftü? Aslında tesadüf değil, kaderdi… Oğlunun gördüğü rüya, her şeyi anlatıyordu. Yakında Mehmet Fatih de dedesi gibi aynı yerde, gazi veya şehit olacaktı. * Nihayet, Özel TİM şoförü olarak görev yapacağı Siirt’e, vatani görevini tamamlamak üzere gelmişti Mehmet Fatih… Bulunduğu bölge, terör bölgesiydi ama hiç korkusu yoktu. Bilakis, vatanı bölmek isteyenlerle kana kan, dişe diş, mücadele etmek istiyordu. Halka zorbalık eden, insanlara kan kusturan, askerlerimizi şehit eden teröristlere haddini bildirecekti. Ayrıca gittiği yerlerdeki aç ve muhtaç insanlara da yardım eli uzatacaktı. Çok merhametli bir delikanlıydı Mehmet Fatih, tıpkı babası Kadir Bey gibi. Kadir Bey, muhtaçlara yardım eden bir vakfın yöneticisiydi. Her gece, oğlu Mehmet Fatih ile birlikte, ihtiyaç sahiplerine sıcak yemek ve giysi dağıtımı yaparlardı. Vatani görevine giderken bile babasına, askerlik için biriktirdiği harçlığın bir kısmını bırakmış, ihtiyacı olanlara vermesini söylemişti. Peygamber Efendimizin “Allah rahmeti yüz parça yaratmış, doksan dokuzunu kendi nezdinde tutmuş, yeryüzüne bir parçasını indirmiştir. İşte mahlûkât bu bir parçadan dolayı birbirlerine merhamet ederler.” buyurduğu gibi, bütün canlılara karşı şefkat ve merhamet doluydu Mehmet Fatih. Tanıdık tanımadık, herkesin acısını, derdini paylaşır, cömertliğiyle maddi manevi, elinden geldiğince yanlarında olmaya çalışırdı.Güler yüzü, tatlı diliyle herkes tarafından çok sevilirdi. Kimseyi kırmaz, hiçbir zaman kibre düşmez, nefsine yenilmezdi. Yaptığı iyiliği göstermeden yapar, karşılık beklemez, kimseyi utandırmak, gücendirmek istemezdi. Mehmet Fatih, göreve başladıktan sonra, birliğinde de çok sevdirmişti kendisini. Hem komutanları hem arkadaşları onu hemen benimsemişti. Komutanları tarafından karargâhta yazıcı olarak görevlendirilmişti. Bir ay boyunca da bu görevi yürütmüştü ama sürekli komutanlarına operasyona çıkmak istediğini söylüyordu. Oturmak ve beklemek hoşuna gitmiyordu. O da arkadaşlarıyla birlikte alanda olmak, teröristlerin gözlerinin içine bakarak vatanı savunmak, gerekirse canını vermek istiyordu. Hiçbir korkusu, çekincesi yoktu. Mehmet Fatih, askere gitmeden önce de sonra da asla dönüş planları yapmamıştı. Çünkü içten içe, şehadete doğru yürüdüğünü hissediyordu. Nihayet bir gün, komutanı onun ısrarlarına dayanamayarak, Mehmet Fatih’i operasyonlarda görevlendirmişti. Sonunda bu emeline de ulaşmış ve araziye çıkma fırsatı yakalamıştı. Şimdi, Memik Dedesinin bir zamanlar dolaştığı dağlarda, o da dolaşacak, memleketini ve halkını o koruyacaktı. 31 Eylül’de Mehmet Fatih, evi aradı. O gece operasyona çıkacaklardı. Annesi ve babası başta olmak üzere bütün ailesinden helallik aldı, “Biz bu akşam operasyona çıkacağız. Şehit olabilirim, hakkınızı helal edin.” dedi. Sesinde hiçbir endişe yoktu. Sanki çokiyi bildiği bir kadere doğru yürüyordu. Sadece çok heyecanlıydı. * O gece saat on biri gösterirken, tehlikeli bölgelerden birinde, çok şiddetli çatışmalar yaşanıyordu. Çatışmalar sırasında, takviye istenmiş, aralarında Mehmet Fatih’in de bulunduğu bir grup, araçlarına binerek takviye kuvvet olarak operasyon bölgesine doğru yola çıkmışlardı. Arazi çok engebeliydi. Hem hava koşulları hem de yolun virajlı olması, önlerini görmelerine engel oluyordu. Etraflarındaki tepeler yüzünden, her an bir pusuya düşebilirlerdi ama Fatih’te silah arkadaşları da zerre korkmuyordu. Allah yanlarındaydı onların. Yollarına devam ederlerken, bir an arabanın önüne doğru bir şey fırladı. Önce ne olduğunu anlamadılar. Ani bir fren yaptılar ve o anda, aracın cılız farının aydınlattığı, dağ ceylanını gördü hepsi. Ceylan durmuş, o kocaman gözleriyle askerlerimize bakıyordu. Askerler şaşkın ne yapacaklarını bilemeden, birbirlerine bakarlarken, bir tek Mehmet Fatih gülümsüyordu. Çünkü hissediyordu… O ceylan, dedesinin gazilik vaktinin haberini getirdiği gibi şimdi de ona, şehadet vaktinin haberini getirmişti. * Mehmet Fatih’in babası Kadir Bey, o gece de her gece olduğu gibi vakfa gitmek üzere evden çıkacaktı. Birlikte çalıştığı arkadaşını bekliyordu. Eskiden olsa, Mehmet Fatih’le beraber giderlerdi. Yol boyu sohbet ederler, baba, oğul uzun uzun dert leşirlerdi. Bir an, “Keşke burada olsaydı.” diye düşündü. Halbuki şimdi operasyondaydı oğlu. Sabahtan beri içinde bir sıkıntı vardı ama birkaç saattir kara bir duman olup, her yeri kaplamıştı o sıkıntı sanki. Boğulacak gibi oluyordu. Mehmet Fatih’ten kötü bir haber gelmesinden korkuyordu. Bu arada mahalleden birtakım seler duyuldu; “Hayırdır inşaallah bu saatte.” diye ayaklandı Kadir Bey. Merakla, pencereye yöneldi. İşte o an, oğlunun haberinin geldiğini anladı. *Haberi aldıktan sonra Kadir Bey, Mehmet Fatih’in şehadet haberini akrabalara, sesi titreyerek, “Yakında Mehmet Fatih geliyor. Düğünümüz var!” diye vermişti. Yüreği yansa da gurur duyuyordu onunla. Oğlu, biricik Mehmet Fatih’i, çocukken dedesine verdiği sözü tutmuş; dedesinin ukdesini gerçekleştirip, şehadete yürümüştü. Mehmet Fatih Akdemir gibi, bu vatan için hayatlarını feda eden şehitlerimizin, bize bıraktığı bu eşsiz mirası sonsuza dek kalbimizde yaşatacağız. Bu millet onlara minnettardır. Canını sakınmadan, düşmanla mücadele eden aziz şehitlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine ve milletimize başsağlığı diliyoruz. Allah, askerlerimizi korusun, ordumuzu muzaffer eylesin. Kalplerimiz daima Mehmetçiğimizle çarpacaktır.