Mahmut USLU
1990-2017
Şehir: Ankara
Doğum Yılı: 24.07.1990
Şehadet Yeri ve Tarihi: El Bab, 08.02.2017
Görevi: Tankçı Uzman Çavuş

Ilık bir haziran gecesiydi Ankara’da. Mürşide Hanım’ı yine uyku tutmamış, evlerinin balkonundan gökyüzüne bakıyordu. Havada, dallarda kalan son leylakların kokusu asılı duruyordu…. Polis Memuru eşinin kaybının üzerinden birkaç ay geçmişti. İkisi de ne çok sever di leylakları. Her nisan ve mayıs ayında bu balkona çıkıp, içlerine çekerlerdi burcu burcu kokan leylakları, oysa bu defa, tek başınaydı o balkonda Mürşide Hanım. Alışmak zordu ama dört buçuk yaşındaki oğlu Mahmut için dimdik ayakta durmak zorundaydı. Sağ olsun, annesi ve kız kardeşleri de onları yalnız bırakmıyordu, gel gelelim akşam çöküp de herkes evine, odasına çekilince öyle bir sıkışıyordu ki kalbi, nefesi kesilecek gibi oluyordu sanki. Kendisine değil, oğluna üzülüyordu en çok da. Mürşide Hanım, bütün zorluklara tek başına göğüs gerse de babasının yokluğunu hissettir memeye çalışsa da hep eksik kalacaktı Mahmut, biliyordu. Bunları düşünürken, gözünden iki damla yaş aktı. Bu sırada dört buçuk yaşındaki oğlu Mahmut, uykusundan uyanıp gelmişti yalın ayak, anneciğinin yanına. Mürşide Hanım gözündeki yaşları silip onu kucağına almış, ağlamasını fark etmesin diye, “Bak yıldızlara.” deyip, gökyüzünü göstermişti. Mahmut, annesinin ağladığını anlamış, onu yanağından öpüp, “Ağlama anneciğim.” demişti “Bak, babam orada.” diye gökyüzündeki en parlak yıldızı işaret etmişti. Sanki bir perde aralanmış da babasıyla göz göze gelmiş gibi söylemişti bunu küçük Mahmut. Mürşide Hanım, öyle duygulanmıştı ki, baba özlemini, yıldızlarda dindiren oğluna sımsıkı sarılıp, “Ağlamıyorum oğlum.” demişti “Söz. Bir daha ağlamayacağım.”Sonra birlikte, o parlak yıldızda oturduğunu düşledikleri, Mahmut’un babasına el sallamışlardı beraber. * İkisi yalnız kaldıktan sonra, Mürşide Hanım ve Mahmut, birlikte büyümüşlerdi. Her güçlüğü el ele göğüslemişler, hayata birlikte tutunmuşlardı ana oğul. Mürşide Hanım, oğluna hem ana hem baba olmuş ama en çok da birbirlerine yoldaş olmuşlardı. Babasız büyümek Mahmut için zordu. Hep kanayan, hiç kapanmayan yarasıydı bu çocuk yüreğinin. Babasıyla yaşadığı hatıraları hiç unutmuyordu Mahmut, her ayrıntıyı dünmüş gibi hatırlıyor, geceleri annesiyle koyun koyuna yatıp uyurlarken, tekrar tekrar anlatıyordu. Babasıyla buzun üstünde yürüdükleri o akşam üstünü, onun omzunda, tren raylarının yanındaki köprüden koşarak geçişlerini, anneler günü için kırlardan topladıkları papatyaları, hepsini bir bir hatırlıyordu. Hayrandı babasına Mahmut, onun gibi polis olmak istiyordu… Vatan, bayrak ve üniforma aşkıyla doluydu o da babası gibi. Büyüdükçe sık sık, “Ben de bir gün, Allah nasip ederse, polis olacağım.” derdi annesine ve arkadaşlarına. Babasının üniformasını saatlerce izler, hayaller kurardı. Fakat Allah biliyordu ya, Mürşide Hanım hiç istemiyordu oğlunun polis olmasını. Onu da bir görev sırasında kaybetmekten korkuyordu ama Mahmut, eğitimini tamamladıktan sonra, annesinden habersiz, polislik sınavlarına girmiş, kazanmıştı bile. Sevinçle eve gelip haberi annesine vermişti. Mürşide Hanım ağlayarak,“Oğlum ben polis olmanı istemiyorum, aynı acıları bana bir daha yaşatma.” diye yalvarmıştı. Annesine çok düşkündü Mahmut. En büyük dayanağı, başının tacıydı Mürşide Hanım. Kendisine hem anne hem baba olan, onun için saçını süpürge eden anacığına bir gün olsun, saygıda, sevgide kusur etmemişti, etmezdi de. Peygamber Efendimizin de buyurduğu gibi, cennet annelerin ayaklarının altındaydı. Mürşide Hanım da oğlunun ayaklarının altına ser mişti yüreğini ve bütün sevgisi ni. Onu üzmek, Mahmut’un bu hayatta isteyeceği en son şeydi. Annesi için, kayıt yaptırmamıştı polis okuluna ama yüreğindeki vatan ve üniforma ateşi her gün, harlanarak daha da büyümüş, bir volkana dönüşmüştü adeta. Artık dizginleyemiyordu. Bir müddet sonra vatani görevini yapmak için Peygamber Ocağına gitmişti Mahmut. Hayatının en mutlu günleriydi askerlik günleri. Hayattaki amacını bulmuştu. Vatana hizmet etmek, bayrağı için nöbet tutmak, milletinin namusunu korumak onun yaşamındaki tek gayeydi artık. Askerliğinin bitmesine yakın, Uzman Çavuşluk sınavlarına girmiş, son aşamayı da geçtikten sonra annesini arayıp, gönül rızasını almak istemişti. “Anne, ne olur izin ver.” demişti, “Polis olmamı istemedin ama bırak asker olayım. Ben de babam gibi vatanıma, bayrağıma aşığım. Biz gidersek, biz kaçarsak bu vatan olmaz. Ne olur anneciğim, he de bana.”Mürşide Hanım, bu sözlerin üzerine gurur duymuştu oğluyla, gözünden yaşlar akarak “Tamam.” demişti, oğlunun hayallerini gerçekleştirmesine engel olmayacaktı artık. Ne de olsa o devletini, vatanını çok seven bir delikanlıydı ve anne yüreği, onu ne kadar korumaya çalışırsa çalışsın, son nefesini verene kadar “Vatanım!” demekten vazgeçmeyecekti. *Terhis olduktan sonra, uzman çavuşluğa başlayana kadar, annesine destek olmak için çeşitli işlerde çalışmaya devam etmişti Mahmut. Her zaman çok gayretli bir çocuktu zaten. Annesine ve anneannesine katkıda bulunmak için, okurken bile çalışırdı. Kimseye yük olmayı istemezdi. Çok becerikliydi, yapmadığı iş yoktu. Avukat yanında, sucuda, hırdavatçıda, yemekhanede, manavda, pazarda, her yerde çalışmıştı. Boş durmak ona göre değildi. Peygamber Efendimizin, “İnsanların en hayırlısı, insanlara en çok faydası dokunandır.” hadisi şerifini kendisine rehber edinmiş, üretken olmayı, başka insanların hayatını kolaylaştırmak için çabalamayı bir ibadet kabul etmişti. Tıpkı babası gibiydi o da…Beraber, çok az zaman geçirmiş olsalar da her yönüyle ona benziyordu. Onun gibi yürekli, cengâver ve güzel ahlâklıydı. Ağırbaşlı, sabırlı ve hoşgörülü bir delikanlı olmuştu tıpkı babası gibi. Kimseyi kırmaz, incitmez, herkese karşı çok güler yüzlü davranırdı.2014 yılında, İstanbul’da Uzman Onbaşı olarak görevine başladığında da bu yönleriyle hemen kabul görmüş, bütün çalışma arkadaşlarının sevgisini ve güvenini kazanmıştı Mahmut. İçi dışı, özü sözü bir, güzel huylu bir yiğitti. Çok merhametli ve vicdanlıydı. Çocuklara büyük bir sevgisi vardı. Belki kendisi babasız büyüdüğü için, öksüz ve yetim çocuklara çok üzülürdü. Onlara yardım eder, çocuk yuvalarına oyuncaklar, giyecekler götürür, yüzlerini güldürmeye çalışırdı sık sık. En çok da bayramlarda… Bayramlarda babasız kalmanın ne demek olduğunu iyi bilirdi Mahmut. Bütün çocuklar, sabah uyandıklarında babalarının elini öpüp, beraber namaza giderken, o bunu hiç yaşayamamıştı. Babasının, cebine sıkıştırdığı birkaç kuruşluk bir harçlığa bile hasretti. Çocukluğundan beri, sık sık rüyasında görürdü babasını. Üç, dört yaşlarındayken, onun omuzlarında geçtiği köprüde geçerdi hep bu rüyalar. Babası önden hızla yürür, Mahmut bir türlü yetişemezdi ona. Annesine bu rüyayı her anlattığında “Bir gün.” diyordu “Yetişeceğim ona, koşup sımsıkı sarılacağım. İşte o zaman benim bayramım olacak.” Gerçekten de şehadetinden bir gece önce gördüğü rüyada, bu defa babasına o köprünün üstünde yetişecek ve ona sımsıkı sarıldıktan sonra, baba, oğul bir bayram sevinciyle, beraber geçeceklerdi karşıya…İstanbul’daki görevini başarıyla tamamladıktan bir süre sonra, Fırat Kalkanı Harekâtında görevlendirilmişti Mahmut. Vatan için her yerde görev yapmaya hazırdı. Suriye’de, içeride bulunan askerlerimize ikmal götürmekti görevi. Göreve giderken, oradaki çocukları da hiç unutmazdı. Sırt çantasını kendi maaşından aldığı yiyecekler le doldurup, Suriyeli çocuklara dağıtırdı. Çocuklar, onu görünce, “Türk geliyor, Türk geliyor!” diye sevinçle Mahmut’un aracını çevrelerdi. Hep annesine, “Bir gün param olursa, kimsesiz çocuklar için yurt yaptırıp, her şeyimi şehit çocuklarına bağışlayacağım” derdi. Yoksula, düşküne hiç kıyamazdı. İmkanları ölçüsünde, evsizlere yardım eder, karınlarını doyururdu. Hz. Peygamber’in “Zenginlik, mal çokluğu değil, gönül tokluğudur.” buyurduğu gibi, mala mülke değil, maneviyata önem verirdi her zaman. Hiçbir zaman kul hakkı yemezdi, yedirmezdi de. Birliğinde yapılan çay bile pişerken elektrik de gaz da devletin kesesinden çıkıyor diye, yük olmamak ve gerçekten ihtiyacı olanların hakkından yememek için, kendi parasıyla çay alır, onu içerdi. Hayatta onun için en önemli şey iyi ve erdemli bir insan olmaktı. Ondan sonra da iyi bir baba olmak istiyordu. Ufacıkken bile sık sık annesine, kendisinin nasıl bir baba olacağını soruyordu. Annesi de ona “Çok iyi bir baba olacağını, tıpkı kendi babası gibi, çok güzel evlatlar yetiştireceğini.” söylüyordu. 7 Şubat 2017 günü, şehadetinden bir gün önce, son kez annesiyle telefonda konuştuğunda, “Anne,” demişti Mahmut, “Ben çok düşündüm, artık evlenip, çoluğa çocuğa karışmak istiyorum. Baba olmak istiyorum.” Mürşide Hanım çok sevinmişti. Ne zamandır oğlunun mürüvvetini görmek istiyordu o da. Evlensin, yuvasını kursun, hep hayalini kurduğu gibi, iyi bir baba olsun istiyordu. Nihayet gerçekleşecekti bu dilekleri. Mahmut, izin alıp gelince, Allah’ın emri, Peygamberimizin kavliyle kız istemeye gideceklerdi, sonra da düğün dernek kurulacaktı, lakin Mahmut’un şehadet haberi, kendisinden önce gelecekti… * Fırat Kalkanı Harekâtı kapsamında bir göreve gidilecekti o gün. 8 Şubat 2017 günü… Mahmut, koşa koşa komutanına gidip, “Beni gönderin komutanım.” demişti. Mahmut’un görevi değildi bu, komutanı o yüzden “Hayır.” demişti. Annesinin tek evladıydı Mahmut, üstelik babası yoktu. O sebeple içeriye göndermiyorlardı onu ama Mahmut,bu defa öyle çok ısrar etmişti ki, on beş dakika içinde sırt çantasını hazırlayıp tekrar gelmişti komutanının karşısına. Bu çelik gibi iradeye daha fazla karşı koyamayarak, kabul etmişti komutanı, artık yapacak bir şey yoktu. Göreve gidiyordu Mahmut. Sonunda çatışmaların olduğu bölgeye girecek, arkadaşlarıyla birlikte düşmana meydan okuyacaktı… Belki de babasıyla o köprüde buluşma vakti gelmişti… Gerçekten de o gün, Fırat Kalkanı Harekâtı kapsamında Suriye’nin kuzeyindeki El Bab bölgesinde, terör örgütü ile yaşanan çatışmada şehadet şerbetinden tatmıştı Mahmut.Annesi şimdi, yine burcu burcu leylak kokan bir haziran gecesi, bir zamanlar oğluyla beraber, en parlak yıldıza bakıp el salladıkları o balkonda, tek başına duruyor. Yine o parlayan yıldıza bakıp el sallıyor ama bu sefer hem şehit oğlu hem de eşi gülümsüyor ona ta uzaklardan. * “Buradan şehit ailelerine, gazi ailelerine ve aziz Türk Milleti’ne selam ve saygılarımızı iletiyoruz. Biz burada oldukça ne vatanı böldüreceğiz ne vatanımıza göz dikenleri kendi hallerine bırakacağız. Şu bilinsin ki Allah, Türk’le beraberdir. Allah Türk’ü korusun ve yüceltsin. Amin”Mahmut, şehadetinden bir süre önce çektiği videoda böyle sesleniyordu milletimize. Bizler de şehidimiz Mahmut Uslu gibi, Allah’ın Kahraman Türk Askerinin yanında olduğunu biliyoruz. Böyle yiğit bir evlat yetiştiren Mürşide Uslu Hanıma ve bütün şehit analarına başsağlığı diliyor, onların bize bıraktığı bu emaneti en iyi şekilde muhafaza edeceğimize dair söz veriyoruz. Ruhları şad, mekânları cennet olsun.