O gün, sabaha karşı yüreğinde büyük bir sıkıntıyla uyandı Derya. Kalbi bir güvercin olmuş, yerinden çıkacak gibi kanat çırpıyordu sanki. “İlhan.” dedi kendi kendine, hemen aldı telefonuna baktı, hiçbir arama yoktu kocasından. Daha sekiz gün önce evlenmişlerdi. Çiçeği burnunda bir gelindi Derya. Kocasının, yirmi sekiz günlük izni yarıda kalmış, tekrar operasyon için göreve çağrılmıştı. Birbirlerine doyamamışlardı bile ama görev beklemezdi. İlhan hemen hazırlanıp, Hakkâri Çukurca’ya gitmişti, Bolu’daki birliği ile beraber. En son dün akşam konuşmuşlardı, “Derya, operasyona çıkacağız, hazır kıta olarak bekliyoruz. Dua et.” demişti kocası ona. Bütün gece dua etmişti Derya ama hâlâ içinin sıkıntısı geçmemişti. Hemen kalktı yatağından. Abdestini alıp, Kuranı Kerim’i aldı eline,tekrar tekrar okudu… Kocasına söz verdiği gibi, bütün dualarını ona yolladı… * Uzman Çavuş olan İlhan, Derya’nın, bu hayattaki en güvendiği liman, tutunacak en kuvvetli dalıydı. Tanıştıkları günden beri birbirlerinin her şeyi olmuşlardı. Hem anası hem babası hem yoldaşı… En büyük hayalleri aynı yastığa baş koyup, bir yuva kurmaktı… Tanıştıklarında ikisi de yolun başındaydı henüz. İlhan, vatani görevini yeni bitirmiş, Türk Silahlı Kuvvetlerinde devam etmek için uzman çavuşluk sınavlarına hazırlanan bir vatan sevdalısıydı. Sonra o kocaman yüreğine bir de Derya’nın sevdası eklenmişti. Önce çok iyi arkadaş olmuşlar, sonra arkadaşlıkları, merhamet ve dostlukla yoğrulmuş çok kuvvetli bir sevgiye dönüşmüştü. Bir gün, Derya’nın gözlerinin içine bakarak; “Mesleğimi elime alır almaz seni dedenden istemeye geleceğim.” demişti. Asker olmak istiyordu İlhan. Çocukluğundan beri en büyük tutkusuydu bu. Asker olup, mesleğini eline alacak ve kimseye yük olmadan, yuvalarını kendi emeğiyle kuracaktı. Çocukluğundan beri öyle biriydi İlhan. Kimseye sıkıntı olmadan, kendi ayakları üzerinde durmayı bilen bir delikanlıydı her zaman. Gerçekten de bir kaç ay sonra, Derya’ya müjdeli haberi vermiş; “Artık bir asker eşi olacaksın, evlilik hazırlıklarına başlayabilirsin.” demişti. Derya’nın yüreğinden rengârenk kelebekler havalanmış, mutluluktan ayakları yerden kesilmişti sanki. Yıllardır hasretini çektiği aileyi kurabileceklerdi artık. İkisinin de en büyük hayaliydi kocaman bir ailelerinin olması. İlhan da çocukları olsun, sıcacık, sevgi dolu bir yuvada büyüsünler, vatana, millete faydalı evlatlar olarak yetişsinler istiyordu. Bunun için hem kendine hem Derya’ya söz vermişti. Onu çok mutlu edecekti.Verdiği her sözü tutardı İlhan. Bu hayatta gördüğü en mert, en namuslu, en dürüst insandı, güvenilirdi. Anne ve baba sevgisinden uzak büyüyen kızlar, hayatları boyunca hep terk edilme korkusuyla yaşarlar. Derya da annesi ve babası ayrıldıktan sonra, dedesinden başka kimseye güvenememişti kolay kolay. İlk kez, İlhan’a aralamıştı yüreğinin kapılarını. İlhan’ın o heybetli duruşu, sıcacık bakışı, sadakati, ailesine ve vatanına olan sevgisi ona güven vermiş; kalbinin anahtarını ona teslim etmişti.Sadece Derya’da değil, mahalleli, arkadaşları, ailesi, kardeşleri, hepsi de çok güvenirdi İlhan’a. Onu tanıyan herkes bilir di, İlhan bir söz verdi mi ucunda ölüm olsa tutardı. Öyle ahde vefa sahibiydi… Kur’anı Kerim’de, “Rüşdüne erinceye kadar yetimin malına,onun yararına olmadıkça el sürmeyin. Ahde vefa gösterin; çünkü ahid sorumluluk doğurur.”(İsra Suresi, 34. Ayet) buyurulduğu gibi, sorumluluklarını bilen ve arkasında duran bir delikanlıydı İlhan. Yapamayacağını düşündüğü bir iş için söz vermez, kimseyi hayal kırıklığına uğratıp, üzmeyi sevmezdi o.Asker olmak için bu kadar çırpıntısının da en büyük nedeni, daha küçücükken köylerindeki bir şehit annesine verdiği sözdü. Kadıncağız, eşini yıllar önce kaybetmiş, oğlunu da terör belası yüzünden vatan toprağına şehit vermişti. Hayatta yapayalnız kalmıştı. O gün, o teyzenin haline çok üzülmüş, her gün yanına gidip, onunla sohbet etmeye, yalnızlığını dindirmeye çalışmıştı İlhan. Sonra ona söz vermişti, “Bir gün ben de asker olup, düşmana yaptıklarının hesabını soracağım. Hem oğlunu onurlandıracağım, hem de senin selamını götüreceğim ona.”Gerçekten o sözünü de tutacaktı İlhan. Önce asker olacak, sonra şehadet şerbetinden tadacaktı ama daha önce Derya’ya verdiği sözü tutmak nasip olacaktı… Ailesiyle birlikte, çiçeklerini, çikolatalarını alıp, Allah’ın emri, Peygamber Efendimizin kavliyle Derya’yı, İlhan’a isteyeceklerdi…Bolu 2. Komando Tugayında görev yapıyordu İlhan. Hakkâri İli Çukurca İlçesinde sınır dışı operasyonlara katılmak için görevliydi. Birkaç günlüğüne izin alıp gelince, aile arasında küçük bir nişan merasimi yapmışlardı. Derya’nın dedeciği, elinde gümüş makasla, genç çiftin kalplerini bir ömür boyu birbirine bağlayacak olan kırmızı kurdeleyi keserken, ikisinin de gözleri parlıyordu ışıl ışıl. Artık kavuşuyorlardı, bir daha hiç ayrılmamak üzere. Nişanın ardından düğün hazırlıkları da başlamıştı. Evlerini tutmuş, hayalini kurdukları o yuva için eşyalarını almaya, yerleştirmeye başlamışlardı bile.Her şeyi omuz omuza verip, beraberce hallediyorlardı. Fazlasında gözleri yoktu ikisinin de. Bir divan, bir masa yeterdi. İlhan, yorgun argın eve gelsin, Derya ona en sevdiği yemekleri yapsın, oturup sohbet etsinler onlara yeterdi. Bütün istedikleri bu kadar cıktı ama takdir neydi kim bilir?Düğün günlerinde, aileleri, akrabaları, bütün sevdikleri yanlarındaydı. Halaylar çekilmiş, şarkılar, türküler söylenmişti. İlhan,Derya’nın dedesinin elini öperken, yaşlı adam, “Kızıma iyi bak.” demişti. İlhan “Merak etme dedem. Torunun önce Allah’a sonra bana emanet, onu pamuklara saracağım, hiç üzmeyeceğim.” demişti. Dedesinin gözleri dolmuş, İlhan’a bir baba şefkatiyle sarılmıştı. O da çok seviyor, çok güveniyordu bu helal süt emmiş delikanlıya. Düğün bitip de evlerine geldiklerinde, gelin ve damat iyi geçinsinler diye, kapısına yağ ve bal sürdükleri o eşikten geçmişlerdi içeri. Bundan sonraki hayatlarının ilk günüydü o gün. Bir kolunun altında ekmek, diğer kolunun altında Kur’anı Kerim vardı İlhan’ın. Bereket, bolluk evlerinden hiç eksik olmasın diye… Gerçekten de ne bereket eksik olacaktı evlerinden, ne bolluk. İlhan’ın şehadeti üzerlerine rahmet olup yağacak, kapıları, onları sevenlerle dolup taşacak, kimse Derya’yı yalnız bırakmayacaktı… İlhan, gitse bile, Rabbimizin melekleri ve elçileriyle karısını korumaya, kollamaya devam edecekti, tıpkı Derya’nın dedesine söz verdiği gibi… * Gün çoktan aydınlanmıştı fakat Derya, farkında bile değildi uyandığından beri geçen zamanın. Tekrar telefonuna baktı. Sabaha karşı yolladığı mesaj hala iletilememişti İlhan’a. Aradı tekrar, yine cevap yoktu… “Ya operasyonda başına birşey geldiyse?” diye düşündü. İçi titredi bir anda, bu son göreve gitmeden, çok değil bir iki gün önce söylediklerini hatırladı kocasının… O akşam Derya, İlhan’ın valizini hazırlıyordu. Ertesi gün yola çıkacaktı. Daha birbirlerine doyamadan, böyle bir anda düğün iznini yarıda kesip gittiği için üzülüyor ama bir yandan da görevi olduğu için bir şey diyemiyordu kocasına. Bu arada İlhan gelmişti yanına, ailesiyle helalleşmeye gidecekti. “Derya.” demişti, “Ben, bu sefer dönmeyeceğim.” Derya’nın elleri titremiş, kanı çekilmişti sanki; “Ne diyorsun İlhan! Döneceksin tabii! Kendini düşünmüyorsan beni düşün. Bensensiz yapamam ki.” diye ağlamıştı. İlhan ise mütevekkil, onun gözyaşlarını silerken, “Yaparsın; insan, insansız yapar da insan vatansız yapamaz asıl! Bu vatana canımız feda!” deyip, karısının alnından öpüp odadan çıkmıştı. Sonra bir an duraksayıp, “Geri gelmezsem, tabutumun üstüne gelinliğinle, gelin çiçeğini bırak olur mu? En mutlu günümüzden, bir hatıra olsun yanımda.” demiş ve gitmişti. Sanki eşi, şehadet haberini ona çoktan vermişti o akşam… *Bunları hatırlayınca, yüreğinde uyandığından beri çırpıp duran o güvercin kanatları, daha da hızlandı Derya’nın. Akşamüstüne kadar evin içinde dört döndü. Hava da kararmaya başlamıştı artık. Bu sırada İlhan’ın kuzeni aradı, “Derya evde misin? Sana çay içmeye geleceğiz. “diye. Derya,“Buyurun tabii.” dedi. Sevinmişti, “Onlar gelince belki biraz dertleşir, sıkıntımı atarım.” diye düşündü… Biraz sonra kapı çalındı. Misafirleri geldi diye hemen kapıya koştu, gülümseyerek açtı… Fakat yüzündeki gülümseme öylece dondu kaldı. Karşısında, İlhan’ın kuzeni değil, halası ve üniformalı bir komutan duruyordu. Durumu anladı Derya. İçinde zelzeleler olmaya, dereler taşmaya, fırtınalar kopmaya başladı. Bu sırada komutan şapkasını çıkardı, tam ağzını açmışken, Derya onun sözlerine tercüman olup, “İlhan… Şehit mi oldu?” dedi. Komutan, saygıyla ve minnetle, “Evet. Eşin, kahramanca savaşıp şehit oldu.” Derya’nın, o an sadece gelinliği ve İlhan’ın düğündeki damatlık giymiş hali gözünün önüne geldi. Sanki sekiz gün öncesinden değil de yıllar öncesinden kalma sararmış, solmuş bir fotoğraf gibi duruyordu hafızasında… Sonra… Sonrası kasırga, tufan… * Yorgun argın görevden gelip de karısının ona en sevdiği yemekleri yapacağı, o güzel divanda oturup, bir demlik çay eşliğinde oturup uzun uzun sohbetler edeceği evinde ancak birkaç gün yaşayabilen İlhan, al bayrağımıza sarılı olarak, silah arkadaşlarının omzunda, Derya Hanımın kendi tabiriyle, “Sevdiğine kavuşmuştu.” nihayet… Ona söz verdiği gibi, gelinliği ve gelin çiçeğini de kabrinin üzerine örtü yaparak, o çok sevdiği vatan toprağına teslim etmişti kocasını. Şimdi Derya Hanım, “Baktığım her çocuğun gülüşünde, evlerde yanan ışıklarda, ülkemin sokaklarında onu görüyorum. İleride bir çocuğa koruyucu aile olma düşüncem var. Eşim adına koruyucu aile olduğum o çocuk, onun hatırasıyla sıcacık bir yuvada büyüsün, vatana, millete faydalı olarak yaşasın istiyorum. Eşimle gurur duyuyorum. Her gün, her saniye, asker eşi “İnsan, insansız yapar da insan vatansız yapamaz asıl. Bu vatana canımız feda!” olmanın, şehit eşi olmanın gururunu, onurunu yaşıyorum.” diyerek, onurla ve gururla devam ediyor Şehit Uzman Çavuş İlhan Sezer’in anılarıyla dolu hayatına. Tıpkı bütün şehit aileleri gibi… Şehit Uzman Çavuş İlhan Sezer de bütün şehitlerimiz gibi, vatanı, milleti ve bayrağı uğruna canını feda etmiş, son nefesini verene dek korkusuzca mücadele etmiştir. Kahraman Türk askerimiz, polisimiz ve kutsal vatanımız için şehadet şerbetinden içmiş bütün aziz şehitlerimize Allah’tan rahmet, yakınlarına ve milletimize sabır diliyoruz. Mekanları cennet, ruhları şad olsun…