Hasan Basri TEK
1988-2016
Şehir: Afyonkarahisar
Doğum Yılı: 10.08.1988
Şehadet Yeri ve Tarihi: Mardin, 19.05.2016
Görevi: Piyade Uzman Çavuş

Hava karanlık. Mayıs gelip, yaz yüzünü gösterdiği için akşamları daha ılık artık Mardin’de. Hasan Basri, üstünde kamuflajı, başında miğferi, bölük arkadaşlarıyla beraber nöbet tuttuğu mevzide bağdaş kurmuş, kumanyasını yiyor. Eli tetikte, gözü karanlıkta karnını doyuruyor. Silah arkadaşlarıyla birlikte, sessiz bir coşkuyla, bir kaç gün önceki operasyonda teröristlerin nasıl korkup kaçtığını, birbirlerine tekrar tekrar anlatıp gururlanıyorlar. Vatana göz dikenlerin cezasını vermeden evine, sıcak yatağına dönmeye niyeti yok hiçbirinin. Hasan Basri, bir süredir görev yaptığı Nusaybin’in kavurucu güneşi, yağmuru, çamuru yüzünden, olduğundan daha büyük gösteriyor. Aslında yüzündeki tozu toprağı temizlese, bayramlıklarını giyse, yine anasının kara gözlü kuzusu, gencecik, sırım gibi delikanlısı… Yüreğinde umutları,hayalleri olan bir fidan. Yine de kendinden büyük ya da küçük bütün silah arkadaşları “ağabey” diye sesleniyor ona. Çünkü her zaman koruyan, sahip çıkan bir tavrı var. Tıpkı evde, kardeşlerine olduğu gibi, kol kanat geriyor herkese. Bir uzman çavuş olarak astlarının bütün sorumluluğunu üstleniyor. Onları analarından emanet aldığı gibi, tırnaklarına taş değmeden sağ salim baba ocağına teslim edebilmeyi boynunun borcu olarak görüyor. Onun için, operasyonlarda hep en önden gidip, iki elini gözünü bile kırpmadan ateşe sokuyor. Öyle gözü kara, öyle cengâver. Canını sakınmadan aldığı her vazifeyi en mükemmel surette başaran bir yiğit. Mardin’deki bir operasyonda Yüzbaşı Alper ile ev aramasına katıldığında hain bir kurşunla yüzbaşı şehit düşünce; Hasan Basri’nin kahramanca çatışarak silah arkadaşını geride bırakmayıp onun naaşıyla binadan çıkışı hala akıllarda mıh gibi duruyor. Öyle kahraman öyle gözü pek bir yiğit…O gece her zamankinden daha sessiz gece, yıldızlar da ay da daha parlak. Operasyona çıkmadan az önce arkadaşı Rıza’ya çektirip, “Mesajla anama yolla bunu” dediği fotoğrafı merak ediyor Hasan Basri; hasretle yolunu gözleyen annesi gördü mü diye? Bir an gözünü kapatıyor; annesinin telefon elinde, gözünden sevinç yaşları akarken fotoğraftaki yüzünü öptüğünü hayal ediyor.Bu sırada bir patlama duyuluyor. Sonra bir patlama daha… Hücum başlıyor. Bölük “Ya Hak!” diyerek gecenin karanlığında gözden kayboluyor. Bir pusuya düşmüş olsalar bile düşmana teslim olmaya hiç niyetleri yok… * Zehra Anne, oğlunu görmeyeli neredeyse yedi ay olmuştu.En son izine geldiğinde sarılabilmişti evladına ama doyamamıştı. Özlemden burnunun direği sızlıyor, odasının önünden geçtikçe yüreği parça parça oluyordu. Tek tesellisi görevinin yakında bitip, geri gelecek olmasıydı fakat zaman bir türlü geçmek bilmiyordu.Zehra Annenin cennet kokulu dört çocuğu vardı ama Hasan Basri’nin yeri bir başkaydı. Beyi öldükten sonra çoluk çocukla bir başına kalan Zehra Ananın en büyük yardımcısıydı o çünkü. Daha küçük yaşta, anasıyla beraber hayatı omuzlamış hem okuyup hem çalışarak kardeşlerine kol kanat germişti. Babalarının yokluğunu bir gün bile hissettirmemişti; ne de olsa kardeşlerine, annesine yokluğunu hissettirmemek çok sevdiği babasının vasiyetiydi Hasan Basri’ye. Kendi babasızlığını unutup, kardeşlerine baba olmuştu.Çok çalışkan bir çocuktu Hasan; öyle ki çalışmaktan elleri, parmakları hep boya içinde kalır, yemeğe otururken yıkar, lakin ellerindeki boyaları tam temizlemezdi. Bunun için hep anneannesinden azar işitirdi. Halbuki bilerek bırakırdı ellerinde ki boyayı küçük Hasan; birileri görsün de “Bu çocuk boyacı, ona iş verelim.” desin diye. Hep iş arar, boş kalamazdı. Çalışır çabalar ama iş para almaya gelince isteyemezdi; hele maddi durumu iyi olmayan birileriyse kıyamaz, “bir çay ısmarlarsın ödeşiriz” deyip konuyu kapatırdı. Emeğini hiç gözü arkada kalmadan hediye ederdi.Gerçek zenginliğin mal çokluğu değil, gönül tokluğu olduğunu çok iyi biliyordu Hasan Basri; hep iyi bir insan olmaya çalışırdı o yüzden. İki tabak aşı varsa, bir tabağını paylaşırdı; en çok da öksüz yetim çocuklarla. Kendi de babasız büyüdüğü için belki hiç kıyamazdı anası babası olmayanlara; onları okutur, üstlerini başlarını alır, ihtiyaçlarını karşılardı. İsmiyle müsemma iyiye güzele dair ne varsa yüzüne yansımıştı Hasan’ın. Herkesin yardımına koşan, kimsenin kalbini kırmayan bir delikanlıydı. Sevgi doluydu. Ailesine, kardeşlerine çok düşkündü. Her gün arardı onları, seslerini duymadan rahat edemezdi. Kazandığını mutlaka onlara yollar, hiçbir eksiklerini bırakmazdı. Önce vatanı, sonra onlar için asker

olmuştu zaten; kardeşlerini okutabilmek, düğünlerini yapabilmek, hiçbir eksiklerini bırakmamak için. Bir gün ailecek televizyonda şehit askerlerle ilgili bir haber izlerlerken, Hasan Basri bir anda, “Ana, ben uzman çavuşluğa başvuracağım” demişti.Annesinin yüreğine inecek gibi olmuştu. Allah biliyordu ya hiç istememişti oğlunun asker olmasını. Hasan Basri, annesinin bulutlanan yüzünden itiraz edeceğini anlamış, onun konuşmasına fırsat bile vermeden gözlerine bakarak, “Gideceğim ana. Vatana hizmet etmek içimde ukdedir. Bir gün bayrağım ve vatanım için kanım dökülecekse, ne mutlu bana!”, demişti.

Gerçekten de gitti. Durduramadı anacağı. Nasıl durdurabilirdi ki? Vatanı uğruna canını bile vermeye hazırdı oğlu.Bunları düşünürken kapı çaldı, “Çocuklardan biridir” diye düşündü, eve dönüş vakitleriydi ne de olsa. Kapıyı açtı Zehra Anne, gerçekten de gelen küçük oğluydu. Oğlu içeri geçip, antrede ayakkabılarını çıkarırken, “Müjdemi isterim anne!” dedi. Zehra Ana heyecanla,“Hayırdır oğlum, ağabeyinden bir haber mi geldi yoksa? Dönüyor muymuş?” diye sordu. Oğlu montunu çıkartıp, kenardaki sandalyeye asarken “Gelecek, az kaldı ama bak, ondan önce resmi geldi” deyip cebinden çıkardığı telefonunu uzattı. Gözleri parladı bir an kadıncağızın, elleri titreyerek aldı. Heyecandan telefonu evirip çevirdikçe, ekran dönüp duruyor, resmi bir türlü göremiyordu, “Başım döndü, durmuyor bu.” dedi, uzattı gerisin geri oğluna. Oğlu, “Düz tut da öyle bak anacığım.” diye tekrar uzattı telefonu. Sonunda görebildi resmi. Hasan’ı, üstünde kamuflajı, elinde silahıyla nasıl da yakışıklı, nasıl da babayiğit duruyordu. Hayran hayran, uzun uzun resme bakarken, küçük oğlu “Dün operasyona çıkmadan önce göndermiş. Internet bitmişti ya göremedim.Şimdi kontör yükleyince geldi.” diye açıklamaya girişmişti ama Zehra Ana, oğlunun söylediklerini duymuyordu bile. Hasan’a bakarken burnunun direği sızlamış, içini özlem dolu bir alev yakıp geçmişti. Sanki oğlu fotoğraftan çıkacak, koşup boynuna sarılacak, “Ne pişirdin bana anacığım” deyip sofraya oturacaktı.Küçük oğlu anasının burulduğunu anlamış, neşelendirmek için, “Bak altına bir de senin için mesaj yazmış abim.” dedi. Tam okuyacakken Zehra Ana bir an kızdı kendisine; Hasan, okuma yazma öğrensin diye ne çok ısrar etmişti halbuki ama dinletememişti yaşlı kadına. Oğlunun yüreğinden kopup gelen kelimeleri kendi başına okuyamadığı için hayıflandı. Hasan Basri, anacığına hiç kıyamazdı; o günden sonra bir daha konusunu açmamıştı bu okuma yazma işinin. Onun yerine her akşam eve geldikten sonra mutlaka Kur’an-ı Kerim okutmaya başlamıştı anacığına. Kendi de okurdu ama anasının yumuşacık sesinden duymak içine işliyordu.Hasan, eğitime önem verdiği kadar dinine ve namazına da

çok bağlı bir delikanlıydı. Beş vakit namazını kılar, orucunu tutar,uhrevi hayatın dünyevi hayattan daha önemli olduğunu bilir, kardeşlerinin de böyle yetişmesi için elinden gelen her şeyi yapardı. Sabah namaza kalktığında mutlaka onları da uyandırır, namaza durmalarını teşvik ederdi. Kur’an-ı Kerim’i öğrenmeleri için kursa bile yazdırmıştı onları. Hatta onları yazdırdığı Kur’an kursunun duvar boyalarının döküldüğünü öğrenmiş, bir koşu malzemelerini alıp boyamaya bile gitmişti. Hem de hiç karşılık beklemeden. Vatani görevini yerine getirirken bile namazlarını hiç aksatmaz, su bulamadığı zorlu şartlarda dahi teyemmüm yaparak yine yaradana sığınırdı. Hatta bir gün annesini arayıp görevdeyken elinde çok az suyunun

kaldığını, suyu içse mi yoksa abdest mi alsa karar veremediğini söylemişti. Bunu soracak kadar dinine, Allah’ına bağlı bir askerdi Hasan Basri.Zehra Ana bunları düşünürken küçük oğlu, “Anacığım daldın gittin.” dedi. Zehra Ana hemen toparlandı, “Yok yok, sen oku” dedi ve oracığa oturdu.Hasan’ın küçük kardeşi abisinin mesajını okumaya başladı; “Anacığım. Görüşmeyeli çok zaman oldu biliyorum. Burnumda tütüyorsunuz hepiniz ama kavuşmamıza az kaldı. Rabbim nasip ederse operasyonu bitirip birkaç güne yanınızda olacağım inşaallah. Allah’a emanet olun.”Zehra Annenin mutluluktan ayakları yerden kesildi. Oğlu iyiydi ve yakında kavuşacaklardı.O kadar rahatlamıştı ki, önce oğlunun boynuna sarıldı sevinçle,sonra da komşularına oğlunun iyi haberini vermek için evden fırladı. Yan komşuya giderken, sokaklarına giriş yapan askeri aracı gördü ileride. Yaşlı kadın bir an oğlunun sürpriz yapıp erken geldiğini düşündü, heveslendi ta ki askeri araç yaklaşıp da evin önünde durana kadar; çünkü araçtan inenlerin arasında Hasan Basri yoktu. Hasan Basri, izne geldiği bir gün, anasını da alıp şehitliğe gitmiş, oradaki kardeşlerine dua etmişti. Neden sonra anneciğine dönüp, “Şehit olup da ay yıldızlı bayrağa sarılı tabutla geri gelirsem, beni tam şuraya gömmek nasip olur mu annem?” diye bir yeri işaret ederek sormuştu. Zehra Anne ne diyeceğini bilememiş, “Allah gecinden versin” diyerek konuyu geçiştirse de o an içine bir ateş düşmüştü. Aynı ateş şimdi yine yanmaya başlamıştı içinde.Anlamıştı Zehra Ana; oğlunun dileği gerçek olmuş, şehadet mertebesine ulaşmıştı. * Hasan Basri’nin, besmeleyle başladığı hayatı kelime-i şehadetle tamamlandı ve hep istediği gibi Bolvadin şehitliğinde işaret ettiği yere defnedildi. Bir pusuya düşse bile son nefesine kadar teslim olmadan hem milletini, hem ruhunu, hem de ailesini şereflendiren ve cennet katındaki yerine intikal eden şehidimiz

Hasan Basri’ye ve bütün şehitlerimize Cenab-ı Hak’tan rahmet diliyoruz. Bu vatanın Uzman

Çavuş Hasan Basri gibi yürekli evlatları sayesinde, al bayrağımız hep dalgalanacaktır! Rabbimizin mağfiret ve rahmeti onların üzerine olsun.