O gün, anneler günüydü. Çocuklar, köylerde, kasabalarda, şehirlerde cennet kokulu analarının ellerini öpmeye, gönüllerini almaya uyanmıştı. Analar heyecanlıydı, mutluydu evlatlarını kapılarda karşılarken. Bir tek şehit anneleri yüreğinde buruk bir sevinç taşıyordu o gün, her gün olduğu gibi… Çünkü onların elini öpüp, gönlünü alacağı, bir dal çiçekle yüzünü güldüreceği evlatları, vatan toprağına emanetti artık. Onlar gelemezdi belki ama şehit anaları giderdi evlatlarının baş ucuna. Elinde çiçekleri, dudaklarında dualarıyla… * Güven Kurtulmuş’un annesi de bir şehit annesiydi… Elinde Kur’anı Kerim, üzüntüden bembeyaz olmuş saçları ve yüzündeki derin çizgileriyle oğlunun başucundaydı yine. Dün olduğu ve yarın da olacağı gibi… Dualar okuyordu oğlunun aziz ruhuna değsin diye… “Allah’ım! Gencecik bedenlerini vatanlarına siper eden, canlarını dinü devlet, mülkü millet uğrunda feda eden, istiklal ve istikbalimiz uğrunda ruhunu sana armağan eden şehitlerimizin ayrılık hüznü ile sana yalvarıyoruz. Ellerimizi boş çevirme Ya Rabbim…” diyerek başladı duasına. Biliyordu Güven’in annesi, oğlunun yeri cennetti artık. Öpemiyordu belki anasının elini ama evladının sanki o en güzel menekşelerden de güzel kokan nefesini duyuyordu ta yüreğinde. Artık ona hasretini, kabrinin başında dindirmek zorundaydı, bütün şehit anaları gibi. Oğlunun gururunu omuzlarında, ızdırabını ise yüreğinin derininde taşıyacaktı bundan böyle. Aslında şehit anaları için her gün analar günü, her gün oğullarının doğum günüydü…Şehit olmuştu ama her gün tekrar doğuyordu şehadete yürüyen bir evlat. Çünkü her an, her saniye aklında, fikrinde doğuruyordu şehit anası evladını… Bebekliğinden itibaren yaşanan ne kadar anı varsa, çocukluğundan, mezuniyetine, ilk sevdalarından, askerliğine kadar an be an hatırlıyordu… En iyi hatırladığı da onbaşı olup da kutlu asker ocağına giderken, “Oğlunla gurur duyacaksın ana. Bir dahaki gelişimde şehit olarak gireceğim bu kapıdan. Sen de ömrün boyunca bu gururu taşıyacaksın yüreğinde…” deyip de elini öptüğü ve baba ocağının kapısından son kez çıktığı o gündü, hiç unutmuyordu ana yüreği o anı. Tekrar ve tekrar yaşıyordu aklında… İşte belki de bu yüzden şehitler ölmüyordu. Her gün yeniden doğuyordu onlar. Çiçekler dalından koparılınca bozulurdu, solup giderdi ama bir şehit kökünden dahi koparılsa solmuyor, hep aynı tazelikte ve dirilikte yaşamaya devam ediyordu, anneciğinin ve milletinin sırça yüreğinde… Cesurdu bütün şehit anaları gibi Güven’in anası da. Fedakâr dı. Alışmıştı oğlunun, vatan uğ runa, hep uzaklarda olmasına. Evladının sadece izinlerde yüzünü görmeye, bazen de fırsat buldukça sesini duymaya… Oysa ne çok düşkünlerdi ana oğul birbirlerine. Hele Güven, anasının üzerine titrer, her derdine koşar, çare olmaya çalışırdı. Hastalanınca anası, daha çocukken bile, o küçücük, çelimsiz haliyle sırtında hastanelere taşırdı. Anasız büyüyen çocuklara çok acırdı hep. “Allah seni başımdan eksik etmesin cennet kokulum.” derdi her fırsatta anneciğinin ellerini, yüzünü öperek. Ana gibi yar olmazdı ne de olsa, bunu iyi biliyordu Güven. Ne zaman bir öksüz görse, annesinin dizlerine başını koyar, “Neyse ki ben şanslıyım. Senden önce gideceğim, senin acını yaşamayacağım.” derdi hep. Annesi kızardı o böyle söyleyince. “Allah sıralı ölüm versin.” derdi. “Sen daha köklerini salacaksın, bahar yağmurlarıyla büyüyüp serpileceksin. Meyve vereceksin… Bense kocadım iyice. Yapraklarımı döküyorum artık… Sıra benimdir.” Anası böyle deyince, “Sen hepimizi cebinden çıkartırsın ana.” der gülerdi… O gülünce güller açar, gönlü şenlenirdi annesinin ama şimdi solmuştu o güller, şenlenen gönlünün bütün neşesi yitip gitmiş, buz gibi kalmıştı. Sesini bile duyamaz olmuştu artık biricik evladının… Keşke diyordu, sağ olsaydı da yine hep uzakta olsaydı… En azından sesini duyardı ara sıra. * İdlib’teyken, oğluyla konuşabilmek, onun yüzünü görebilmek için gitmiş, o akıllı telefonların ucuzundan bir tane almıştı; kefen parası diye kenara koyduklarıyla. Oğlundan kıymetli değildi ya onun kefeni… Feda olsundu evladı için. Telefon elindeydi artık ama bu defa da kullanmayı becerememişti. Köyün çocuklarından, torunlarından öğrenmişti nasıl açacağını, nasıl konuşacağını. Sonunda başarmış, görmüştü oğlunun yüzünü. O merhametli, vicdanlı, yiğit oğlu tam karşısındaydı işte. Beyaz bir camın arkasında olsa bile… Son konuşmalarında, ne güzel bakmıştı gözlerine öyle, okyanusları kıskandıran, boncuk mavisi gözleriyle. Mutluydu, gururluydu o gözler her zamanki gibi. Vatanı için çarpışıyordu çünkü. Nasıl gurur duymasındı ki? Gelgelelim o sefer, başka bir heyecan daha vardı gözlerinde. Başka bir ışık. Fazla uzatmayıp vermişti müjdeyi annesine; baba oluyor du. Karısı dört aylık hamileydi.Nihayet anacığı, oğlunun evladını, torununu kucağına alacaktı… Pek sevinmişti annesi. Büyümüş de baba mı olacaktı şimdi bir de güzel gözlü oğlu? Daha dün gibi aklındaydı halbuki, “Ana ben evleneceğim.” dediği gün. Hani, bir güvercin getirmişti avuçları arasında eve; “Bak anne”, demişti, “Güvercinin boynundaki şu halka halka tüylere aşk zinciri dermiş eskiler, ölünceye kadar silinmezmiş boynundan. Ben de böyle silinmeyecek bir aşka düştüm. Ay yüzlü, melek kalpli bir kızı sevdim. Sen de uygun görürsen, evlenmek isterim.” Uygun görmüştü elbet anası, oğlu mutluydu, hiç görmediği kadar… Çok değil, daha altı ay evvel düğünlerini yapmışlardı birbirine sevdalı bu iki güvercinin… Ne güzeldi, ne çok eğlenmişlerdi düğün günlerinde. Fakat kır çiçekleri açacakken, ayaklarının altında, kan çiçekleri açmıştı… * Bunları düşünürken, oğlunun mezar taşında yazanları okumuştu tekrar yaşlı kadın…“Güven Kurtulmuş, 01.07.199727.02.2020” yazıyordu. Okuyabiliyordu artık Güven’in çok sevdiği anası; sırf oğluna söz verdi diye sökmüştü okumayı, yazmayı da. Giderken, “İdlib’ten geri dönünce kontrol edeceğim okuyup okuyamadığını. Ona göre iyice belle bu işi.” demişti Güven. Önce istememişti annesi, beceremem sanmıştı ama biliyordu, yine onu düşünüyordu oğlu. Bir gün, şehadete erer de anacığının yanında olamazsa, hastaneye, muhtara, bakkala oraya buraya gittiğinde, zorda kalmasın, kendi işini kendi görebilsin istiyordu. Veresiye defterini önüne koydu mu bakkal, okuyabilsin, borcu ne, bilsin istiyordu. Hayat gailesinden, çocuklarını büyütmekten, hayatını yollarına feda etmekten okumaya vakti olmamıştı ya, şimdi okusun istiyordu anacığı. Öyle düşünceli, öyle vefalı bir evlattı işte Güven. Gurur duyuyor du onunla. Nasıl duymasındı ki.Herkes çok severdi Güven’i.Bütün köy parmakla gösterirdi. Verdiği sözü tutar, hiç yalan söylemez, kimseye ihanet etmezdi. Adı gibi güvenilir, adı gibi sadıktı. Hele vatan söz konusu olunca, akan sular dururdu. O yüzden gitmişti İdlib’e de. O yüzden gönüllü yazdırmıştı adını. Devletini, milletini yalnız bırakmamak ve komşu topraklarda umudunu yitirmiş çocuklara, analara, bacılara umut olmak için… Ailelerin çektiği bütün o zorlukları gidermek ve sıcak bir kap yemek bulmalarını kolaylaştırmak için. Ağırdı sorumluluğu, zordu görevi ama hiç isyan etmemişti, bir gün olsun “Of!” dememişti…Anası, incecik, dal gibi bir fidan olan oğlu bilmediği memleketlerde savrulmasın diye, “Gitme.” dese de Güven, “Türk askeri savaştan kaçmaz ana” deyip gitmişti. Allah nazarında en büyük günahlardan biri olduğunu biliyordu çünkü savaştan kaçmanın. Bu yüzden, korkusuzca gitmiş ve oradan dönüşüyle, askere gitmekten korkanlara, çekinenlere, kendi yolunca, yordamınca büyük bir ders vermişti. Binler, on binler karşılamıştı onu dönüşünde, eller üstünde taşınarak gelmişti vatan toprağına. Bir kahraman olarak gitmiş, bin kahraman olarak dönmüştü…*O gün, yine yardım götür mek ve komşu halkı korumak için yola çıkmışlardı silah arkadaşlarıyla beraber, cesaretle ve görev azmiyle. Fakat Suriye Rejim unsurları tarafından gerçekleştirilen yoğun hava ve toplu havan saldırıları sonucu şehadete ermişti Güven, kendi gibi pırıl pırıl, fidan gibi arkadaşlarıyla beraber, İdlib’e. Tıpkı gitmeden evvel anacığına söylediği gibi, al bayrağımıza sarılı tabutuyla girmişti baba ocağının kapısından bu defa. *Güven’in anası da bütün şehit anaları gibi, “Evladımı erken aldı Rabbim diye.” isyan etmeyip, “Çok sevdi de cennetine kabul etti.” diye ağlamıştı tabutunun başında oğlu geldiğinde. Çünkü biliyordu, şehitlerin cenneti o gittiği yüce makamdaydı… Şehit annesiydi o. Yüreği öyle bir kanardı ki, hiçbir merhem iyileştiremezdi ama dimdik dururdu yine de. Şehidine layık olmaya çalışırdı. Çünkü söz vermişti şehit annesi evladına, ağlamayacaktı, orta yerde ağlayıp düşmanı ona güldürmeyecekti. Onun bıraktığı yerden devam edecekti. Onu yetiştirdiği gibi başka yiğitler de yetiştirecekti… Mesela torunlarını ve kimsesiz çocukları… Güven gitmişti belki ama binler doğmuştu o topraklarda, Güven kadar cesur, Güven kadar yiğit. Şimdi binlerce yiğidin anasıydı şehidimizin anası. Gözünden yaşlar akarak şükretmişti Rabbine, oğlunun kabrinin başında, şehit anası olmayı ona nasip etti diye; “Hamdolsun” demişti… “Hamdolsun.” Şair Ziya Gökalp’in dizelerindeki gibi; “Uyu yavrum, uyanacak günler var, Yarınları gözetleyen dünler var. Baban şehit izlerinde ünler var. O izlerde sen de dolaş, ninni, Öç gününe tezce ulaş, ninni.”Şehidimiz Onbaşı Güven Kurtulmuş da dedelerinin, atalarının izlerinde dolaşarak, öç gününe tezce ulaşmış ve ay yıldızlığı bayrağımızın uğruna hiçbir fedakâr lıktan kaçınmayarak şehadete ermiştir.Onun gibi, Korkusuzca düşmana karşı gelen bütün şehitlerimize Allah’tan rahmet, başta gül kokulu, mübarek analarına olmak üzere, bütün yakınlarına ve milletimize başsağlığı diliyoruz. Aziz Şehidimizin yattığı yer nur olsun. Allah şehitlerimizden razı olsun.