Erdal TEKECİ
1989-2016
Şehir: Çorum
Doğum Yılı: 01.04.1989
Şehadet Yeri ve Tarihi: Hakkari, 22.09.2016
Görevi: Piyade Uzman Çavuş

Telefon uzun uzun çaldı. Filiz Ana, çalan telefonu açmak yerine gözlerini dikmiş öylece bakıyordu. Son birkaç aydır ne zaman telefon çalsa, oğlu Erdal’ın şehadet haberini aldığı o ana dönüyor, böyle donup kalıyordu. Biricik oğlu, Uzman Çavuş Erdal Tekeci, Hakkari’de teröristlerle girdiği çatışmada arkadaşları ve vatanı için aldığı vazifeyi canını sakınmadan en mükemmel şekilde yerine getirebilmek için kendini feda ederek, şehitlik mertebesine ulaşmıştı. Beyi Eyyup ile beraber, aylar dır böyle baş başa kalmışlardı. Biricik oğullarının sesinin duyulmadığı, eşyalara kokusunun sinmediği bir hayatı yaşamaya çalışıyorlardı. Telefon hâlâ çalarken, Erdal’ın babası Eyyup Bey, içeriden gelip ahizeyi kaldırdı. Taziye için arayan birileri diye düşünmüştü. Günlerdir telefonları hiç susmamış, devlet büyükleri, eş, dost, akraba onları hiç yalnız bırakmamıştı çok şükür. Erdal, bütün diğer şehitlerimiz gibi Türkiye’nin oğlu olmuştu. Gelişi gibi, gidişi de bereketli olmuştu Erdal’ın. On aylık doğduğu için herkesi merakta bırakan bu iri yarı bebeği görmek için haftalarca kapılarından eksik olmayan kalabalık, onu sonsuzluğa uğurladıkları cenazesinde de yanındaydı, hem de binler, on binler olarak. Eyyup Bey, elindeki ahizeye, “Alo, buyurun.” dedi. Telefonun diğer ucunda Erdal’a vefa borcu olduğunu söyleyen bir asker arkadaşı vardı. Evladını yitiren babaya başsağlığı diledikten sonra, Erdal’ın ateş altında bile ne kadar sakin ve vakur olduğunu, kendini hiç sakınmadan, teröristlerin gizlendiği meskun mahale girecek kadar gözü kara bir asker olduğunu anlattı uzun uzun. O üstlerine karşı hürmetkâr, silah arkadaşlarına karşı ise fedakâr dı her zaman. Adamcağız, oğlunun kahramanlıklarını bir kez daha dinleyince, gözleri doldu. Çocukluğunda da böyle kadirşinas, sessiz, sakin, ağır başlı ama sevdiklerine yönelen bir tehdit karşısında hep aslan yürekliydi Erdal. Haksızlığa hiç gelemez, hep mazlumun yanında yer alır, gördüğü bir haksızlığa karşı tepkisini muhakkak koyardı. Hele ki ailesine bir zarar gelecek olsa, kartal gibi kanatlarını siper eder, onları korumak uğruna canını hiçe sayardı. Hep çok çalışkandı Erdal. Daha beşinci sınıfa giderken, harçlığını çıkarmak için evdekilere söylemeden iş bulup çalışmaya başlamış, sonra ilk yevmiyesiyle eli kolu erzak dolu olarak eve gelmişti. Anası sever diye bir kutu o kırmızı gofretlerden, babası için de bir kangal sucuk almıştı en iyisinden. Yaşından hep daha olgun bir çocuktu Erdal, büyüğüne küçüğüne saygılıydı. Okul hayatında da öğretmenlerine ve arkadaşlarına karşı saygıda kusur etmezdi. Vatansever yönü daha o yıllarda filizlenmeye başlamıştı. Hep, “asker olacağım” derdi babasına küçüklüğünden beri. Lisedeki en son resim ödevinde bile, kendisini elinde Türk Bayrağı ile düşmana galip gelmiş bir asker olarak resmetmişti. Milletine faydalı biri olmak, annesinin babasının emeklerinin karşılığını vatanına hizmet ederek vermek istiyordu. Annesinin üniversite hayalini bilen Erdal, anacığı mutlu olsun diye Tokat’ta bankacılık okumuştu önce. Onca maddi sıkıntıya rağmen, kendisinden daha zor şartlarda okuyan arkadaşlarına hep destek olmuş, kendi erzakını da paylaşmıştı. Kimsenin hakkı kimseye geçsin istemezdi. İş hayatında da bu özelliği devam etti. Çalışkanlığıyla amirlerinin sevgisini hemen kazanmış, gece gündüz çalışarak, büyük başarılara imza atmıştı. Bir defasında hesaplardaki önemli bir açığı ortaya çıkarmış, müdürü onu ödüllendirmişti. Lakin o ödül, Erdal için ceza olmuştu adeta. Çünkü bulduğu o açık, niyeti o olmasa da başka bir arkadaşının resmi olmayan işler yaptığını ortaya çıkarmıştı. Çoluğu çocuğu olan birinin, onun yüzünden işsiz kalma ihtimali, vicdanını o kadar rahatsız etmişti ki işinden istifa etmişti Erdal. Zaten içindeki askerlik ateşi her gün daha fazla harlanıyordu. Vatani görevini yapmak üzere peygamber ocağına gittiğinde, oraya ait olduğunu anlamıştı. Çavuşluk sınavlarına girerek, askeriyede kaldı. Sonuçlar açıklandıktan sonra Isparta’da eğitime çağrılan Erdal, yiğit bir asker olacağının ilk ipuçlarını orada vermeye başlamıştı. İyi bir evlat olduğu kadar, iyi de bir asker olacaktı artık. Erdal’ın babasının gözlerinden, oğlunun çocukluğu, gençliği hızla akıp giderken ahizenin öteki tarafındaki sesle irkildi; “Eyyup Amca, orada mısın?” Eyyup Bey, toparlandı hemen, “Buradayım oğul, söyle.” Erdal’ın arkadaşı, “İznin olursa bir de Erdal’ın anacığının sesini duyayım, ona söyleyeceklerim var.” dedi. Erdal’ın babası, “Hemen veriyorum oğlum. Allah razı olsun.” deyip telefonu hanımına uzattı. Filiz Ana, elleri titreyerek telefonu alırken, sanki telefondaki ses oğlundan bir haber verecekmiş gibi hissetti; “Erdal revire kaldırıldı ama durumu iyi. Size selamı var. Toparlasın, bir kaç güne izne gelecek.” diye bir müjde verecekmiş gibi hayallendi fakat oğlunun silah arkadaşı, gür sesiyle başka bir müjde vermeye hazırlanıyordu; bir oğlu olacağı müjdesini vermeye… Erdal’ın, kendi oğluna koyacağı ismi vermek istiyordu evladına, şehidimizin anısı oğlunda yaşasın diye. Filiz Ana, ne diyeceğini bilemedi bir an. Gözünden yaşlar boşanırken hatırladı. Oğlu, evlilik iznine çıktığında hemen şuracıktaki balkonda uzun uzun konuşmuşlardı bir gece. Erdal, hanımı Nezire’ye, “Sen git yat Nezire’m, ben annemle balkonda oturacağım biraz.” demişti. Ilık bir yaz gecesiydi, yıldızlar tutabilecekleri kadar yakındı. Nezire, ikisini yalnız bıraktıktan sonra, Erdal annesine hayallerini anlatmıştı saatlerce. Anasını hacca götüreceğini, bir araba alacağını, onlara bir torun vereceğini, adını da Hz. Eyyûb gibi, sarsılmaz bir imana sahip olsun ve onun gibi sabrıyla övülsün diye babasının da adı olan Eyyup koyacağını anlatmıştı. Filiz Ana, çok iyi hatırlıyordu bu konuşmayı. Kelimesi kelimesine aklına kazınmıştı. Elindeki ahizeyi sımsıkı kavramışken “Eyyup.” dedi “Babasının adını verecekti doğacak çocuğuna oğlum.” Baba Eyyup, bunu ilk defa duyuyordu. Burnunun direği sızladı o anda. Nasıl vefakâr bir oğuldu Erdal. Keşke şimdi yanında olabilseydi. Kucağında torunuyla el öpmeye gelebilseydi. Sonra torunu büyüyüp babası gibi zafer için ant içen ve takatinin son haddine kadar düşmanla çarpışan bir koç yiğit olsaydı. Bu sırada Filiz Ana telefonu kapatmış, kendini koltuğa bırakmıştı. “Bey” dedi. “Erdal bir şey daha söylemişti o akşam balkonda.” Eyyup Baba, “Ne?” diye sordu merakla, hanımının gözlerinin içine bakarak. Filiz Ana, “Rüyasında şehit olduğunu söylemişti bana.” Dün gibi hatırlıyordu kadıncağız. Erdal, o balkonda, bir gece önce gördüğü rüyasını bir çırpıda anlatıvermişti annesine. Filiz Ana ne diyeceğini bilememiş, her ne kadar en yüksek mertebe olsa da oğlunu kaybetme fikri canını yakmıştı. Sözüne devam etmesini istememiş, eliyle oğlunun ağzını kapatmıştı sussun diye ama Erdal anlatmaya devam etmişti, “Dinle anam. Bunlar gerçek, bırak dökeyim içimdekini.”diye… Filiz Ana başını sallamış, o andan itibaren sözünü hiç kesmeden dinlemişti oğlunu. “Üzülme sakın, korkma da. Şehit olmak Türk askeri için hasrettir, sıladır. Şehadetle Allah’ımıza kavuşacağımız gün için nefes alıyoruz biz, o gün için yaşıyoruz anacığım.” Bu sözler üzerine Filiz Ana, gözyaşlarına daha fazla engel olamamıştı. Dudakları titreyerek ağlarken, oğlu onun elini tutup, “Sana vasiyetimdir ana,eğer şehit olursam resmi tören yapmayın arkamdan. O törenlerde soğuk, sıcak, yağmur, kar demeden tüm kardeşlerim saatlerce beklemek zorunda kalıyor. Annenin, babanın acısı onların da canlarını yakıyor.Buna dayanmak çok zor. Bu yüzden sen de sakın ağlama arkamdan, kendini harap etme.” demişti. Kadıncağız gözündeki yaşları silerken başını sallamıştı. Erdal, “Nezire daha çok genç” diye devam etmişti. “Tek başına bırakma onu, destek ol. Hediye aldığım muhabbet kuşlarına iyi baksın. Biz ayrı düşsek de onlar ayrı düşmesin. Ha bir de unutmadan, beni anneannemin yanına, Ulu Mezarlığa yerleştirin. Senden uzak kalmayayım. Şehitliğe gidip gelmen zor olur, özlerim sonra…” derken, Filiz Ana daha fazla tutamayıp kendini, oğlunun boynuna sarılmış, gözyaşları sel olmuştu ama acıdan değil, mutluluktan, gururdan. Filiz Ana “Sen ne güzel bir evlatsın, iyi ki Rabbim seni bana vermiş,” diyor du ağlarken, “iyi ki…”Erdal, son görev yeri olan Hakkâri’ye gitmeden önce anacığı cebine Cevşen’ülKebir’i iğnelemişti. Zırh olup onu korusun diye. Aynı gün Erdal, az bir zaman sonra onların safında yer alacağını, belki de evine al bayraklı tabut içinde döneceğini hissederek Çorum Şehitliğini ziyaret etmişti eşi Nezire’yle beraber. Dualar okuyarak görevini yerine getirmişti. Nezire, “Döndüğünde şehitliğe oğlumuzla gelmek de nasip olacak inşaallah.” demişti, Erdal’sa buruk bir şekilde gülümseyerek, hasretle karısına bakmıştı, sanki bir daha o sureti göremeyeceğini bilir gibi… 22.07.2016 tarihinde Erdal, vatan sevgisi ve görev bilinciyle Hakkari Çukurca bölgesindeki bölücü terör örgütü elemanlarıyla girilen silahlı çatışmada ağır yaralanarak Gülhane Eğitim Araştırma Hastanesine sevk edilmişti. Oğluna doyamayan Filiz Ana, hıçkırıklarla, “Daha birlikte Hacca gideceğiz yavrum, kurban olayım gitme.” diye çok seslenmişti ona hastane koridorunda ama Erdal, ait olduğu yere, Peygamber Efendimizin yanına komşu gitmişti. O imanlı, vatana ve millete hizmet aşkıyla dolu yiğit, son nefesini bir mümin olarak vererek şehadet şerbetinden tadarken yine de geride bıraktıklarına verdiği sözleri tutmaya devam etmişti. Annesiyle beraber gidememişti belki ama şehadet mertebesine ulaşarak annesinin kutsal toprakları ziyaretine vesile olmuştu. Yiğidimiz Uzman Çavuş Erdal Tekeci gibi, onlarca cephede, yedi düvelle mücadele eden, vatan toprağını her türlü ihanete karşı koruyan,üniforması ve cesaretiyle, düşmana karşı canını siper eden bütün kahraman şehitlerimize minnettarız. Onların hatırasını canlı tutmak hepimizin en asil görevidir. Vatan sağ olsun!