Enes SARIASLAN
1994-2018
Şehir: Adıyaman
Doğum Yılı: 21.04.1994
Şehadet Yeri ve Tarihi: Afrin, 10.02.2018
Görevi: Piyade Uzman Çavuş

İmam Sarıaslan, o gece bir sıkıntıyla uyandı uykusundan.Sanki yüreği yangın yeri gibiydi. Hanımı Fatma Ana, biraz açılsın diye yanlarındaki sürahiden bir bardak su verse de içi bir türlü soğumamıştı adamcağızın. Kalktı, uykusu iyice kaçmıştı. Bahçeye çıktı, yıldızlara baktı. Oğlu, Piyade Uzman Çavuş Enes Sarıaslan’ın, Zeytin Dalı Harekatı için Afrin’e gidişinin 21. gecesiydi bu. Göreve gitmeden önceki son gece tam burada beraber durmuşlar, aynı göğe, aynı yıldızlara birlikte bakmışlardı. Enes, gözlerini gökyüzünden hiç ayırmadan, “Biliyor musun baba?” demişti “ay ve yıldızlar niye parlarmış böyle?” Babası “Niye?” diye sormuştu sahici bir merakla, Enes, “Çatışma gecelerinde, o katran gibi karanlıkta Mehmetçiği korumak, kollamak için…” demişti. Babası buruk bir gülümsemeyle bakmıştı oğluna. Üç yıldır çakı gibi askerdi Enes. Uzman Çavuş olarak görev yaptığı Bitlis İli Tatvan Komando Taburundan yeni gelmişti. Görevi süresince hastalansa dahi, tek bir gün bile rapor almamıştı Enes. Oysa bel ağrılarından şikayetçiydi bir süredir. Başlarda, dağlarda ve soğukta yatmaktan tutuldu, geçer diye düşünürken, ağrıları artık dayanılmaz bir hal alınca annesi Fatma Hanım kıyamayıp, “Oğlum birkaç gün rapor al, bir doktora görün.” demişti. Enes, “Vatan nöbeti beklemez ana. Hem arkadaşlarımı yalnız bırakamam.”diye ertelemişti hep. Bel ağrısından başka, kışın bir de donma tehlikesi geçirmişti Enes ama üzülürler, korkarlar diye ailesine duyurmamıştı bile. Daha sonra ailesi, oğullarının ziyaretine gittiğinde arkadaşları anlatmıştı; meğer o gün ölümden dönmüştü Enes. Ambulansla hastaneye zor yetiştirmişlerdi Enes’i. Annesi bunları duyduğunda, oğlunu alıp eve geri götürmek istemişti. Çok korkmuştu onu kaybetmekten. Ne de olsa bağı, bahçeyi severdi Enes. Böyle dağda, tepede, soğukta, düşmanın yanında ne işi vardı şimdi? Beyine bunları söylediğinde İmam Bey, hanımına şöyle bir bakıp, onlara çay almak için kantine giden oğullarını işaret ederek; “Şu haline bir bak.” demişti “Nasıl da parlıyor gözleri. Nasıl cesur, nasıl onurlu, nasıl yiğit duruyor üniformasının içinde. Aslanlar gibi. Bizim oğlumuz vatana hizmet etmek için doğmuş hanım. Vatan aşkıyla doğmuş. Bırak aşkının peşinden gitsin.”Bu sırada Enes, bu konuşmalardan habersiz, dumanı üstündeki çayları getirmişti plastik tepside. Gururla ve heyecanla teröristlere yaptıkları baskınları, onlara dağları nasıl dar ettiklerini anlatırken, annesi uzun uzun izlemişti oğlunu ve hak vermişti kocasının sözlerine. Ana olarak hasretti yavrusuna ama doğurduğu bu aslan parçası, kanının son damlasına kadar vatan nöbetindeydi, terörü bitirene kadarda asla vazgeçmeyecekti. Çaylar bitmiş, veda vakti gelmişti.Oğullarını bırakıp memleketlerine dönmüşler ama kalplerinin bir parçası Enes’in yanında kalmıştı. O gün bugündür de onun dönüşünü bekliyorlardı hasretle. İmam Baba, bunları düşünürken, yıldızlar gökyüzünden silinmeye, sabah ezanı okunmaya başlamıştı bile. Bu sırada Fatma Ana, Enes’in ilk maaşıyla babacığına hediye aldığı keçe yeleği getirip, adamcağızın sırtına koymuştu, üşümesin diye.Derdini biliyordu kocasının. İki gündür Enes’ten tek bir haber gelmemişti. Babasıyla son konuşmalarında birkaç defa üst üste, “Hakkını helal et babam.”demişti ya, ikisi de huylanmıştı bu sözden. Akıllarına getirmek istemiyorlardı ama oğullarına bir şey olmasından korkuyorlardı işte. Babası biliyordu; babayiğit çocuktu Enes. Tatvan’daki komutanı anlatmıştı. Daha aşağıda görev hazırlığı yapılırken, oğulları en tepeye ulaşıverirmiş o dik kayalıklardan. Öylesine güçlü kuvvetli bir delikanlıydı ama namerdin sinsi kurşunu nereden gelecek belli olmazdı ki. Her akşam, şehit haberlerini duydukça televizyonda, yanan kalbi dahada harlanıyordu.Derin bir “of”çekmişken, hanımının, “Çay hazır.” diyen sesi duyuldu içeriden.Kahvaltıya oturdular. İkisinde de yiyecek hal yoktu. Gözleri telefonda öylece beklediler bir süre. *Enes ve babası iki arkadaş gibiydiler. Ara sıra durduk yere gelir babasına sarılır, güreşir gibi yapardı. Anasını kucaklar, etrafında çevirir, şakalaşırdı.Sonra ellerini öper, hayır dualarını alır, işlerine yardım etmek için koştururdu. Varını yoğunu ailesine adamıştı. İmam Bey, civar köylerde yevmiyecilik yaparak, bir göz odada büyütmüştü çocuklarını. Enes, daha ufacıkken, okuldan çıktığı gibi soluğu babasının yanında alırdı. Bilirdi onları okutmak, yetiştirmek için babasının ne kadar çok çalışıp, didindiğini. Kıyamazdı hiç. Babasının işi nerede olursa olsun koşar gelir, onunla beraber çift sürer, kazma yapardı daha az yorulsun diye. Babası ise oğlunun sıcağın alnında kendini perişan etmesini istemez, “Git ödevlerine bak sen. Ben hallederim işleri” dese de dinletemezdi. Enes, yaz, kış, yağmur,çamur demeden gelir, yardım ederdi babacığına. Çok severdi çalışmayı, yorulmak nedir bilmezdi. Bağa, bahçeye de bir o kadar düşkündü. Derslerden fırsat buldukça, ne bulursa ekip biçerdi. Gaziantep’e de o yüzden gitmek istemişti. “Orada daha çok imkân var, biz abimle çalışırken, babam bağa, bahçeye bakar, anam da yemeğimizi yapar, çamaşırımızı yıkar, daha rahat yaşarız.” diye bütün aileyi Adıyaman’dan Gaziantep’e taşımış, yeni bir düzen kurmalarına vesile olmuştu. Ailesinin geçimine destek olmak için, canla başla çalışırken, içindeki askerlikateşi ise hiç küllenmemişti. Vakti gelip, vatani görevini yapmak üzere Peygamber ocağına gittiğinde, komando olmak istemişti. Zaten ta ortaokuldan beri hayali komandoluktu. Devamlı şehit olmaktan bahsediyor, annesi, “Bırakmam seni.” diye karşı çıkınca da şakaya vurarak,“Ne güzel işte. Şehit anası olacaksın sen de gurur duyacaksın oğlunla.” diye ona sarılıp, öpüp kokluyor, ufak ufak alıştırmaya çalışıyordu sanki şehadetine. *Enes’in anasıyla babası, sofrada oturmaya devam ederken,telefon hâlâ çalmamıştı. Neden sonra, oğlunun Afrin’e gittikleri gün, helikopterdeyken televizyona verdiği röportajı hatırladı İmam Baba. Oğlunun, kanlı canlı gördüğü son görüntüsüydü bu.Enes, arkadaşlarıyla beraber kutsal vatan topraklarının bölünmez bütünlüğü uğruna şehadeti göze alarak yola revan olmuştu.Gözünü kırpmadan, şehadete yürüyen birer kahramandı her biri. Öyle yiğit, öyle cesurlardı ki “Biz, ölüme değil düğüne gidiyoruz.” demişti içlerinden bir tanesi coşkuyla, hemen arkasındaki Enes de onaylamıştı silah arkadaşını. Sonra kendisine uzatılan mikrofona, “Tüm Türkiye’ye selam olsun. Allah’ın izniyle Afrin’e girip, mazlumların duasını alıp döneceğiz. Yüce Rabbim büyük. Buradan aileme, arkadaşlara, herkese çok çok selam olsun.” diye vermişti mesajını. Hâlâ babasının kulaklarında yankılanıyordu oğlunun bu son sözleri. Oğlu ve silah arkadaşları,ülkemizi tehdit etme cüreti gösteren teröristlerden Afrin’i temizleyip döneceklerdi inşaallah. Ailesine çok düşkündü Enes ama arkadaşlarını da hiç ihmal etmezdi. Zaten eşinin dostunun derdiyle dertlenir, herkesin yardımına koşar, kimseyi kırmamaya, üzmemeye çalışırdı. İzne geldiğinde arkadaşlarıyla gezmeye bayılırdı. Kışlaya geri dönmeden önce biraz şarj ederdi ki kendini, geri döndüğünde oradaki arkadaşlarına da kendinede moral verebilsin. İzindeyken, evden arkadaşlarıyla buluşmaya çıkarken üstüne başına bir ayrı özenirdi. Annesine, ablasına defalarca yakışıp yakışmadığını sorar, akıl alırdı fakat yine kendi bildiğini okurdu. Zaten anası için onun her hali çok güzeldi. Çuval giyse de yakıştırırdı oğluna ama yine de ikna edemezdi. Afrin’e gittikten sonra, bir defasında Enes’le görüntülü konuşmuşlardı. Sırılsıklam olmuş, kamuflajı renk değiştirmiş bir haldeydi ama yine gülen gözlerle konuşuyordu ailesiyle. O izinlerde, bayramlarda üstüne başına titizlenen, saçına başına özenen oğlu toz, çamur içindeydi şimdi karşısında. “Oğlum, bu halin ne? Üşümüyor musun?” diye sorunca, “Peygamber ocağındayız anacığım, burada üşümek diye bir şey yok. Vatan aşkı ısıtıyor bizi. Sen merak etme iyiyim ben, çok iyiyim.” demişti aşkla. Sonra kendini bir kenara bırakıp, bir ihtiyaçları var mı diye sormuştu ailesine. Babasının ve annesinin gözleri dolmuştu bu soru karşısında. Oğulları, dağ başında, vatan için çarpışırken bile ailesini düşünecek kadar fedakâr bir evlattı…*Neredeyse öğle olmuştu. Hâlâ tek kelime etmeden oturuyorlardı. Sanki içlerinden biri ağzını açsa, kötü bir şey olacakmış gibi, sessizce, adeta nefes bile almadan öylece duruyorlardı.Bu sessizliği, çalan kapı bozdu. Sanki alacakları haberi bilir gibi birbirlerine baktılar. Gelecek acı haberi geciktirmek ister gibi bir halleri vardı ama kapı ısrarla çalınıyordu. Kapıyı açmaya gittiler… Onlar oğullarına kavuşmak, son bir kez iyi haberini almak için günleri, saatleri sayarken, Zeytin Dalı Harekatının yirmi ikinci gününde şehadet haberi geldi Enes’in. Bin yirmi yedi rakımlı tepede, bölücü terör örgütü mensuplarıyla girdiği çatışmada düzenlenen roketli saldırı sonucu şehadete ermişti. Bizler evlerimizde huzur içinde uyuyalım, al bayrağımız dalgalanmaya devam etsin diye canından vazgeçmişti Enes ve on bir silah arkadaşı daha. Yüzbaşı haberi verirken, Enes’in vurulduktan sonra bile, “Komutanım, bende bir şey yok. Yerdekilere bakın.” diyerek, arkadaşları için canını nasıl hiçe saydığını anlatmıştı. O bir kahramandı. Bütün şehadete ermiş Mehmetçikler gibi o da Peygamber Efendimizin komşusuydu artık.Alışmak çok zor, dayanmakdaha da zor. Unutmak ise mümkün değil. Oğlunun gittiği, gezdiği her yere hala bir umutla gidiyor şimdi Enes’in babacığı. Bazen kabrinin yanı başında uyuyor, oğlu rüyalarına düşsün diye.Enes’in şehadet sonrası vardığı makamı düşünüp, teselli buluyor, evladım yok yere değil, vatan için, bayrak için, devlet için yaşadı ve şehit oldu diyerek… En önemliside oğlu Enes Sarıaslan’ın ardından, köyün bütün çocuklarının, gençlerinin asker olmaya karar vermesinden gururlanıyor. Şanlı bayrağımız göklerde dalgalanmaya devam etsin diye şehadet şerbetini içen Piyade Uzman Çavuş Enes Sarıaslan ve bütün Mehmetçiklerimize Allah’tan rahmet, yakınlarına ve geride kalanlara başsağlığı diliyoruz. Bu millet, bu yurdu bizlere vatan yapan bütün şehitlerimizin toprağı sulayan kanların sayesinde ilelebet var olmaya devam edecektir inşaallah.

Ruhları şad olsun.