Cengiz ERKAN
1964-1992
Şehir: Gümüşhane
Doğum Yılı: 06.09.1964
Şehadet Yeri ve Tarihi: İstanbul, 17.11.1992
Görevi: Polis

Emine Ana, yağmurlu bir Nisan günü, evinde oturmuş, dizlerine yatırdığı küçük torununu sallıyordu. Bahar mevsimi olmasına rağmen Gümüşhane’de hava hâlâ serindi; soba yanıyordu kenarda. Bir an oğlu Cengiz’e benzetti, dizlerinde uyuyan bebeği…O da elini yanağının üstüne koyup uyurdu tıpkı böyle. “Şimdi toprağın altında da böyle mi uyuyordur acaba?” diye düşündü Emine Ana. Oğlu, polis memuru Cengiz Erkan, birkaç ay önce şehitlik mertebesine ulaşmıştı. Onun şehadetinden hemen sonra, iki torunu olmuştu arka arkaya. Yüreğinin yangını biraz hafiflemişti o sayede. İstemişti ki çocukları, şehit olan kardeşlerinin ismini versinler, doğan bebeklerine… Biri gönlüne göre olmuştu; Cengiz koymuşlardı adını ama öbür toruna başka bir isim tercih edilmişti. İçinde ukde kalmıştı bu Emine Ananın. Yine, içi sıkıldı bunu düşününce, kendini rahatlatmak ister gibi, “Amaan, neyse” diye mırıldandı “Varsın koymasınlar yiğidimin adını, ismi benzemese de yüreği benzer nasılsa…” Emine Ana bunları düşünürken, bir yandan torununu sallıyor, bir yandan da aralık duran pencereden, yağan yağmura bakıyordu. Bu sırada, sobanın da sıcaklığıyla, Emine Ananın bir an içi geçer gibi olmuştu… Tam o sırada kapı açıldı yavaşça… Emine Ana, kendine geldiğinde bir de ne görsün; karşısında, üzerinde üniformasıyla Şehit oğlu Cengiz duruyordu. Emine Ana, şaşkın bakakaldı. Cengiz, özlemle koşup annesinin boynuna sarıldı, “Anacığım” diyerek. Emine Ananın kalbi yerinden fırlayacaktı neredeyse heyecandan. “Cengiz’im…” diyebildi “Sen misin bu sahiden?”Cengiz, “Benim ya anacığım, kim olacak.” dedi. Emine Ananın gözlerinden, ip gibi yaşlar akarken, “Duydun mu?” dedi “Koymadılar senin adını, o kadar söyledim, koymadılar.” Cengiz gülümsedi, annesinin yanaklarını silerken “Sen üzülme benim güzel anam. Yeğenlerimden biri benim adımı taşıyor, varsın öbürü Cengiz olmasın. Hem bak, ben hep senin yanındayım.” dedi şefkatle. Emine Ana, özlemle bir daha sarıldı oğluna, “Kuzum” diye. Sonra şöyle bir baktı dışarıya. Yağan yağmura rağmen Cengiz’in üzeri kupkuruydu. Bir an durup, “İyi de oğlum, dışarıda yağmur yağıyor, sen ıslanmamışsın, ayaklarında çamur yok… Tertemizsin…” dedi. Bunun üzerine Cengiz gülümseyerek, “Anacığım, şehitlerin üzeri kirlenmez ki. Biz hep böyle tertemiz gezeriz.” deyiverdi. O sırada kucağında uyumakta olan torunu biraz hareketlenince Emine Ana, irkildi ve kendine geldi. “Bismillahir rahmânirrahîm” dedi. Etrafına bakındı. Kimse yoktu. Gördüklerinin rüya olduğunu düşündü ama kapının açık olduğunu fark etti bu sırada. Sonra Cengiz’in kokusunu hissetti sanki, boynuna sarılışını hatırladı. Hemen torununu beşiğine bırakıp, hızla fırladı ayağa. Dışarıya çıkıp baktı peşinden, yakalarım belki diye ama kimse yoktu… Geri dönüp, oğlunun fotoğrafını aldı eline… Belli ki hayal görmüştü. Fakat aynı, bu fotoğrafta ki gibiydi, kanlı canlı karşısındaydı sanki oğlu. “Ah” dedi… “Ah be oğlum…” deyip öptü fotoğrafını. Bütün çocuklarını pek sever di Emine Ana ama Cengiz’in yeri bir başkaydı. Polis olup, kendi yuvasını kurduktan sonra İstanbul’a yerleşti diye özlemi çok büyüktü Cengiz’e. Her gelişinde üşenmeden kalkar, oğluna mükellef bir sofra hazırlardı. Cengiz de anacığına çok düşkündü. Her ziyaretinde, İstanbul’dan hediyeler getirirdi, anacığı üşümesin, siyatikleri azmasın diye, kalın kalın çoraplar, ayakkabılar alırdı. Çok büyük adam olmuştu oğlu. Her şeyi kendi başına, bileğinin hakkıyla yapmıştı. İstanbul Emniyet Müdürlüğü Beşiktaş Emniyet Amirliğinde görevliydi. Vatanına yürekten hizmet ediyor, halkın güvenliğini sağlamak için canı pahasına çalışıyordu. Kaçakçılık Şube Müdürlüğünde polis memuruydu. Aldığı her vazifeyi en mükemmel şekilde yerine getirir, canını sakınmadan en önde gider, kendinden çok başkalarını düşünerek hareket ederdi. Emniyet Müdürlüğündeki tüm çalışma arkadaşları, Cengiz’e çok güvenirdi. Sözünün eri ve kadirşinas bir insandı. Kimseyi yarı yolda bırakmamasıyla tanınırdı. Sadece iyi bir polis olmasıyla değil, samimiyeti, içtenliği ve vicdanıyla da herkesin büyük sevgisini kazanmıştı. Aynı zamanda çok iyi bir eş ve çok iyi bir babaydı. Eşi Nezahat Hanım ile birlikte mutlu bir yuva kurmuşlardı. Biri erkek biri kız, ikiz çocukları olmuştu ama kız çocuklarını doğumdan altı ay sonra kaybetmişlerdi. Ailesine çok düşkündü Cengiz. İşinden arta kalan bütün zamanını çocuklarına ayırırdı. Hayatta en büyük zenginliğin, mutlu bir aile kurmakla mümkün olduğunu söylerdi hep gençlik yıllarından beri. Eskiler gibi, ömürlük bir yuva kurmak, güzel ahlâklı, saygılı, devletine, milletine bağlı evlatlar yetiştirmek istiyordu. Peygamber Efendimizin, “Sizin en hayırlınız, ailesine karşı en hayırlı olanınızdır. Ben de aileme karşı en hayırlı olanınızım.” buyurduğu gibi, önce vatanına, milletine faydalı, hayırlı bir insan; sonra ailesine karşı hayırlı bir eş, baba ve evlat olmak için çabalardı hep. Neşeliydi, canlıydı, hayat doluydu. Lakin, memlekete o son gelişinde, bir farklı görmüştü Emine Ana oğlunu. Yanında eşi Nezahat Hanım ve torununu da getirmişti bu defa. Bayram etmişti Emine Ana. Oğlunun o çok sevdiği, günler öncesinden sipariş verip yaptırdığı gendime çorbasından pişirmiş, börek açmış, yaprak sarmıştı. Her zaman o kadar iştahlı olan oğlu, bu defa çok az yemiş, pek az konuşmuştu. “Son zamanlarda hep böyle” demişti Nezahet Hanım, kayınvalidesi sorunca. Kocasının yorgunluğuna, çok çalışmasına bağlıyordu bu dalgınlığını ama Emine Ana başka bir hali olduğunu anlamıştı evladının. Bir zaman sonra dayanamayıp sormuştu, “Bir derdin mi var oğul?” diye. Cengiz “Anne..” demişti bir an söyleyip söylememekte kararsız. Sonra dökmüştü yüreğindekini, “Galiba, ben şehadete ereceğim yakında.” Emine Ana, ne diyeceğini bi lememişti. Oğlunun, şehitler kervanına katılmak için çocukluktan beri ne kadar hevesli olduğunu biliyordu ama böyle bir anda dillendirilince, boğazına bir yumru oturmuştu sanki. O sırada araya bir şeyler girip, konu dağılmıştı ya, Emine Ananın yüreğine bir kor düşmüştü çoktan. Günler günleri kovalamış, tatilleri çarçabuk bitmişti. Artık yola çıkacaklardı, görev Cengiz’i bekliyordu. Nezahat Hanım ve oğlu, Emine Anayı öpüp, arabaya doğru giderlerken Cengiz, annesine sıkı sıkı sarılmıştı. Sanki bunun son görüşmeleri olduğunu bilir gibiydi… “Her şey için sağ ol anacığım.” demişti, sonra bir an durup “Bu yemeklerden, polis arkadaşlarıma da ikram edersin seni görmeye geldiklerinde, olur mu?” diye eklemişti.Emine Ananın gözleri doluver mişti o an, “Sen de gelirsin oğlum, beraber yersiniz. Yaparım hepinize.” demişti. Cengiz gülümseyip “Ben gelemezsem de sen mutlaka yap.” deyip, anasının tekrar elini öpmüş sonra arabaya binip uzaklaşmıştı. Gerçekten de bir dahaki sefere o eve, gendime çorbası içmeye gelmek değil, ay yıldızlı bayrağa sarılmış tabutun içinde helalleşmeye gelmek nasip olacaktı Cengiz’e. *Cengiz, Gümüşhane dönüşü, İstanbul’da görevinin başına geçmişti tekrar. Yine ihbarlar geliyor, bu ihbarlar üzerine suçluların peşinde, onlara haddini bildirmek için koşuyordu ekip arkadaşlarıyla birlikte. Büyük bir operasyonun içindeydi Cengiz, kaçakçılık yapan teröristlerden oluşan bir çeteyi yakalamayaçalışıyorlardı. Planlarının bozulacağından korkan ve Cengiz’in peşlerinde olduğunu bilen suçlular, onu sürekli tehdit ediyor, bu işin peşini bırakmasını istiyorlardı. Fakat Cengiz korkusuz ve inatçıydı. Kafasına koymuştu. Hepsini canı pahasına da olsa yakalayacaktı. O gün yine önemli bir ihbar gelmişti. Çeliktepe Sanayi Mahallesi’ne gitmişti. Vatanına, milletine ve bayrağına leke sürmeye çalışan teröristleri etkisiz hale getirmekti niyeti. Resmi ekip arabasını, terk edilmiş bir binanın önüne park etti. Etrafı kolaçan etmek için biraz bekledi. Ters giden bir şey yok gibiydi. Tam arabadan inmek üzereyken olanlar oldu. Birkaç terörist, ellerinde uzun namlulu silahlarıyla gelip, birden resmi ekip arabası içindeki Cengiz Erkan’a ateş etmeye başladılar. Cengiz, o halde bile teröristlere karşı koymaya çalışıyor, o da ateş ederek karşılık veriyordu ama düşman çok kalabalıktı. Pusuya düşürülmüştü. Cengiz, yağmur gibi üzerine yağan kurşunlardan kaçamamış, şehitler kervanına katılmıştı. * Naaşı baba ocağına geldiğinde, Emine Ananın yüreği yanıyordu ama bir yandan da gurur duyuyordu oğlunun kendini vatan uğruna feda edişiyle. Adını büyük Türk Cengiz Han’dan alan oğlu Cengiz’in bugün bayramıydı sanki, kutlu, uğurlu bir gündü her ne kadar ana yüreği kanasa da… O sırada, oğlunun naaşı eller üstünde taşınırken, kalabalıkta bir an oğlunu görür gibi olmuştu Emine Ana. Gözlerini kırpıştırıp, ovuşturmuş, tekrar tekrar bakmıştı. Sahiden oydu sanki. Sonra göründüğü gibi kaybolmuştu. “Birini benzettim galiba.” diye düşünmüştü, yorgunluğuna, üzüntüsüne vermiş, üzerinde durmamıştı bu olayın. Ta ki, oğlunun şehadetinden birkaç zaman sonra, 18 Mart Şehitleri Anma Gününde kızıyla şehitliği ziyarete gidene kadar. Kızı, duasını ettikten sonra, Emine Anayı aşağıda beklemeye başlamıştı. Biraz olsun oğluyla baş başa kalsın istemiş, o yüzden yalnız bırakmıştı annesini. Kadıncağız oğlunun kabrinin başında oturup Kur’anı Kerim’ini okumuş, gözlerini kapatıp oğlu Cengiz’i anarak huşu içinde duasını etmişti. Gözleri kapalıyken bir anda şehitlikteki büyük bayrağın, rüzgârda dalgalandığını ve etrafına dolandığını hissetmişti. Bunun üzerine duygulanmış ve gözleri dolmuştu. Duasını bozmadan tamamladıktan sonra, gözlerini açtığında, bayrağın erişemeyeceği yükseklikteki bir direkte olduğunu görüp şaşırmıştı. Ardından aşağıda onu bekleyen,kızının yanına inmişti. Kızı onu görünce, “Hasan Amca niye gelmedi anne?” demiş etrafa bakınmaya başlamıştı. Bir akrabalarıydı Hasan Amca, o da şehitleri Cengiz’i ziyarete geldi sanmıştı. Emine Ana şaşkınlıkla, “Yalnızdım yavrum, Hasan Amcan yoktu ki” diye cevap vermişti. Kızı ısrar ederek, “Ama sen dua ederken yanında biri vardı.” diye açıklamıştı söylediklerini. Emine Ana, o an anlamıştı durumu. Kalbi kuş gibi çarpmaya başlamıştı. Kızının Hasan Amcasına benzettiği, oğlu Cengiz’di…Allah yolunda canını feda eden bütün şehitlerimiz gibi Cengiz Erkan da Yüce Allah’ın onlara bahşettiği başka ve özel bir hayatta diriydi… Bunu yürekten hissediyordu Emine Ana. Vatan, millet ve bayrak uğruna canını feda etmiş olan Şehit Polis Memuru Cengiz Erkan ve onun gibi şehadet mertebesine erişmiş tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyoruz. Fedakarlıkları için her zaman tüm şehitlerimize minnettar olacağız. Yakınlarına ve milletimize sabırlar diliyoruz. Mekanları cennet, ruhları şad olsun…