Cem KERMAN
1984-2011
Dilay TURAN KERMAN
Dilay TURAN KERMAN
Şehir: Edirne
Doğum Yılı: 25.01.1984 - 26.01.1983
Şehadet Yeri ve Tarihi: Tunceli, 04.09.2011
Görevi: Polis / Öğretmen

Cem, kalan son bavulu da arabaya yerleştirdi. Yeni evlendiği biricik karısı Dilay’la birlikte Tunceli’ye taşınıyorlardı.Sakarya’dan çıkarlarken ikisinin de gözleri ışıldıyordu, hayatlarında yeni bir sayfa açılıyordu… Dilay, Cem’in elini tuttu, sevgiyle gülümsedi kocasına. Tunceli’de tanışacağı yeni öğrencilerini düşündü. Hepsiyle çok iyi anlaşacağını şimdiden biliyordu. “Düzeni oturttuktan sonra belki bizim de bir çocuğumuz olur, ne dersin?” diye sordu kocasına. Cem de bu mutlu evliliği bir çocukla taçlandırmayı, vatana millete hayırlı evlatlar yetiştirmeyi çok istiyordu, “İnşaallah” dedi gönülden, “İnşaallah”. Arabaları, şahsi eşyalarıyla dolmuş, ağır ağır yol alıyordu otobanda. Nakliye aracı, büyük eşyalarla beraber, onlardan önce yola çıkmıştı. Cem ve Dilay da peşlerinden, kendi araçlarıyla gidiyorlardı. Eşyalarla birlikte anılar da taşınıyordu Tunceli’ye. Birçok anı biriktirmekti niyetleri, aileleri büyüyüp genişlerken, nice mutlu hatırayı, öncekilerin üstüne eklemekti ama Tunceli’de bu anılarla yetinmek zorunda kalacaklarını bilmiyorlardı henüz…* Dilay, bir yandan dışarıda hızla akıp giden manzarayı izlerken, boynundaki kelebek kolyesine dokundu. Oldum olası kelebekleri çok severdi. Sanki onlar da bunu bilirmiş gibi hep Dilay’ın etrafına gelirlerdi. Stajını yaparken bir öğrencisi hediye etmişti bu kolyeyi. Dilay, kendini, zihinsel engelli ve öğrenme güçlüğü çeken öğrencileri eğitmeye, onlara yardım etmeye, hayata katılmalarını sağlamaya adamış bir öğretmendi. Elinden gelse, aynı anda birçok yerde birden bulunabilmek, vatanın her tarafındaki çocuklara yardım eli uzatabilmek isterdi. Ne kadar çok çocuğun hayatına dokunursa, o kadar mutlu olurdu. Bunu da ancak yanında Cem varken yapabilirdi, çünkü ona çok güveniyordu. Bu hayatta tanıdığı en cesaretli, en vicdanlı, en güzel huylu insandı Cem. Dilay’ın memleketi Ankara’da, üniversite zamanında tanışmışlar ve birbirlerini sevmişlerdi. Cem, Edirne’den üniversite okumak için gelmişti Ankara’ya. İkisi de spora tutkuyla bağlıydı. Tanışmaları da Oryantiring sporu sayesinde olmuştu. Kuralları gereği ellerinde haritayla, önceden belirlenmiş hedefleri bulmaları gerekiyordu bu spor’da. Tanıştıkları ilk gün, Cem ve Dilay aynı takımdaydı. Zamana karşı yarışıyorlardı ve onları zorlu bir yarış bekliyordu. Henüz haberleri yoktu ama aslında birbirlerine çok benziyorlardı. İkiside hırslı, kararlı ve gözü pekti. Başta biraz atışmışlardı. Çünkü Cem de Dilay da kendi bildiği,inandığı yoldan gitmek istiyor du. Hayatta da böylelerdi. Ne istediklerini gayet iyi bilen, inandıklarını gerçekleştirmek için dişini tırnağına takarak çalışan ve o bildikleri yoldan asla sapmayan idealist insanlardı. Aralarındaki benzerlik, oyun sırasında çatışmalarına sebep olsa da başarıya giden yolda işlerine yaramıştı. Daha yeni tanışan ikili, yarışı birincilikle bitirmişlerdi. Cem ve Dilay, o günden sonra ayrılmaz bir takım olmuşlar, tuttukları ellerini bir daha hiç bırakmamışlardı. Şimdi Dilay’ın tayininin çıktığı Tunceli’ye giderlerken de elleri hala bir aradaydı. İkisi de güler yüzlü, cömert, güzel sözlü, kimseyi kırmayan, incitmeyen güzel ahlâklı insanlardı. Gittikleri yerde bu özellikleriyle insanlara faydalı olmak, onlar için ve vatan için hayırlı işler yapmaktı en büyük gayeleri. Akademiden mezun olur olmaz polislik görevine başlayan Cem de eşinin tayinin çıkmasının ardından Tunceli’ye tayinini istemişti. Hem karısını yalnız bırakmak istemiyor hem de idealist bir polis olarak o da vatanı için hizmet etmeye can atıyordu. Öğrencilik yıllarında duyduğu, “Sakın bir çiviyi küçümseme. Bir çivi bir nalı, nal bir atı, at bir komutanı, komutan bir orduyu, ordu koca bir ülkeyi kurtarır.” sözünü kendine düstur edinmişti. Hayatıyla ilgili verdiği her kararın, yaptığı her eylemin devletine, milletine faydalı olacağına emin olmak ister ve öyle atardı adımlarını. Memnundu verdikleri karardan Cem, bir tek aklı Sakarya’da hakemlik yaptığı amatör ligdeki basketbol takımında kalmıştı. Onlara da veda etmişti gerçi her zamanki kibar üslubuyla. “Görüşemediğim arkadaşlarım, kardeşlerim olursa kusura bakmasınlar, haklarını helal etsinler. Benden yana herkese hakkım helaldir.” diye mesaj göndermişti onlara. Anlamışlardı takım arkadaşları, çünkü biliyorlardı Cem’in önce vatana sonra da karısına olan aşkını, sevdasını… * Tunceli’ye az bir mesafe kalmıştı. Mola vermek için bir yerde durdurdu arabayı Cem. Bir şeyler yiyip, içmek istemişlerdi. Hava biraz serindi, Cemarabadan ceket almaya gitti, bir tanecik karısının üşümesine gönlü el vermezdi. Dilay, kocasını beklerken rengarenk bir kelebek süzülerek geldi ve Dilay’ın eline kondu. Dilay, şaşkınlıkla bakakaldı kelebeğe, elini hareket ettirmek istemiyor du uçup gider diye. Cem elinde ceketle gelirken Dilay sakin kalmaya çalışarak ama gizleyemediği bir heyecanla seslendi, “Bak! Müjde kelebeği…” Cem, şefkatle gülümsedi karısına. Dilay, çocuk gibi gözleri parlayarak, “Çok heyecanlıyım Cem.” dedi “Hissediyorum, gittiğimiz yerde bize ihtiyacı olan çocuklar, ana babalar var. Biz de onlara müjde olacağız… Umut olacağız… Bildiklerimizi paylaşacağız, öğreteceğiz ve onlarla biz de öğreneceğiz. İyi ki gidiyoruz Tunceli’ye.” Bu sırada kelebek kanatlarını çırparak uzaklaştı. Dilay, arkasından bakarken Cem elini tuttu aşkla, “İyi ki…” dedi. Sandviçlerini yedikten sonra Cem ayaklandı, “Haydi bakalım müjde kelebeği, hava kararmadan tekrar düşelim yollara, bizi bekleyen insanlar var.” Dilay ona gülümsedi. Birden içini garip bir huzur kapladı. Cem’in elini sıkıca tuttu. * Cem ve Dilay, Tunceli’ye gelmiş, evlerini kurmuşlardı. Anılarını yansıtan onca eşyayı, yenilerini yaşayabilmek umuduyla özenle yerleştirmişlerdi. İkisinin de meslek aşkı büyüktü, hızla görevlerinin başına geçmişlerdi. Dilay dünyanın en saf, en temiz, en savunmasız varlıkları olan zihinsel engelli çocuklarla derslere başlamış, onları hayata hazırlamaya çalışıyordu. Onların gözlerindeki ışıltıyı daha da ortaya çıkarmak ve herkese fark ettirmek istiyordu. Yeri gelince bir anne şefkatiyle yaklaşıyor, yeri gelince bir abla oluyor, çocukların bütün ihtiyaçlarını gidermek için çözümler üretiyordu. Okulu onlar için uygun hale getirmekle başlamıştı işe, Cem’in de yardımlarıyla tadilat işlerini yapmışlar, çocukların rahat edebilecekleri bir ortam yaratmışlardı. Seviyordu işini Dilay, en çok da bu riyasız çocukları. Onlara bir harf öğrettiğinde dünyanın en mutlu insanı oluyordu. Cem ise Tunceli Emniyet Müdürlüğünde komiserlik görevine başlamıştı. Daha ilk günden birçok başarılı operasyona imza atmış, onlarca teröristin yakalanmasına katkı sağlamıştı. İyi yüreği, vicdanı ve cömertliğiyle kısa sürede yeni çalışma arkadaşları arasında da çok sevilmiş, saygı duyulan bir insan olmuştu. Hayatlarından memnundu ikisi de. Tek özlemleri aileleriydi ama onlarla da sık sık telefonla görüşüyor, haberleşiyorlardı. Yakında evlilik yıldönümleriydi. Belki bu bahaneyle ailelerinin yanına gidip, birlikte kutlarız diye düşünüyorlardı ama maalesef bu hayalleri hiç gerçekleşemeyecekti… * 4 Eylül 2011 günü, Dilay yine dersteydi. Çok seviyordu okulda olmayı, çocuklara bir şeyler öğretebilmeyi. Peygamber Efendimizin “Bilmeyenlere ilim öğretmek sadakadır, sadakanın en faziletlisi de bir Müslüman’ınilim öğrenmesi ve başkalarına öğretmesidir.” buyurduğu gibi, bu kutsal ve yüce mesleği büyük bir özenle ve tutkuyla yapıyordu. Hem öğreniyor, hem öğretiyordu mesleğe başladığı ilk günkü heyecanıyla. Gözü bir an takvime kaydı, “On beş gün kalmış evlilik yıldönümümüze” diye geçirdi içinden. Bir sene nasıl da hızlı geçmişti. Sınava girdi, tayini çıktı, Tunceli’ye taşındılar derken su gibi akıp gitmişti zaman. Öğrencilerine baktı sevgiyle, bir çocukları olmasını çok istiyordu hâlâ. Bir an önce kendi yavrusunu da kucağına alabilmeyi diledi. Cem’in ne kadar iyi bir baba olacağını düşündü. Hele bir de kızları olursa dünyalar Cem’in olurdu, biliyordu. Dilay, aklından bunları geçirirken Cem aramıştı. Polis arkadaşları, akşam için bir halı saha maçı ayarlamışlar ve Cem’i de davet etmişlerdi. Cem seve seve kabul etmişti, karısının da gelmesini istiyordu kendisini izlemesi için. Dilay, kocasının bu isteğini geri çevirmedi. Yalnız bırakmazdı Cem’i, hemen kabul etti. Kenarda oturup Cem’i destekleyecekti. * Polis memurları, üzerlerine eşofmanlarını giymiş, ayaklarına spor ayakkabılarını geçirmiş, maça çıkmaya hazırlanıyorlardı. Hepsi de antrenmanlıydı, yenişmek için can atıyorlardı. Maç başlayıp ilk düdük çaldığında, Dilay da kenarda yerini almıştı. Koruma amaçlı orada bulunan üç polis de sahanın girişinde durmuş, maçı izliyorlardı. Büyük bir coşkuyla oynuyordu sahada topun peşinde koşan polisler. Bağırışlar geliyor, goller atıldığında sevinç nidaları, kenardan gelen alkış seslerine karışıyordu. O sırada daha önce görmedikleri biri yaklaştı sahanın kapısına. Uzun zamandır kahraman polisimizi sinsice takip ediyorlardı. Kapıdaki polislerden biri onu durdurdu, “Sen kimsin?” diye sordu. Adam, maçtaki polislerden birini tanıdığını söyledi. Aslında bir teröristti bu, amacı sahaya el bombası atmak ve polisimize, devletimize aklınca gözdağı vermekti. Polisler bu her hali şüpheli adamı içeri almadılar, planlarının istedikleri gibi gitmediğini fark eden ve dışarıdan izleyen diğer iki terör örgütü üyesi, uzun namlulu silahlarla, birdenbire sahadaki polis memurlarına ateş açmaya başladılar. Masum bir halı saha maçı, faciaya dönüşmüştü. Alkışlar yerini çığlıklara ve silah seslerine bırakmıştı. Sahada duran Cem, ne olduğunu bile anlayamadan Dilay’a döndü, güvende olduğundan emin olmak istiyordu karısının. Dilay da onu görmeye çalışıyordu koşuşturanlar arasında. Bir an göz göze geldiler, o sırada Cem vuruldu. Dilay acıyla, çığlıklarla sahaya koştu ama Cem’in yanına varamadan Dilay da teröristlerin kurşunuyla tam kalbinden vurulup yere yığıldı. Cem yaralıydı, karısının düştüğünü görmüştü… Son gücünü kullanarak, sürünerek Dilay’a doğru ilerledi, karısının elini tuttu.Bu sırada teröristler bir kez daha ateş açtı. Cem ve Dilay son nefeslerini verirken de yine el elelerdi. O milletine aşık iki genç, iki güzel insan şimdi hem vatan toprağına hem birbirlerine emanet olarak şehadet şerbetinden tatmışlardı…Vatanına ve milletine faydalı olmaktan başka bir derdi olmayan, kanının son damlasına kadar korkusuzca ulusu için mücadele eden Şehit Öğretmen Dilay Turan Kerman ve Şehit Polis Memuru Cem Kerman’a Allah’tan rahmet diliyoruz. Bayrağımız uğruna dökülen her damla kan azizdir. Mekanları cennet, ruhları şad olsun…